Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Diplomasinin yönü....

 

Birisi Cumhurbaşkanı Gül'e diğeri Başbakan Erdoğan'a ait iki cümle, Türkiye'nin yürüttüğü diplomasinin anahtarı niteliğinde.

Gül şöyle diyor:

"İsrail, tarihinin en önemli hatalarından birisini yaptı. İsrail çok pişman olacağı bir yanlışı yapmıştır. Bu yanlıştı ve bunun ne kadar büyük bir yanlış olduğunu ileride çok daha fazla anlayacaktır. Türkiye böyle bir saldırıyı asla affetmeyecektir. Bu politikaların başta İsrail olmak üzere kimseye bir faydası yok."

Erdoğan'ın cümlesi ise şu:

"İsrail en önemli dostunu kaybediyor."

Her cümlesi özenle seçilmiş bu iki ifadenin, başta Amerika olmak üzere, İsrail'in etkileyeceği ve Ortadoğu ile ilgilenen tüm alanlara hitap ettiği açık.

Bu ifadelerde İsrail'in yoksanması söz konusu değil.

Aksine, İsrail'in varlığını dikkate alan ama bu varlığın, en başta Türkiye'yi böylesine karşısına alarak yürüyemeyeceği tespitini dile getiren bir ifade bu...

Bir anlamda, dünya kamuoyu önünde reel-politik değerlendirmesi yapılıyor.

Ben, böyle bir değerlendirmeyi, Abdullah Gül'ün, taa Irak'ın işgali sürecinde yaptığını hatırlıyorum. Şöyle demişti:

"Bu, Pandora'nın kutusunun açılmasıdır."

Yani Amerika'ya "İçinden her türlü kötülüğün çıkacağı bir süreci başlatıyorsunuz, dikkat edin" demek istemişti.

Şimdi ne diyor:

"İsrail, tarihinin en önemli hatalarından birisini, çok pişman olacağı bir şeyi yaptı diyor. İleride bunu anlayacak diyor. Türkiye bunu asla affetmeyecek" diyor.

Bunun altında "Ey Amerika, hadiseyi doğru oku çağrısı var. Nasıl yaralandığımızı anla. İsrail yönetimi çok kötü bir şey yaptı. Bundan böyle bu İsrail'le olmaz. Eğer Türkiye ile İsrail'in ilişkilerinin doğru tanzimini önemsiyorsan, bu cinayeti çözmelisin. Seni, İsrailsiz bir çözüme çağırıyor değiliz. Ama bu coğrafya, Türkiye ile bile böylesine kanlı bir ilişki kuran İsrail'i kaldırmaz. İsrail Netanyahu'ya mahkûmsa, bu Amerika'nın da bölge ile ilişkilerinin tahrip olması anlamına gelir."

Başbakan Erdoğan'ın, "İsrail en önemli dostunu kaybediyor" sözü, "İsrailsizlik" politikasının değil, gözleri Netanyahu hükümetinin çarpıklığına çeken diplomatik atağın bir parçası.

Bu yaklaşımın Türk diplomasisi adına Amerika'ya sunulmuş bir çözüm paketi olduğundan kuşku yok.

Amerika'nın, "İsrail'in güvenliği" eksenli hassasiyetini de dikkate alan ama Ortadoğu coğrafyasının doğru tahlilini talep eden bir diplomatik tavır bu.

Şimdi bu tavrı Amerika'nın ne ölçüde değerlendireceği ve nasıl bir reel-politik oluşturacağı noktasına gelinmiş bulunuyor.

Geçen günlerdeki bir yazımda "Amerika kıvranıyor" diye yazmıştım. Belki "Obama kıvranıyor" demek daha doğru. Çünkü Obama gelirken, Amerika-Ortadoğu denkleminde bir fark oluşturabileceği ümidini ürettiğinin farkında idi. Onun için taa Türkiye'ye gelerek, Mısır'a giderek İslam toplumlarına seslenme gereği duymuştu.

Obama, CNN'e verdiği mülakatta Mavi Marmara vahşetini "trajedi" olarak nitelemiş, "İsrail'in güvenlik kaygısı"na temas etmiş, ayrıca bu trajedinin Filistin sorununun çözümü için bir fırsata dönüşmesini temenni etmiş. Türkiye'nin rol üstlenebileceğini söylemiş.

Aslında bu birkaç cümle Amerika'nın, problemin taa göbeğinde olduğunun idraki içinde bulunduğunu gösteriyor.

Obama ne demiş oluyor:

-İsrail'in güvenliği ilk mesele.

-Filistin sorunu çözülmeli.

-Türkiye burada önemli rol üstlenebilir.

Bu, Amerika'nın yeni düşüncesi değil.

Şimdi bu denkleme, tam da Türkiye'nin en merkezinde yer aldığı ve Türkiye Cumhurbaşkanı'nın "Bu yara kolay kapanmaz" dediği bir "trajedi" eklenmiş durumda.

Bir şey daha:

Türkiye-Amerika-İsrail ilişkisinde, bir de İran ukdesi var. Türkiye, İran konusunda da Amerika'ya, savaşsız, yaptırımsız, diplomatik bir çözüm imkânı sunuyor. Amerika da, İsrail de bundan rahatsız.

Ama Türkiye'nin hem Filistin konusundaki tavrı hem İran meselesine getirdiği diplomatik çözüm imkânı, dünyada önemli karşılık buluyor.

Bu durumda Amerika, sanki yeni Türk diplomasisi ile imtihan ediliyor.

Ortada şu sorular var:

Acaba Amerika ve İsrail ekseni, bu politikanın Gül-Erdoğan-Davutoğlu üçlemesine endeksli olduğunu mu düşünür?

Bu üçlemenin siyaseten tasfiyesini mi öngörür?

Yoksa "Ortadoğu'da hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak" tespitini önemseyip, bu reel politikanın sağlıklı olduğu görüşüne ulaşır ve bu üçlünün yönettiği Türkiye ile daha sıkı diyaloğa mı yönelir?

Bu soruların bir adım ilerisinde Amerika-İsrail ekseni, Kılıçdaroğlu CHP'si ile Bahçeli'nin MHP'sine ya da askere oynar mı sorusu da var.

Tabii onunda hemen yanında, CHP ile MHP ve asker, bir Amerika-İsrail ekseni provokasyonuna gelir mi sorusu duruyor.

Yazıyı son bir soru ile bitirelim:

-Acaba, 9 şehitle ilgili söylemlerin diplomatik bir karşılığı bulunduğu düşünülmeli mi?

Ahmet TAŞGETİREN

atasgetiren@bugun.com.tr

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.