Dr. Şakir Diclehan: Asırlık Rüyamız Gerçekleşiyor: Hattat Hamid Aytaç Yazı Okulu Ve Müzesi

Dr. Şakir Diclehan: Asırlık Rüyamız Gerçekleşiyor: Hattat Hamid Aytaç Yazı Okulu Ve Müzesi

Hat sanatı üstatlarının başında gelen ve eski yazıyı Cumhuriyet döneminde bin bir güçlüğe rağmen direnerek günümüze taşıyan, kültür ve sanat hayatının son yüz yılına adı altın harflerle geçmiş olan Hattat Hamit Aytaç’tan bahsediyoruz.

hattat-hamid-aytac-kultur-evi.jpg

Asırlık Rüyamız Gerçekleşiyor:

Hattat Hamid Aytaç Yazı Okulu Ve Müzesi

Ufukların bir kere daha aydınlanmasına neden olan, ışık saçan ve zamanı nurlandıran insanlar vardır. “İlahî Kitab”ı kendi elleriyle yazan İlahi sözü yazıya döken ve bütün bucaklara eskimez yazıyı taşıyan ihlas çeşmesi büyük sanat ve yazı ustalarıdır bunlar... Hat sanatı üstatlarının başında gelen ve eski yazıyı Cumhuriyet döneminde bin bir güçlüğe rağmen direnerek günümüze taşıyan, kültür ve sanat hayatının son yüz yılına adı altın harflerle geçmiş olan Hattat Hamit Aytaç’tan bahsediyoruz.

hattat-hamid-aytac.jpg

O dönemde “Hamid” adında iki ünlü insan vardır. Osmanlı coğrafyasında isimlerinin yanında vezir, paşa ve daha nicelerinin yüzlerce ve belki de binlerce “Hamid”i vardır. Bunlar içinde hiç unutulmamış ve unutulmayacak iki Hamid’den biri, kendisine “Şair-i A’zam” (Büyük Şair) unvanı verilen Abdülhak Hamid- ki kendisi ömrümüzün son demlerinde ismimizin sonuna bir “it” de eklediler diyen, onlarca eser bırakan ve ünlü “Makber” şiirinin yazarı... Diğeri ise, son dört asır boyunca İstanbul’a mal olmuş bir sanatı, hat sanatını, yani Eskimez yazıyı, bir Osmanlı sanatçısı olarak yeni kuşaklara aktarmış olan Diyarbekirli Hamid Aytaç…

Kimdir Hattat Hamit Aytaç: Asıl adı Şeyh Musa Azmi olan Hamid, eski adı Amid olan Diyarbakır’da 1891 yılında dünyaya gözlerini açar. Bu nedenle yazdığı yazıların altına “Hamid-i Amidi” imzasını kullanarak bu kente olan aidiyetini dile getirmekten büyük bir gurur ve şeref duyan biri... Bu takma adla ünlenen Hamid, soyadı kanunu çıktıktan sonra Aytaç soyadını alır, Yazı sevgisini ve ilkyazı derslerini, yetişmesinde büyük rolü olan Sıbyan mektebindeki (Çocukokulu/Anaokulu) hocası-sonradan Büyük Millet Meclisi’nin ilk dönem Diyarbakır mebusu olan Mustafa Âkif (Tütenk) Bey’den alır. Askeri Rüştiye (Askeri ortaokul)’ye kayıt olur. Bu okulda eski yazının çeşitli türlerini öğrenir ve yıl,1900’li yılların başını göstermektedir. Yani Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yıl dönümü… Diyarbekir’de bir ilkokul öğrencisidir bu ele avuca sığmayan çocuk… O zamanki adıyla Şeyhmus, 9 yaşında gözleri ışıl ışıl parlayan yaramaz bir şehir çocuğu… Diyarbakır’ın şehir çocuklarının yaramazlığı dillere destandır her zaman… Eline kamış kalem, yazmakta, çizmekte ve resim yapmaktadır bu çocuk... Kasap olan babası, derslerini ihmal ettiği gerekçesiyle azarlamaktadır kendisini…

