Bülent Arınç'tan çarpıcı açıklamalar

Bülent Arınç'tan çarpıcı açıklamalar
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kanal 24 Televizyonu'nda yayınlanan programda, gündeme dair konular hakkında çarpıcı değerlendirmelerde bulundu....


Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kanal 24 Televizyonu'nda yayınlanan programda, gündeme dair konular hakkında çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. İşte Arınç'ın o açıklamaları...

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Niye Vardar Ovası olmadı diye o akşam bütün televizyon kanalları olayı verdi. Bereket ki her şeyi verdiler, yoksa kesip biçip verselerdi, 'adam rakıya çok fena taktı' derlerdi. Yüzde 100 espriydi. Espriyi bu kadarla anlayan, bu kadarını bile hoş görmeyen bir zihniyet var karşımızda, bu onların seviyesini gösterir" dedi.

Ramazan Bayramı'nda Bursa'da katıldığı bir programda Vardar Ovası adlı türküye içinde rakı kelimesi geçiyor diye itiraz edildiğine yönelik yorumlar yapıldığının anımsatılması üzerine Arınç, söz konusu olayın Bursa'da Balkan göçmenleriyle bayramlaşma sırasında yaşandığını ve gündem maddesi haline gelmesine anlam veremediğini söyledi.

"Neşeli ortamda geçen olayı malesef her zaman olduğu gibi mecrasından saptırdılar. İyi de oldu, bu vesileyle kimin ne kadar, kaç gram, kilo olduğu, ne yapmak istediği ortaya çıkıyor" diyen Arınç, Bursa'daki olayda Kültür ve Turizm Bakanlığı kadrosunda bulunduğunu ifade eden kadın sanatçının yurt dışı turnelere gönderilmediğinden şikayet ettiğini, kendisinin de "birkaç şarkı dinleyip, not vereceğim, 8'i aşarsan Kültür Bakanımızdan seni yurt dışına göndermesini söyleyeceğim" diye espri yaptığını anlattı.

Arınç, çok neşeli, espiritüel bir ortamda türkülerin söylendiğini, Vardar Ovası türküsüne sıra gelince "Onun içinde rakı falan geçiyor" dediğini ve herkesin güldüğünü, kimsede olağanüstülük olmadığını ifade ederek, şöyle devam etti:

"Niye Vardar Ovası olmadı diye o akşam bütün televizyon kanalları olayı verdi. Bereket ki herşeyi verdiler, yoksa kesip biçip verselerdi, 'adam rakıya çok fena taktı' derlerdi. Yüzde 100 espriydi. Espriyi bu kadarla anlayan, bu kadarını bile hoş görmeyen bir zihniyet var karşımızda, bu onların seviyesini gösterir. Orada rakı parası geçiyor, aynı zamanda sıla parası da başlık parası da geçiyor. İki sene öncesini bulmuşlar Atatürk Araştırma Merkezi'nin Atatürk ile bir toplantısına başkanlık etmiştim Üsküp'te. Orada da sanatçılar pekçok türküler söylediler. Ben de twitimde bunlardan ne kadar çok hoşlandığımı yazmışım, ama orada hoşlandığım şarkıyı, türküyü yazmamışlar. Belki orada sıla parası vardı, belki başlık parası, belki de rakı parası vardı. Öyle bir twit atmanın 2 sene sonra böyle karşılanacağını hiç tahmin etmemiştim. Diyelim ki bu bir espri değildi, ciddi olarak söyledim, buna da kimsenin gücenmemesi lazım, kızmaması lazım. Her şarkıyı, türküyü beğenecek halimiz yok."

"Bazılarını beğenmemek benim için de hak olmalı"

Arınç, MHP İzmir Milletvekili Kenan Tanrıkulu'nun ülkücüleri ziyaretinde açılan "Türküyü sevmeyen, Türk'ü de sevmez" pankartıyla kendisine gönderme yapıldığını ve buna üzüldüğünü belirterek, "Öyle türküler, şarkılar var ki içinde ringo ringo şişelerden, tombul tombul bilmen nereye kadar, sana tapıyorumdan bilmem neye kadar. Ankaralı Namık'tan veya Turgut'tan birşey dinleyen insan coşup bunları tekrarlayabilir, bazılarından kadınlar, bazılarından erkekler çok hoşlanabilir, ama bırakın ben de bazılarından hoşlanmayayım, dinlemek istemeyeyim. Bazılarını beğenmemek benim için de hak olmalı" diye konuştu.

