Dr. Hakkı Uygur: İran’ın İsrail saldırısı sonun başlangıcı mı?

Dr. Hakkı Uygur: İran’ın İsrail saldırısı sonun başlangıcı mı?
İran ve İsrail arasındaki gerilimin doğrudan karşılaşma halini aldığı bir döneme girilmiş durumda. Bu durum tüm bölgeyi olduğu gibi Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.
İstanbul

Milli İstihbarat Akademisi Dr. Öğretim Üyesi Hakkı Uygur, İran’ın İsrail misillemesi üzerine vekalet savaşlarındaki güncel durumu AA Analiz için kaleme aldı.

***

Hamas ve Filistinli diğer direniş grupları tarafından 7 Ekim 2023'te gerçekleştirilen Aksa Tufanı operasyonu birçok yönüyle bir milat olarak nitelendirildi ve olay farklı boyutlarıyla değerlendirildi. Türk yetkililer tarafından ilk günden itibaren dile getirilen endişeler arasında, İsrail ve İran arasındaki gölge ve vekalet savaşlarının sona ermesi, doğrudan geniş çaplı bir çatışmanın yayılması ihtimali de yer alıyordu. Sonraki 6 ay boyunca İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırım seviyesindeki aşırı güç kullanımına ve kuzey cephesinde 300'e yakın Hizbullah militanını öldürmesine rağmen çatışmalar doğrudan savaşa dönüşmedi. Bununla birlikte, İsrail 1 Nisan’da İran’ın Şam’daki Elçilik kampüsünde yer alan Konsolosluk binasına düzenlediği hava saldırısında 7’si İranlı 13 askeri yetkiliyi öldürdü ve savaş esnasında bile genellikle hedef alınmayan diplomatik dokunulmazlığı açıkça ihlal etti. Bu adımla İsrail, yalnızca savaş suçlarına bir yenisini eklemekle kalmadı, İran ve İsrail arasındaki her türlü angajman kuralının ve caydırıcılık dengesinin anlamını yitirdiğini net bir şekilde gösterdi.

İran'ın misilleme saldırısı

Aslına bakılacak olursa İsrail son 15 yıldır başta nükleer tesisler ve yetkililer olmak üzere gerek ülke içinde gerek dışında İran’ı zaten hedef alıyordu. Özellikle Suriye ve Irak’ta çok sayıda İranlı “askeri danışman” hayatını kaybetti ve bunların arasında üst düzey komutanlar da bulunuyordu. İranlı yetkililer daha önce de kırmızı çizgilerinin aşıldığını açıklasalar da misilleme çabaları siber saldırılar, Lübnan ya da Suriye’den cılız füze saldırılarıyla sınırlı kalıyordu ve bu durum İsrail’de ve gözlemcilerde İran’ın cevap verme niyetine ya da imkanına sahip olmadığını düşündürüyordu. En sert tepkisini gösterdiği Kasım Süleymani suikastında dahi İran’ın Amerika Birleşik Devletleri'ne (ABD) karşı tepkisinin fazlaca sembolik kaldığı dikkatlerden kaçmadı. Yine de eski ABD Başkanı Donald Trump’ın yıllar sonra yaptığı açıklamada İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun son anda ortak saldırıdan vazgeçmesi üzerine ABD’nin bu eylemi tek başına gerçekleştirdiği açıklaması önemli bir ayrıntıydı.

Anlatılanlar ışığında 1 Nisan saldırısının ardından İran’ın kesin ve sert bir şekilde cevap vereceğini ve İsrail’i “cezalandıracağını” açıklaması şaşırtıcı olmayan şekilde ihtiyatla karşılandı. Ancak ülkeyi yakından takip eden uzmanlar, yetkililerin ifadelerindeki ve diplomatik tavırlarındaki farklılığı net bir şekilde gördüler. Bu durum Tahran’ın gerilimi düşürmek için devreye girmek isteyen ülkelere verdiği yanıtlarda da fark edildi. Katar, Türkiye ve Umman gibi bölge ülkeleri İran’ın bu sefer İsrail’e anlamlı bir cevap vereceğini öğrenen ülkelerin başında geliyordu. Bununla birlikte İran’ın son 20 yıldır bölgesel nüfuzunun artmasına paralel olarak İsrail karşısında alttan alan ve “stratejik sabır” olarak nitelendirdiği politikaları, ülkenin ABD ile doğrudan ve aracılar üzerinden gerçekleştirdiği 10 günü aşkın yoğun diplomatik pazarlıklarla birleştirildiğinde Tahran’ın uzun vadeli yaklaşımında değişiklik yapmayacağı, “İsrail ve ABD’ye koz vermemek için” bir misillemede bulunsa bile en iyimser tahminle eşdeğer bir saldırı düzenleyeceği bekleniyordu. Bu çerçevede İsrail’in bölge ülkelerindeki bir temsilciliğini hedef alacağı konusunda uluslararası uzmanlarda hatta istihbarat topluluklarında genel bir kanı oluşmuştu. İsrail’in bölgedeki temsilciliklerinin önemli bir kısmını tahliye etmesi de bu çıkarımı doğruluyordu.

Dolayısıyla İran’ın 13 Nisan’ı 14 Nisan'a bağlayan gece yüzlerce kamikaze dron ve onlarca balistik ve seyir füzesinden oluşan geniş kapsamlı bir saldırıyı doğrudan İsrail topraklarına yöneltmesi birçokları için sürpriz oldu. ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün’ün de içinde yer aldığı ülkeler, İsrail’in savunmasına yardımcı oldular. Yavaş hızla hareket eden seyir füzelerinin ve kamikaze dronların hepsinin daha İsrail’e varmadan Irak ve Ürdün üzerinde ittifak hava kuvvetlerince düşürüldüğü yetkililer tarafından açıklandı. Yine İran tarafından gönderilen balistik füzelerin de yalnızca 10 kadarının İsrail hava savunma sistemlerini aşabildiği ve bunlardan bazılarının askeri üslere ve havalimanlarına cüzi hasar verdiği açıklandı. İsrail’in söyleminde, saldırıda “Dürzi bir kız çocuğunun” yaralandığı vurgulandı. ABD yönetimi olayın hemen ardından saldırı araçlarının yüzde 99 oranında engellendiğini bildirirken bizzat ABD Başkanı Joe Biden, Netanyahu’yu arayarak “kazandığı zaferden ötürü” tebrik etti.

İsrail'in dokunulmazlık söylemine büyük darbe

Şüphesiz İran’ın 13 Nisan saldırısının sembolik önemi yol açtığı hasardan çok daha önemli. 45 yıllık husumet döneminde Körfez’deki “it dalaşlarına”, üçüncü ülkelerdeki bombalı saldırılara, Irak’taki bilek güreşine, İran içindeki sabotaj ve suikastlara ya da vekil müttefik güçler aracılığıyla İsrail’e saldırılara rağmen ne İran’ın ne de ABD-İsrail cephesinin doğrudan birbirlerinin topraklarını hedef aldıklarına dair açık kaynaklarda bir bilgi bulunmuyor. Bu nedenden ötürü aşırı ihtiyatlı tavrı nedeniyle gerek ülke içindeki ideolojik gruplardan gerekse de en yakın vekil güçlerinden dahi eleştiriler alan Tahran’ın nasıl olup da uzun soluklu siyaset tarzını bir kenara bıraktığının ve bölgedeki 40 yıllık kazanımlarını topyekun bir savaş ihtimaliyle riske attığının üzerinde durulması gerekiyor. Gazze’de rehineleri kurtarma ve Hamas’ı bitirme gibi ilan edilen hedeflerine ulaşamayan, uyguladığı soykırım nedeniyle geleneksel destekçilerinden bile tepki gören Netanyahu liderliğindeki radikal dinci kesimler ise savaşı yayma ve yanlarına aldıkları ABD desteğiyle İran ve vekil güçlerinden kesin bir şekilde kurtulma niyeti içinde olduklarını ifade ettiler. Anlaşılan o ki İran eşdeğer bir saldırının İsrail ve sorgusuz destekçisi ABD karşısında caydırıcı olmayacağını düşündü ve sabrının gerçekten taştığını, bir adım sonrasının kapsamlı bir savaş olduğunu kesin bir biçimde vurgulamak istedi. Nitekim İranlı yetkililer hedeflerinin İsrail’e büyük bir darbe vurmaktan ziyade siyasi mesaj vermek olduğunun ancak İsrail’in İran içinde ya da dışında kendilerini hedef alması durumunda çok daha geniş ölçekli ve sert bir saldırıda bulunulacaklarının altını çizdiler.

Bu yazının yazıldığı esnada İsrail’in İran’ın oyun değiştirici hamlesine nasıl cevap vereceği belirsizliğini koruyordu ancak İran ve Pakistan arasında yaşanan karşılıklı füze düellosuna benzer bir şekilde olayın iki tarafı da memnun edecek şekilde kapanması düşük ihtimal. İsrail cevap vermemesi durumunda sembolik önemi çok yüksek bu olayın on yıllardır inşa ettiği dokunulmazlık söylemine ve imajına ciddi bir darbe vuracağını biliyor. Öte yandan benzer bir misillemenin kapsamlı bir savaşa yol açmasına kesin gözüyle bakılıyor. Nitekim Hizbullah’ın 17 Nisan’da ilk kez kullandığı bir kamikaze dron olan Ebabil-2 ile bazıları ağır olmak üzere 18 İsrailliyi yaralaması karşı cephenin tam ölçekli bir karşılaşmaya hazır olduğunun mesajı olarak okunmalı.

İsrailli diplomatların ve stratejistlerin tıpkı İranlı mevkidaşlarının yaptığı gibi isteyen kesimlerin küçümseyerek yok sayabileceği, muhataplarının ise öneminin farkına varabilecekleri ve yeniden caydırıcılık inşa edecek bir yöntem bulmaları gerekiyor. Her halükarda iki cephe arasındaki gerilimin doğrudan karşılaşma halini aldığı bir döneme girilmiş durumda. Bu durum tüm bölgeyi olduğu gibi Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ilgiyi yeniden Filistin’e çekmeye yönelik açıklamaları bu bağlamda değerlendirmelidir. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerçekleştirdiği Irak ziyaretinin ana temas maddelerinden birisi de bölgesel çatışma ihtimali ve bunun muhtemel yansımalarıydı. ABD-İran geriliminden bunalan Irak ile girişilecek kapsamlı bir işbirliği, bütün bölgeye çatışma ve gerilimlerin dışında pozitif ve kazan kazan ilkesine dayalı bir gündemin de mümkün olduğu mesajını verecektir.

[Dr. Hakkı Uygur, Milli İstihbarat Akademisi Öğretim Üyesi'dir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Kaynak:AA

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.