Şeyhmus, Padişahın adını belki bir merek sonucu “Tuğra” şeklide yazmıştır. Okul yetkilileri tarafından çok beğenilen bu tuğra, Dersaadet’e, yani başkente gönderilir. Onun bu çabası, kısa sürede İstanbul'dan Diyarbekir'deki ilkokula takdirname ödülünün gönderilmesi ile sonuçlanır. Baba da, artık onu azarlamaktan vaz geçer ve böylece bu küçük yaştaki sanatçının önü açılır… Rüştiye ve İdadi (bugünkü adıyla ortaokul ve lise) öğrenimini tamamlamış, hayallerini süsleyen-birçok insanda olduğu gibi- büyük şehrin büyüsüne kapılarak İstanbul'un yolunu tutma peşindedir Şeyh Musa Azmi… Mekteb-i Nüvvab (daha sonra adı Mekteb-i Kudat’a çevrilen (Hukuk Fakültesi) kaydolur ve hukuk derslerini almaya başlar.

Ancak kader buna pek izin vermez ve ertesi sene babasının vefatı ile geçim derdine düşünce, okulu bırakarak matbaa işleri ile meşğul olmaya başlar. Bu arada Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin (Güzel Sanatlar Okulu) resim ve hât (yazı) kısmına devam eder ve çeşitli hocalardan dersler alır.

Yazıdaki yeteneği ve güçlü eli sayesinde kısa zamanda bu sanatta gelişim gösterince, 1908 yılında Haseki’deki Gülşen-i Ma’ârif Mektebi’nin resim ve yazı hocalığına tayin edilir. 1909’da açılan bir yarışma ile Rüsûmât Matbaası Müdürlüğü’ne (Gümrük Matbaası) geçse de, Sanâyi-i Nefîse, onun devamına engel olduğundan bir müddet sonra buradan ayrılarak Mekteb-i Harbiyye Matbaası’nın hattatlığını yapmaya başlar. Hacı Nazîf Bey’in vefatı üzerine ise, Erkân-ı Harbiyye-i Umumiyye’nin (Genel Kurmay Başkanlığı) ser-hattatlığına tayin edilir. Birinci Cihan savaşı yıllarında Almanya’ya gönderilen ve o zamanki adıyla Şeyh Musa Azmi olan hattatımız, orada haritacılık ihtisasını yapar.

Döndüğünde memurluk aylıkları düşük olduğundan Cağaloğlu’nda Hattat Hamid Yazı Yurdu’nu açarak daha önce kullandığı “Azmi” takma adını bırakarak artık “Hamid” takma adıyla yazılarını piyasaya sunmaya başlar. Bir müddet sonra da resmi görevinden tamamen ayrılır.

1928 yılında kitap, kültür ve yazı alanında bir deprem meydana gelir ve Harf devrimi, hattatların kalemlerini ellerinden alıverir. Daha uygun bir deyimle hattatların, kalemlerini kullanacakları bir yer kalmamıştır artık Cumhuriyet Türkiye’sinde… Kimisi ticaret, kimisi ziraat ve kimisi de memuriyete dönmeyi yeğlemiş ve hattatlık mesleği can çekişmeye başlamıştır.

Hattat Hamid Bey, on dört asır önce İslam’ın dördüncü Halifesi Hazret-i Ali’nin eliyle çekilmiş kamış kalemi kınına sokmaya gönlü razı olmaz ve bu vadide ender sanatçılardan biri olarak kalmayı başarır. Son nefesine kadar da yazar, çizer ve yüzlerce öğrenci yetiştirir ve kalemi elinden bırakmaz hiçbir zaman...

Talebelerinden birine: “Yavrum, Cenab-ı Hakk bu dünyaya beni vazifeli olarak gönderdi…” Bu sözler, "artık bitti" denilen bir zamanda, hat sanatını tek başına yok olmaktan kurtaran, dünyaca meşhur sanatçımız Hamid Aytaç’a ait…

Eğer 1930’lu yıllarda Hamid Bey, bir kenara çekilmiş olsaydı şimdi bu sanat ne Türkiye’de ve ne de dünyada olmayacaktı.

Evlilikleri: Evlilik, büyük insanlar için oldukça düşündürücü ve zihni meşğul eden bir konudur. Örneğin son çağda Seyit Kutup, Bediüzzaman Said Nursi ve Sezai Karakoç, hiç evlenmemişlerdir.