Alkollü içkilerin satışına ilişkin yasal düzenlemelerin yapıldığını ve yapılan düzenlemenin Avrupa'nın birçok ülkesinde uzun yıllardır uygulandığını vurgulayan Arınç, şöyle devam etti:

"İster ciddi kabul edin bunu, benim için bir hak olarak görmelisiniz, isterse bunu baştan itibaren yüzde 100 espiri olarak alın, bunun üzerinde hiç durmamak gerekirdi. Medyamız bunun üzerine din bilginlerine bile sordular, 'içinde rakı geçerse şarkı türkü dinlemek caiz midir' diye. Soracak başka bir şey bulamamışlar. Sosyal bilimcilere, siyasetçilere soruyorlar, işin ön kötüsü de o.

Yalova'da malum meşhur birisi var, hemen Atatürk ile bağlantı yapmış. Adam, Atatürk deyince rakı geliyor aklına, rakı denince Atatürk aklına geliyor, Atatürk'ün ne devrimleri ne bu ülkeye yaptıkları, komutanlığı, siyaset, devlet adamlığı değil. Ağzınızdan rakı çıktı mı? Hele nahoş bir şekilde çıktıysa ona göre, bu rakıyı Atatürk sevdiği için sevmeyenlerden filan diye yakıştırma yapıyor. Başka garip siyasetçiler de var. Böyle bir olay Türkiye'nin gündemine birkaç gündür oturunca şunu düşünüyorum: Zaman zaman bazı şeyler söylesem, insanlar bunları tartışsa diye fakat hükümet sözcülüğü vazifesi omuzlarımdan beni çökertiyor, rahat hareket edemiyorum. 'Sen, ciddi bir siyaset adamı biliniyorsun, zaman zaman bu tür şeyler söyleyince zihnimiz dağılıyor' diyenler de var. Onlara da elbette hak vermek gerekir."

"Ergenekon ismiyle bilinen terör örgütünün varlığını mahkeme kabul ediyor"

Başbakan Yardımcısı Arınç, Ergenekon davasının sonuçlarına ilişkin soru üzerine de davanın 5 yıla yakın zamandır devam ettiğini anımsatarak, "Önemli olan bitmesidir, keşke daha önce bitebilseydi, çünkü adaletin süratle sonuçlanması lazım, keşke pek çoğu tutuksuz yargılanabilseydi" değerlendirmesinde bulundu.

Tutuksuz yargılamaların asıl olduğunu ve bu konudaki görüşlerini daha önce birçok kez kamuoyu ile paylaştığını belirten Arınç, "Tuncer Kılıç, tutuksuz yargılandı, mahkum oldu. 'Gel' dediler, geldi. 'Gel' dedikleri halde gelmeyenler var, birkaç kişi kaçar veya gelmez diye düşünerek, içeridekileri tahliye etmemek çok hukuki bir davranış olmaz. Keşke daha kısa sürede bitebilseydi, keşke tutuksuz yargılamalar mümkün olabilseydi. Milletvekilleri açısından da bütün sanıklar açısından da özellikle İlker Başbuğ açısından da" ifadelerini kullandı.

Ergenekon davasının temyiz duruşmalarının da Balyoz davasının temyiz aşaması gibi duruşmalı yürüyebileceğini, sanık ve vekillerinin sözlü savunmalarını Yargıtay aşamasında da yapabilceklerini anlatan Arınç, yerel mahkeme kararının onanması halinde sanıkların cezalarını çekeceklerini, bozulması halinde ise farklı sonuçlarla karşılaşılabileceğini kaydetti.

Arınç, meseleye sadece eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ açısından bakmamak gerektiğini vurgulayarak şunları söyledi:

"Sayın Başbakanımız da bir mesai arkadaşı hakkında onu koruyacak sözler söylemişti. Bana Bakanlar Kurulundan sonra gazeteciler sordular, 'siz de böyle dediniz, Başbakan'da böyle dedi, ama yargı farklı bir karar verdi, müebbet ağır hapis cezası verdi'. Aslında bu sözün içerisinde cevabı var ve o cevap Türkiye'de herkesi memnun etmesi lazım. Demek bağımsız mahkemeler Başbakanın sözüyle, Başbakan Yardımcısının sözüyle veya anamuhalefet parti liderinin sözüyle hareket etmiyor veya onların gösterdiği doğrultu da karar almıyor. Kendi elindeki dosya, deliler, bunların tartışılması ve sonunda hem hukuka hem de vicdani kanaatlerine karşı karar veriyorlarsa... Bildiğim kadarıyla oy birliğiyleverilmiş bir karar var.

Ergenekon ismiyle bilinen terör örgütünün varlığını mahkeme kabul ediyor. Varlığını kabul ettiğine göre, bunun yöneticisi, kurucusu, bu örgüte destek olanlar, 11 tane farklı suç var. Silah temin etmekten tutun birkaç sanık için uyuşturucu temin etmek de var, adam öldürmek var, Danıştay saldırısı da bu davayla birleştirildi. Bir sanığını bir tane suçu olabilir, ona göre ceza almıştır, bir sanıığın farklı zamanlarda işlenmiş, farklı vasıflarda suçları olabilir. Sadece İlker Başbuğ orgeneraldi ve genelkurmay başkanıydı, terörle mücadeleden sorumluydu ve terörle mücadele de yapıyordu. Nasıl oluyor da böyle bir suçlamayla mahkum ediliyor, mahkemenin kabulune bakmak lazım. Sadece mahkemeyi suçlarsanız, Kılıçdaroğlu gibi gayrimeşru ilan etmeye kalkarsanız veya Bahçeli gibi mahkeme hakkında ağza alınmayacak sözler söylerseniz kolaycılık yaparsınız ve meseleyi çarpıtırsınız, ama mahkemeyi yok sayamazsınız."

"Temyiz kararını bekleyeceğiz"

Özel yetkili mahkelerin Devlet Güvenlik Mahkemelerinin ardından kurulduğunu, 2005 yılından bu yana görev yaptığını anımsatan Arınç, "Özel yetkili mahkemeler 2005'ten beri onlarca karar veriyor, o kararların hiçbirine itiraz etmemişsiniz, sanki bu mahkemenin hakimleri uzaydan geldiler, hiç bilmeden dosyaya baktılar ve kafalarındaki kurguyu mahkemenin kararına döktüler. Yazık, bunların hepsi kıdemli hakim, onlarca davaya bakmış insanlar. Kendilerine göre bir kurgu yapmışlar, bu kurguda bir örgütü koymuşlar, içindekileri koymuşlar, örgütün faaliyetlerini koymuşlar, örgüte yardım yataklık yapanları koymuşlar ve örgütün kafasındaki ana amaca uygun eylem yapanları da biraraya toplamışlar" diye konuştu.

Terörün ve terör örgütünün tarifinin Terörle Mücadele Kanunu'nda yer aldığını, cebir ve şiddet kullanmak suretiyle, baskı, yıldırma, korkutma gibi birtakım unsurlarla Türkiye Cumhuriyeti anayasasını tebdil, tahir, ilga ve hükümetleri devirmek gibi suçların terör suçu sayıldığını anlatan Arınç, "Özel yetikli mahkemeler veya TCK'ya bakarsanız 2005'ten beri bunlar var. Siz yeni uyandınız, siz sadece Ergenekon'un varlığını bildinizi halde, inkar eder görünüyorsunuz, onlarla dayanışma içerisinizdesiniz, onların amaçlarına uygun Türkiye'de bu iktidarın yıkılmasına ve yerine bir ihtimal sizin geleceğinizi düşünerek böyle bir kararla artık bunun da tarihe karıştığını görerek tepki gösteriyorsunuz" dedi.

Ergenekon davasıyla ilgi kararın hukuki bir karar olduğuna işaret eden Arınç, şöyle konuştu:

"Burada mahkemelerin kararları Yargıtay'a gidiyor. Yargıtay, bu mahkeme kararını onaylarsa kimi kime şikayet edeceksiniz? Ondan sonra da bireysel başvuru hakkı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var. Gideceğiniz 10 tane yol var, niye bu 10 yolu tüketmektense şimdiden bağırıp çağırıp mahkemeyi yok sayacak, Türkiye'de böyle bir örgütün savunmalığını yapacak veya bu örgütün işlediği suçlara hamilik yaparak bir noktaya geliyorsunuz.

Ben, zannediyorum sanıklardan daha fazla dışarıdaki belli mihraklar bağırıyorlar. Çünkü sanıklar, yargılamada her birinin 40 saatten aşağı olmamak üzere savunma yaptı. Kimse 'ben suçlamanın ne olduğunu bilmiyorum' diyebilecek noktada da değil. Sonuçları bekleyeceğiz, gerekçeli karar yazılacak, temyizde duruşmalar yapılacak. Temyizin kararını bekleyeceğiz. Bu arada tahliye olanlar yine olabilir, süresi itibarıyla onların da ülkede söyleceklerini karşılayacağız."