Hamid’in başından iki evlilik geçer. Tarihi kesin olarak tespit edilmese de birinci evliliği 1911 yılı dolayında Fatma Gülter Hanım’la gerçekleşir. Fakat bu evlilik pek uzun sürmez. Ve ayrılmak zorunda kalır. Rezzan Aytaç adında bir kızı dünyaya gelir onların bu evliliklerinden... Bu Hanımefendi’nin, Hamit Aytaç’ın vefatında cenazesine geldiğini ve sonradan ortadan kaybolduğunu söylüyorlar Hamid’in talebeleri. Onun ölümünden On iki yıl sonra da vefat eder.

Ünlü edebiyatçıların ve bazı büyük insanların evliliklerinin pek sürmediği bir realite olarak karşımız çıkmaktadır. Tahirü’l- Mevli’nin (1877-1951) evlilik konusunda yazdığı bir dörtlüğünü, Hamid Aytaç’ın kendi el yazısıyla yazdığını onun öğrencilerinden Edebiyat Fakültesinden değerli okul arkadaşım İsmail Yazıcı naklediyor:

“Evlenen bahra düşer, evlad, olsa ğark olur

Sen kenar-i bahri tut, evlenme, sultanlık budur

Tut ki evlendin kazayla sabredip artık otur

Bir bela başındadır, söylenme insanlık budur “

İkinci evliliği: 1915 yılında açılan “Medresetü’l-Hattatin” (Hattatlar Okulu) müdürü Arif Hikmet Bey’in vefâtı ile eşi Âdile Hanım’a intikal eden matbaayı devralarak, ortak olarak işletmeye başlayan Hâmid Aytaç, daha sonra onunla evlenerek iş ortaklığını hayat ortaklığına çevirir. Ancak evliliğinin yürümemesi ve 1960 yılında bu hanımdan boşanması üzerine matbaayı kapatmak zorunda kalır. Paşabahçe Cam Fabrikası için cam süslemeleri için yazılar yazar ve 1975 yılında buradan emekli olur.

Boşanma olayından sonra hayata küserek, Reşîd Efendi Hanı’nda mütevazi bir odaya yerleşip kendini, yegâne aşkı olan yazıya verir ve son demlerine kadar aralıksız yazılar yazmaktan geri kalmaz. Hastalıklar içinde ömrünün son zamanlarını geçirmek zorunda kalan bu büyük sanatkâr, 18 Mayıs 1982 tarihinde vefat eder. Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilen naaşı daha sonra Şeyh Hamdullah’ın ayakucuna nakledilir.

1916’ya kadar yazılarında “Şeyh Mûsâ Azmî”, “Mûsâ Azmî” veya sadece “Azmî”, bu tarihten sonra ise, Diyarbekirli oluşuna telmihen “Hâmidü’l-Âmidî” veya “Hamid-i Amidi” ya da yalnız “Hâmid” imzasını kullanır ve daha çok bununla tanınır ve ünlenir. Yetmiş beş yıllık sanat hayatının en parlak devresi 1920-1965 yılları arasına rastlar. Bu sürede ve sonrasında sayısız eser veren ve hayatını hattatlıkla kazanarak geçinen Hamit Aytaç’a, Hat sanatı ve kültürüne üççeyrek asra varan hizmeti ve katkıları sebebiyle İstanbul’da 1982 yılında Aydınlar Ocağı Bilim ve Sanat Kurulu tarafından “Üstün Hizmet Armağanı” verilir.

Hamit Aytaç, İslâm yazı sanatlarına yön veren ve İslâm dünyasının dikkatlerini Başkent İstanbul üzerinde toplamayı başaran büyük hattatlarının sonuncusudur. Ünlü bir söz vardır “Kur’an-i Kerim Mekke’de nazil oldu, Kahire’de okundu, İstanbul’da yazıldı.”

En önemli eserlerinden biri, satırlarda “Allah” lafızlarını alt alta getirerek, diğeri de Hasan Rıza Efendi’nin Mushaf-ı Şerifi’ni esas alarak yazdığı Kur’an-ı Kerîm’lerdir. Bunların ilki, 1974’te ve daha sonraki yıllarda İstanbul, Almanya ve Beyrut’ta, diğeri ise 1986 yılında İstanbul’da basılmıştır.