"Bizi çok seviyor"

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Ben Hocaefendi'de şunu biliyorum; bizi çok seviyor, hükümetimizi, Tayyip Bey'i, Abdullah Bey'i çok beğeniyor, çok seviyor. Bu hizmetlerin yüzyıllardır beklendiğini, yapılamadığını ama böylesine cesur, kararlı, ilkeli bir partinin ve hükümetin bunları yaptığından dolayı sabahlara kadar dua ettiğini ifade ediyor. Türkiye'nin demokratikleşmesi, Türkiye'nin özgürleşmesi için camiaya nasihat ediyor" dedi.

Arınç, Kanal 24 Televizyonu'nda yayınlanan programda, gündeme dair konular hakkında değerlendirmelerde bulundu. Bütün siyasi partilerin tarikat gerçeğini bildiğini söyleyen Arınç, CHP'de Deniz Baykal'ın genel başkanlığı döneminde çarşaflı kadınlara, tarikat şeyhinin oğlu olduğu söylenen kişilere parti rozeti takıldığını ifade ederek, "Cumhuriyeti kuran partiyiz, Biz Mustafa Kemal'in partisiyiz" diyenlerin bile sonunda bu noktaya geldiğini kaydetti. Arınç, "Çünkü ülkemizin her yerinde bir tarikat varsa o tarikata karşı da bir sevgi ve muhabbet halkası vardır. İçlerinde yanlış yapanlar olabilir ama yüzyıllardan bu yana bir tarikat, cemaat gerçeği Türkiye'de vardır" görüşünü paylaştı.

Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bugün hamdolsun, Gülen Hocaefendi'nin işaret ettiği noktalara büyük bir hızla koşan, önden giden atlılar gibi, 'bu hizmetleri önce ben yapacağım' diyen çok samimi, dürüst, ihlaslı, sadece Allah rızasını düşünen insanlar var ama onlarla beraber bulunanların kafalarından, kalplerinden farklı şeyler geçiyor olabilir. Bu da insanın doğasında var. Ancak gelinen noktada ben bir yanlış yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Şimdi, kim daha önce başladı, kim hangi vesileyi bir araya getirdi, götürdü? Yani AK Parti'de herkesin kafasından bir şey geçiyorken bir camianın içerisinde de farklı amaçları gerçekleştirmek için camiadanmış gibi görünmeye çalışan üç, beş kişinin varlığını da yadsımamak gerekir. Şunlar bu tarafa, bunlar bu tarafa laf söylemeye kalkarsa bu çok kötüdür.

Ben Hocaefendi'de şunu biliyorum; bizi çok seviyor, hükümetimizi çok beğeniyor, seviyor, Tayyip Bey'i çok beğeniyor, çok seviyor, Abdullah Bey'i çok beğeniyor, çok seviyor. Bu hizmetlerin yüzyıllardır beklendiğini, yapılamadığını ama böylesine cesur, kararlı, ilkeli bir partinin ve hükümetin bunları yaptığından dolayı sabahlara kadar dua ettiğini ifade ediyor. Türkiye'nin demokratikleşmesi, Türkiye'nin özgürleşmesi için camiaya nasihat ediyor."

"Bu camiaya yüzyıllar boyu hakkımızı helal etsek bundan dolayı geri kalmayız"

12 Eylül 2010'da gerçekleştirilen referandumun önemine işaret eden Arınç, kadınların, erkeklerin, gençlerin kapı kapı dolaşarak referandumun Türkiye'nin demokratikleşmesi için önemli bir adım olduğunu anlattığını, seçmenlerden 'evet' oyu istediğini bunun da başüstünde taşınacak, takdir edilecek bir yaklaşım olduğunu vurguladı.

Arınç, şunları kaydetti:

"Bugün biz ne yapabiliyorsak, 12 Eylül 2010 referandumundan aldığımız güçle yapıyoruz, 12 Eylül'ü, 28 Şubat'ı bununla yargılıyoruz. Bugün, 28 Şubat sürecinde mesleğinden atılan öğretmenlerin dönüşe başladığı gündür. YAŞ kararları ile ordudan atılanların en yüksek rütbe ile orduya döndüğü günü biz 12 Eylül 2010 referandumunda kazandık. Bu eğitim sistemlerini bununla yapıyoruz. Sadece buradaki katkısından dolayı bu camiaya yüzyıllar boyu hakkımızı helal etsek bundan dolayı geri kalmayız. Seçimlerde AK Parti'yi büyük ölçüde destekliyorlar, bu çok açık. Bizim muhaliflerimiz her zaman niye onlara hücum ediyor? 'Siz AK Parti'ye destek oluyorsunuz'. Ama bu camiaya geçmişte farklı siyasi tercihlerde de bulunmuş olabilir, Türkiye'nin konjonktürü içerisinde. Orada bile onlara hak vermemiz lazım. Hükümetimizi bu kadar seven, Türkiye'de yapılan bu kadar olumlu işlere bütün güçleriyle destek olan bir camiaya karşı bizim, bazılarının, onlara söz söylemesi, onların bu tarafa cevap verirken ölçüyü biraz kaçırması fevkalade yanlış. Bunu bir yerde önlememiz gerekiyor."

"Eleştiri hakkının onlar için de varolduğuna inanırım"

Fethullah Gülen'in Amerika'da yaşadığını hatırlatan Arınç, "Türkiye'ye gelebilir ama kendi tercihi ile orada bir süre daha bulunmaya çalışacak. Burada olsa belki bazı olaylara müdahale etmesi, bazı olayları bizzat çözmesi ve dinlemesi mümkün olabilecek. Ama buradan oraya nasıl haber gidiyor, orası bundan nasıl etkileniyor, ben herkesin vicdanına bırakıyorum. Aynı şekilde Tayyip Bey'e, bize veya bir başkasına oradan haberler getiren insanların veya oradakilerin kötü olduğunu söylemeye çalışan bir takım yanlış, yamuk insanların yaptıklarını da doğru görmem ben. Onlar, 'duyduk ki şöyle söylemişler' diye bu tarafa geliyor veya yazıyor. Bizim hiçbir medya organında camia ile hükümet arasındaki ilişkileri bozabilecek, söz yarışına girmeye ihtiyacımız yok, bu bizi yaralar. Çünkü onlar siyasi nitelikli bir kurum değil" diye konuştu.

Muhalefetin olduğu gibi camianın da söz söyleme hakkı bulunduğunu belirten Arınç, "Onlar da iyi niyetle ikaz edebiliyorsa, iyi niyetle bazı eleştiriler yapıyorsa bu hakkın ben onlar için de şahsen varolduğuna inanırım. Yazacaklar, söyleyecekler" dedi. Arınç, ancak eleştiride ölçünün iyi niyetli ve dostane yaklaşım olduğunun da altını çizdi.

"O tarafı çok seviyorum, bu tarafın da içerisindeyim"

Arınç, şöyle devam etti:

"Hükümete, Başbakan'a veya bize yakın, kendisini böyle lanse eden bir takım insanların cemaati rencide edecek sözler, hareketler ve haber uçurmalar içerisinde olduğunu da biliyorum. Ben şimdi ortada durayım. O tarafı çok seviyorum, bu tarafın da içerisindeyim. Bu partinin kurucusu benim, birkaç kişiyiz. Dokuza beş kala ben bu partiye gelmedim. Hayatım bunun içerisinde geçti. Dolayısıyla bu hükümetin ayakta kalmasını, güçlenmesini ve önümüzdeki seçimlerde yüzde 50 değil, yüzde 60'ı bulmamızı istiyorum. Yüzde 60'ı bulalım ki bu bütün dünyaya örnek olsun. Bulabiliriz de. Şu anda bile, bu kadar olaydan sonra yüzde 52'lerin altına inmeyen bir siyasi parti hamdolsun ki yüzde 60'ı bulacak demek.

Benim tavsiyem şu olmalı; bir, camia, camia olduğunu bilmeli. Yaptıkları hizmettir, alkışlıyoruz, bütün gücümüzle, maddi, manevi bu hizmetlerin destekçisiyiz. Hükümet işi, bizzat Hocaefendi'nin sözdür, 'Hikmeti hükümettir. Hikmeti hükümete karışmak doğru değil'. Hikmeti hükümeti icra eden Başbakanımızdır, bizleriz bakanları olarak ve partimizdir. 'Bu neden böyle oldu, şu neden böyle oldu' gelip bunları sormak, öğrenmek imkanları var. Hatta bunu yazıya da dökebilirler. Ama bazı şeyleri bahane ederek hükümetin icraatlarını yüksek perdeden eleştirmek ve hatta birilerinin sevinmesine yol açmak doğru değil."

"Camianın hizmetlerine karşı en iyi duygular içerisinde"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın etrafı ateşle çevrili bir coğrafyadaki Türkiye'yi çok iyi yönettiğini, muhaliflerin de bunu farkında olduğunu ifade eden Arınç, hangi çevreden gelirse gelsin, onu incitecek, onun gücünü azaltacak girişimleri kabul etmeyeceklerini vurguladı.

İma yoluyla partiyi, partinin önemli kişilerini ve icraatlarını yerden yere vurmanın yakışık almayan bir tavır olduğunun altını çizen Arınç, "Biz inşallah bu ilişkilerimiz herşeye rağmen en iyi şekilde götüreceğiz. Ben de Başbakanım adına söylüyorum, o hem Hocaefendi'ye karşı hem bu camianın hizmetlerine karşı en iyi duygular içerisinde ama hikmeti hükümetin de başında. Dolayısıyla ülkeyi yönetirken onun tercihlerine, onun kararlarına hepimizin saygı duyması lazım" değerlendirmesinde bulundu.

"48 madde, Anayasa'nın çok önemli maddeleri değil"

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, demokratikleşme paketi üzerinde tüm hazırlıkların yapıldığını belirterek, "Eylül başladığında biz bu paketi, görüşmeye, tartışmaya bir ihtimal başlarız" dedi.

Demokratikleşme paketiyle ilgili Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gerekli açıklamaları yapacağını söyleyen Arınç, Erdoğan'ın şu anda bu konu üzerinde çalıştığını ifade ederek, "Şüphesiz bunu bir taslak haline getirmek, Adalet Bakanımızın işidir. O da kendi açısından buna çerçeve çizmeye, format koymaya çalıştı. Başbakanımız da bayram tatilinde bunun üzerinde, gerekiyorsa bizleri davet ederek, gerekiyorsa bazı bürokratları davet ederek ön görüşme istediği kimseler varsa, bunlarla istişare ederek, siyasi bir nitelik kazandıracak" diye konuştu.

Şu anda hukuki boyutuna ilişkin çalışma yaptıklarına işaret eden Arınç, bu çalışmanın iç politikaya, halka ve yurt dışına yönelik bir yansımasının da olması gerektiğinin altını çizdi. Arınç, eylülün ikinci, üçüncü haftasında gerekirse Meclis'in açılabileceğini aktararak, "Eylül başladığında biz bu paketi, görüşmeye, tartışmaya bir ihtimal başlarız. Sayın Başbakanımız da 'yok' demedi. Ama işler normal giderse 1 Ekim'i bekleyeceğiz" ifadesini kullandı.

Yeni anayasa çalışmalarına ilişkin de değerlendirme yapan Arınç, bu konuda "uzatmaların oynandığını" söyledi. Arınç, "48 madde, Anayasa'nın çok önemli maddeleri değil. Onlar da şüphesiz önemli ama daha çok iyi niyet maddeleri. Bundan sonra yasama, yürütme, yargı ve sistem tartışmaları olması lazım" şeklinde konuştu.

"Onların hepsi birileri için, kırmızı çizgilerdi" diyen Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Şimdi, zannediyorum onlarda da ufaktan böyle kenarından, köşesinden bazı maddelerde uzlaşma başlamış. İyi gittiğinin bir göstergesi olarak da şunu söyleyebilirim; Bugün Süheyl Batum'la bazı arkadaşlarımın zehir zemberek bir açıklaması oldu. Esasen, süreci bugüne kadar uzatan bir sorun var deniyorsa, CHP'nin üç komisyon üyesinden biri olan Süheyl Batum'dur, sonra da Atilla Kart'ı aramak gerekirdi. Kart, biraz daha iyi niyetli ama, çok tefarruatçı. Günlük olaylara çok fazla dalan bir arkadaşımız. Anayasa çalışması yapmak, saatler sonra aklına geliyordu. Süheyl Batum, zaten böyle bir anayasaya inanmayan, bunu sabote etmek için bu üçlü grupta her zaman marazi çıkartan bir insandı. Bugün bütün düşüncelerini artık ifade ettiğine göre, bir taraftan iyi gidiyor ki endişe duymuş, bir bildiri ile belki yol kesmeye çalışıyor. CHP içerisinde, bu 5 kişinin imzaladığı bildiriye, ben inanıyorum ki gülüp geçecekler. Anayasa çalışması, bundan sonra biraz daha gayretli ve biraz daha sonuca ulaşacak şekilde olacak ümit ediyorum."

"Çözüm süreci ilerliyor"

Çözüm süreci hakkında da değerlendirme yapan Arınç, sürecin yavaş ya da hızlı gitmesinden çok "ilerlemesinin" önemli olduğunu bildirdi. Arınç, "Çözüm süreci ilerliyor, yavaş ya da hızlılığın ötesinde. Bence, önemli olan da bu. Yerine göre duraklıyor, yerine göre biraz daha hızlanıyordu. Ama süreç geçen yıl aralık ayından sonra başlayan, ocak, şubat ve nevruzda daha da hızlanan bir ivme kazanan istikamette bence devam ediyor" diye konuştu.

Zor bir işe girdiklerinin altını çizen Arınç, travmaların yaşandığı bir konuda 30-35 yılda birkaç defa başa dönüldüğünü ifade ederek, "Hiçbirisinde sürecin başarıyla sonuçlanabileceğine ilişkin ümit vermeyen bir işin niyetlisiyiz. Niyet ayrı, akıbet ayrı diye inanıyoruz. Bu, bize neye mal olursa olsun, terörü sonlandırmak amacıyla hükümet olarak üzerimize düşeni yapacağımızı da ifade ediyoruz" değerlendirmesi yaptı.

Bu konuda birkaç yönlü zorluk olduğunu anlatan Arınç, şunları kaydetti:

"Şu anda bile karakol basmamak, mayın patlatmamak, bomba atmamak bir tarafa, bireysel olarak suç işlemelerin devam ettiği ama bunların absorbe edilebildiği bir güvenlik atmosferi içerisindeyiz. Gözyaşı, geçmişe göre yok denecek kadar. Ölenlerimiz, gazilerimiz, şehitlerimiz yok denecek kadar.

Hamdolsun örgütte de bütün baskılara, içten direnmelere, sağdan soldan 'siz, bu işten vazgeçin. Silahla ancak ayakta durursunuz, bunlara aldanmayın' telkinlerine rağmen, Öcalan'ın talimatına uyacaklarına ilişkin bir kararlılık görüyoruz. Bu kararlılık, içerden dışarıya söz verdikleri şekliyle, ne silahlı girişi az veya çok gösteriyor, eylemsizliği az veya çok gösteriyor ve 'artık silahlar sussun fikirler konuşsun, bundan sonrası siyasetle' deme sözünün daha da büyüdüğünü görebiliyoruz."

Yaklaşık 10-15 gün sonra Erbil'de yapılması planlanan Kürt Ulusal Konferansı'nın temelinde de şiddetin ve silahlı eylemlerin artık son bulması ve demokratik yollardan taleplerin öncelenmesinin gündeme geleceğini dile getiren Arınç, "Kritik bir toplantı. Çok fazla katılım var. Her düşünceden katılım var. Katılımcıların profiline baktığımızda silahı, şiddeti tercih edenler azınlıkta kalıyorlar, bildiğimiz kadarıyla. Bu hazırlıkları yapanların başında da Barzani var. Barzani de 'Silahlar sussun' diyen ve bunu 3-5 yıl öncesinden beri güçlü bir şekilde dillendiren ve Türkiye'nin bu çözüm sürecine en büyük desteği verenlerden birisidir" şeklinde konuştu.

Arınç, konferansta alınacak kararların gayri resmi olabileceğini, infaz icra kabiliyetleri olmayabileceğini ifade ederek, "Ama yazıya dökülen ve konuşulan her konu, bundan sonra sadece Türkiye'de değil belki çevrede de terör olaylarının bir şekilde bitmesi, önce Türkiye olarak kendi ülkemizi ilgilendiriyor. Bundan sonra, artık 'silah yok, şiddet yok, gözyaşı yok, silahlı eylem yok, bundan sonra siyaset var, fikir var, örgütlenme var, taleplerin demokratik yollarla gelmesi var' diye zannediyorum gelişmeler olacak. Bu gelişmelerden, umutluyuz" açıklamasında bulundu.

"Cemaat olarak kabul edilmek çok kötü bir şey değil"

Cemaatle bir gerilim olduğu yönündeki iddialarla ilgili haberlerin hatırlatılması üzerine de Arınç, Fethullah Gülen'i mayıs ayında ABD seyahatinde ziyaret ettiğini ve buna ilişkin açıklamaları daha önce yaptığını anımsattı.

Gülen'in, siyasi bir kişilik ve figür olmadığına dikkati çeken Arınç, şöyle devam etti:

"Cemaat olarak kabul edilmek çok kötü birşey değil. Cemaat, sosyoloji alanın bir varlığı. Ancak cemaat kelimesi, belki birilerini ürkütebilir veya birileri tarafından yanlış anlam verilebilir düşüncesiyle bazen camia diyorlar. Ama esasen onlara anlatabilmek için hizmet sözcüğü bence çok daha güzel. Özellikle eğitim alanında ve hayatın tüm alanlarında hizmete yönelik çalışmalar yapan bir manevi beraberlik. Yani, belli amaç doğrultusunda bir araya gelmiş, siyasi düşünceleri farklı bile olabilir, yaşantıları farklı bile olabilir. Ama o hizmetin o alanında bir hayır varsa, o hayrın işlenmesine yönelik bir beraberlik olarak görüyorum. Özellikle yurt dışındaki okul hizmetleri bunun sadece bir parçası. Hayatın her alanında büyük dernekleri var, büyük vakıfları var. Özellikle medyada, yazılı basında, televizyonda çok güçlüler. Tüm yazdıkları, söyledikleri ve gördükleri, özellikle Türkiye'nin, İslam aleminin, milletimizin ve bütün insanlığın hayrına yapılabilecek ne varsa, onları yapmaya çalışıyorlar. Ben, buna inanıyorum. Başkası inanmıyor olabilir."

Arınç, büyüyen ve gelişen bu camianın içerisinde sorunlar, farklı anlaşılmalar olabileceğine işaret ederek, şunları söyledi:

"Kendine yönelik bazı amaçları bulunanlar olabilecektir. Ne kadar genişlerseniz, ne kadar güçlenirseniz, ne kadar büyürseniz sizin içinizde yer almak isteyen ne kadar çok insan olursa, onların kendi kafalarındaki amaçlar doğrultusunda da bir takım işler ortaya çıkabilir. Bu, her zaman böyledir. Ben, Refah Partisi'nde, Fazilet Partisi'nde, Milli Selamet Partisi'nde siyaset yaptım. Biz, bir kitle partisi değildik. Biz, fikir ve ideoloji partisiydik. Mesela, bize gelmek isteyen bir insan veya bizim kendisine teklifte bulunduğumuz bir insan bize derdi ki 'ya siz çok iyisiniz ama ben namaz kılmıyorum ki. Yani bizim hepimizi neredeyse melek gibi görüyorlardı. Bunlar 5 vakit namazdan başka birşey düşünmezler. Bunların hepsinin eşlerinin başı örtülüdür. Bunların özel hayatları yoktur. Bunlar adeta birer derviş gibi yaşıyorlardır. Hayatımda bunları çok gördüm. Böyle görünmek çok kötü birşey değil de siyasi hayatın gerçeklerine uygun değil. O yüzden, biz Refah'ta ve Fazilet'teyken hangi sandıktan kaç tane oy çıkacağını bilirdik."

Manisa'da yıllarca siyaset yaptığını anımsatan Arınç, şunları kaydetti:

"Yüzde 3.5, yüzde 7.5, yüzde 11 ama Ak Parti'de biz yüzde 49'u bulduk. Farklılığı anlatmaya çalışıyorum. Alaybey'deki bir sandıktan, sandık açılmadan önce 3 tane çıkacak. O, 6 olmuşsa bayram yapardık, oyumuzu 'yüzde yüz katladık' diye. Çünkü, Hocamız, bize onu söylerdi. Oy 3-4 olduğunda başarıdır, 4-5 olduğunda başarıdır. Ama biz şimdi 300 seçmeni olan bir sandıktan 270 oy aldığımız zaman artık normal gibi görmeye başladık. Refah'ta, Fazilet'te bizim dindarlık noktasında söylemlerimiz de bunu gerektiriyordu. Yani Erbakan Hoca, 'İslam ortak pazarı dedikçe, Müslümanların kardeşliği' dedikçe, kendine hedefler koymuştu. Bu hedefler, kötü oldu, anlamında demiyorum, ama bu hedeflere yönelik siz siyaseti yönlendirmeye çalıştıkça, karşıdaki büyük kesim, 'bundan amaçları şudur' diye sizin yolunuzu, izini doğru bile kabul etse, bunu reel siyasetle bağdaştıramıyor, barıştıramıyor, sizi bir başka yere koyuyor."

AK Parti'nin ise kitle partisi olduğunu vurgulayan Arınç, şu anda 21 milyon 500 bin oy alan bir parti olduklarını söyledi. Arınç, 1995 seçimlerinde Refah Partisi'nin 1. parti olduğunu, ancak 6 milyon oy aldığını anımsatarak, AK Parti'nin ise yüzde 21.5 ile birinci parti olduğunu ve oylarının yüzde 50 olduğunu dile getirdi.

Arınç, "Neden? Çünkü, AK Parti, farklı bir parti. AK Parti'de herkes kendini temsil ve ifade edebiliyor. AK Parti'den herkes bir şeyler bulabiliyor. Bu kadar gelişince de 16 milletvekili çıkaran bir ilimizde, 355 tane aday adayı oluyor. Ben, böyle illere gittim. Bir sıraya bizim 30 tane aday yazacak halimiz yok, 16 tane yazacağız, bundan fazla yazamayız. Neden böyle? Çünkü, 'güçlü bir parti, tekrar iktidar olacak, ben kendime burada bir yer bulayım.' Güçlü, olana herkes gelir, güçlü olan da herkes kendini temsil etmek isteyebilir. Bu, camialar için de böyledir, başka şeyler için de böyledir" diyerek sözlerini tamamladı.

Bugün

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.