Yazı Mektebi ve Müzesi Fikri: Şu anda Mersin’de yaşayan kardeşimiz Mustafa Erim’in, danışmanı olduğu Kültür Bakanı Mahir Ünal zamanında onun girişimiyle İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’nde Hamid Aytaç’ın talebeleri, benim de naçizane katıldığım ve bu işe ilgi duyan 15 kişinin katılımıyla Süleymaniye Kütüphanesi'nde bir toplantı yapıldı. Fakat Bakan’ın siyasetteki ömrü buna yetmedi.

Bu işin o noktada kalmasına gönlüm razı olmadı ve daha sonra Kültür Bakanlığına gelen Nabi Avci zamanında bu değerli Bakan’dan randevu talep ederek Ditav (Diyarbakır Tanıtma ve Araştırma Vakfı) İstanbul Şubesi Başkanı kültür ve düşünce dostu Av. Aydoğan Ahiakın’la birlikte Sabancı Öğretmenevi’nde Bakanla üç saate yakın sürede konuyu enine boyuna konuştuk ve tartıştık. Nabi Bey: “Diyarbakır’dan alternatif olarak Sur içinde bize üç ev bulun, bunlardan birini hemen satın alıp bu işe tahsis edelim dedi.

O zaman da Diyarbakır Sur içinde olaylar başlayınca, mıntıkaya girip bu işe yararlı evleri tespit imkânımız olmadı ve bu projenin takipçisi olarak defalarca Kültür bakanlığında Müsteşarlar düzeyinde temaslarım sürdü.

“ALLAH” YAZANI ATEŞ YAKAR MI?

“Hattat Hamid, çok sevdiği hat sanatı yasaklanınca âdeta hayata kahreder, fakat asla küsmez. Ankara Caddesi’ndeki Reşit Efendi Hanı’na çekilir”. Hanı, Ermeni bir vatandaştan satın alan kişi: “Hoca, burada ölene kadar yaz” der Hamid Aytaç’a… Hamid Hoca da yaklaşık 40 sene boyunca sanatını orada icra eder. Yazıhanesi ufacık bir yerdir, bir yazı masası ve çekyatın olduğu odada adım atacak yer bile yoktur. İki defa o han yangın tehlikesi geçirir. Hatta bir defasında alevler Hamid Hoca’nın katına doğru ilerler. Ancak o, “Allah kelamı yazanı ateş yakmaz” diyerek yerinden ayrılmaz ve kıl kadar da zarar görmez.

RÜYAMIZ GERÇEKLEŞİYOR: Son olarak Diyarbakır’a vali Münir Karaloğlu atandı. Kültür ve sanata karşı sevgisi olan Vali, Diyarbakır Dağ Kapısı’ndaki iki burcu, bu iş için tahsis etti. Şimdi Büyük Şehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanı Sayın Ali Çelik ve ekibiyle Hamid’in kırkıncı ölüm yıl dönümüne (18 Mayıs 1982) denk gelen günlerde onun şanına layık olacak şekilde İstanbul’dan yollamış olduğumuz isim listesinde yer alan talebelerinin katılımıyla oldukça yararlı ve ilgi çekici bir Çalıştay düzenlenecektir inşallah…

Allah’ın yeryüzündeki halifeliği, inanmış ruhları kutlu bir safta toplamayı ve güzel kararlar almayı gerektirdiğinden, inanmış insanlar seve seve bu görevi yapmanın heyecan ve coşkusunu yaşamak için yarışacaklardır. Böylece tarihe değerli bir armağan olarak Diyarbakır’a hem Hattat Hamid Hat Mektebi (Yazı Okulu) ve hem de Hamid-i Amidi’nin Müzesi armağan edilmiş olacaktır…

Not: Unutulmaz hatıralara şahitlik eden İstanbul/Cağaloğlu’ndaki Reşit Efendi Hanı’nın, Hattat Hamid Aytaç müzesi olmayı ziyadesiyle hak ettiğini düşünüyor, hayal ediyor ve beklenmeye alındığının müjdesini vermek istiyorum. Bir İnançlı kardeşimiz tarafından satın alınan ve tasarlanan bu güzel yerin müjdesini de-bir taşla iki kuş vurma misali- kısa zamanda vermek dileğiyle Hayırlı Ramazanlar…

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler