Eski bir Sabetayist, Sabetayistleri Deşifre ediyor: Ilgaz Zorlu’nun itirafları

Eski bir Sabetayist, Sabetayistleri Deşifre ediyor: Ilgaz Zorlu’nun itirafları
Ilgaz zorlu açıklamalarından dolayı mahkemede yargılandı ve savunmasını ayrıntılı olarak yaptı. Aşağıda Sayın Ilgaz Zorlu’nun Türkiye’deki Sabetayistlerin maskesini indiren mahkeme savunması dosyasını sunuyoruz.

Eski bir Sabetayist, Sabetayistleri Deşifre ediyor

Sabetaistliğin kurucusu Sabetay Sevi’nin soyundan gelen torunu Ilgaz Zorlu, Rahşan Ecevit’in asıl isminin “Raşel” ve Sabetayist olduğunu açıkladı.

– Benzer şekilde Gazeteci Mehmet Barlas’ın eşi
Canan Barlas için de Sabetayist asıllı açıklamasını yaptı.

– Türk Masonlarının büyük çoğunluğu Sabetayistlerin “Kapani” kolundan geliyor.

– Fahri Korutürk başta olmak üzere Türkiye’de seçilen Cumhurbaşkanlarının önemli bir kısmı da Sabetayist idi.

– Türkiye’de “İslam inancını” baskı altına alarak devre dışı bırakmayı amaçlayan “katı Laiklik” söylemleri ve "Atürkçülüğün dine karşıymış gibi gösterilmesi"nde Sabetayistlerin önemli yönlendirmesi var.

– Türkiye’de ordu kumandanlarından önemli bir kısmı da Sabetayist inancına bağlı.

– İstanbul’da Sabetayistler için Bülbülderesi mezarlığı var. Ve ilginç yazılar görüntüler yer alıyor.

Önemli Not : Ilgaz zorlu açıklamalarından dolayı mahkemede yargılandı ve savunmasını ayrıntılı olarak yaptı. Aşağıda Sayın Ilgaz Zorlu’nun Türkiye’deki Sabetayistlerin maskesini indiren mahkeme savunması dosyasını sunuyoruz.

ILGAZ ZORLU’NUN MAHKEMEYE SUNDUĞU SAVUNMASI

1- Evvel emirde belirteyim ki, dava dilekçesinde gazeteden alıntı yapılarak bana atfen, davacı tarafa hakaret ettiğim iddia edilen sözlerin hiçbir yerinde hakaret yoktur, aynı kanaati halen taşıyorum, sorulsa yine aynı cevapları veririm.

2- Gazete yayını 04.05.2000 tarihinde gerçekleşmiştir, dava ise 9 ay geçtikten sonra açılmıştır. Dava dilekçesindeki alıntılanan cümlelerin sonu “ … çabaları olmuş mudur?” , “… yer almış mıdır?” , “ rolü olmuş mudur?”, “…Devlet neden ….. soruşturma açmamaktadır” şeklindeki sorularla bitmektedir. Yani davacı tarafa sorular yönelttim. Niçin bu sorulara cevap mahiyetinde veya gerçekle ilgisi yoksa ilgili gazeteye “TEKZİP” gönderilmemiştir. Tekzip edilmemesi bu vakıanın gerçekliğine işarettir. Davacı taraf başka yöntemlerle beni susturamayacağını anlayınca bu kez yargı yoluyla şansını denemeye çalışmaktadır. Dava dilekçesindeki “davacı bu bedele hak kazanması halinde bedelin tamamını gönderilmemiştir?

3- Davacı vekilinin, dava dilekçesinde benden ve diğer davalılardan “sanık” diye söz etmesini anlamlandıramamakla beraber, bunu sayın mahkemeyi etkileme gayreti olarak yorumlamaktayım. Zira dava dilekçesinde gazete haberleri arasından özellikle belirli bölümleri çekilen cümleler dahi “hakaret” içermemektedir, davacı vekili bu hakikati gölgelemeye çalışmaktadır. Bunların hiçbirisi değilse o zaman hukuk mahkemelerinde bu tabiri kullanmak, anlamını bilmemektir.

4- Ben sayın Can Paker’e hakaret etmedim. Ben sadece kamuoyunda meydana gelen ve Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak ile Yeni Şafak Gazetesi yazarı Mehmet Barlas arasında vuku bulan sabetaycılık tartışmalarında, milletimizin gerçekleri görmesi için açıklanması şart olan bazı gerçekleri açıkladım. Bu konunun en iyi anlaşılabilmesi için; meydana gelen olayların tarihi sürecinin tam olarak bilinmesi gerekmektedir. Bu da özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sabetaycı cemaatin resmi adayı olan Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı sayın İsmail Cem’in etrafında dönen tartışmalar sonucunda kendisinin seçilememesi üzerine bu cemaate mensup olan kişilerin başlattııkları bir kampanyanın neticesidir. Bu sebeple hiçbir hakaret isnadı olmayan ve tamamen bana ait olan ifadelerin açıklanmasını savunmamda yapacağım. Yalnız dava öncesinde bir kuşkumu dile getirmek isterim: Kendisi de sabetaycı kökenli olan sayın Rahşan Ecevit’in 1970’li yıllardan itibaren kurduğu ve bugün Türkiye Devleti’nin hükümetinde bulunan bu siyasi ekibin dikkatle incelenmesi gerekmektedir.Türkiye Cumhuriyeti’ni bir başka ülkenin mandası altına sokma fikrinde olan bu kişiler; Can Paker, Prof. Asaf S. Akat, Kemal Derviş, Hasan Bülent Tanla , Prof. Ahmet Yücekök isimli kişllerdir. Sayın Devlet Bakanı Kemal Derviş Türkiye’ye geldiğinde basında da yer aldığı şekilde İstanbul’da Sayın Paker’le uzun uzun görüşmeler yapmış, sayın Asaf S. Akat’ın evinde misafir olmuş ve ekte fotoğrafları verilen Şişli Terakki Vakfı Genel Kurulu üyeleriyle de muhtelif ilişkiler kurmuştur. Bu sebeple Devletin en önemli kademelerinde yer alan bu kişilerin sayın Mahkemeniz üzerinde baskı yapabilecekleri kuşkusu ve korkusu içindeyim.

5- Davacı taraf dava dilekçesinde yer alan “aktüel hiçbir özelliği bulunmayan, tarihin derinliklerinde kalmış, “sabetaycılık olayını kaşımak” tabiri ile sabetaycılığın varlığını kabul etmişlerdir. Yine bu davayla birebir alakası olan ve halen İstanbul Adliyesi’nde devam etmekte olan Terakki Vakfı’nın davacı olduğu davalarda da yer alan “hiçbir özelliği ve cemaat etkinliği kalmamaış olan Sabetaycılık” ifadelerini de kullanmak suretiyle Sabetaycılığın bir cemaat olarak varlığını kabun etmiş olmaktadırlar. Bu şahıslar Sabetaycı kökenlidirler ya da en azından evlilikler yoluyla sabetaycı cemaate girmişlerdir ve kendileri devlet içerisinde Silahlı Kuvvetler’den dışişleri bakanlığına kadar pek çok alanda birebir örgütlenme suretiyle adeta bir derin devlet yaratma amacındadırlar.

6- Yine aşağıda ayrıntılı olarak anlatacağım gibi yazılarım hiçbir hakaret değeri içermediği gibi Türkiye’de halen varlığını sürdüren ve Türkiye Siyaseti’nde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bazı lobileri kullanmak maksadıyla müdahale edilmesini sağlayan, dış ülkelerde kendini “Türkiye’de baskı gören gizli yahudiler” olarak lanse eden ve bu yolla bazı menfaatleri temine çalışan bu kişilerin varlıklarını Türk kamuoyuna ve Türkiye’nin yetklili mercilerine duyurmayı da tarihi bir bir görev olarak addetmekteyim. Maksatları Türkiyeyi bölerek onu tamamen bir dış ülkenin hakimiyetine sokmak isteyen Sayın Can Paker’in de içinde bulunduğu “sabetaycı kökenli liberal sol” lobinin tüm maksatlarının ayrıntılı olarak açıklanmasnı amaçlamış bulunmaktayım.

7- Sayın Can Paker’in dava dilekçesinin 1.Sayfasının ilk paragrafında yer alan şu sözleri şayanı dikkate muciptir. “ Müvekkilim hali hazırda –uzun senelerden beri sürdürmeke olduğu “Türk Henkel A.Ş.”nin genel Müdürlüğünü yapmaktadır. 1942 doğumlu ve iyi tanınan bir işadamı olan müvekkilimiz, bu seçkin konumunu elde etmek için iyi bir eğitim aldığı gibi bunu tamamlayıcı derin ve zengin ruh ve kişilik gelişmesine yönelik çeşitli meşakkatli deneyimleri de yaşamak zaman zaman da adeta katlanmak zorunda kalmıştır” ifadeleri Anayasa’nın 10 maddesinde yer alan “ Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınanamaz“ şeklindeki ifadelere açıkça aykırıdır. Sayın Paker kendini adaletin üstünde Türk Milleti’nin üstünde bir kişi gibi görmekte ve adeta mahkeminizi etki altında bırakacak şekilde hareket etmektedir. Fakat tarih önünde bir hakikat vardır, sabetaycı liberal sol grup olarak adlandırabileceğimiz ve Rahşan Ecevit’in uzun yıllar boyunca çabaları sonunda kurulan bu grup kendisini Türkiye’de diğer insanların üstünde addedilmektedir. Uzun yıllar boyunca cemaat mensubu olan Prof. Sahir Erman gibi ceza hukukçularının bilikişilik görevleriyle beraber bu kişiler hakkında herhangibir dava açılamamış, “ben Türküm” demenin neredeyse suç kabul edilerek T.C.K nın 312. Maddesine kapsamında değerlendirildiği ve kişilerin cezalandırıldığı ülkemizde “Ben Sabetaycıyım Baskı Görüyorum” sözlerini ABD’de bir gazetede açıklayan ve Türkiye’de günlerce Hürriyet Gazetesi’nde sözleri konu olanHalil Bezmen gibi bölücü sabetaycılara hiçbir şey yapılamamamıştır. Eğer bu sözleri bir kürt asıllı ya da ermeni asıllı bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı söyleseydi D.G.M Savcıları bu kişiler aleyhinde davalar açmazlar mıydı? Aralarında Tansu Çiller, İsmail (Şmuel) Cem İpekçi, Rahşan (Raşel) Ecevit, Kemal (Samuel) Derviş gibi Türkiye’nin yönetim kademelerine gelmiş kişilerin bulunduğu bu cemaate mensup olan kişiler Türkiye Devleti’nde, devletin ve anayasanın üstünde muammale görmektedirler. Bu husus Türkiye’de azınlıklara baskı olduğunu sık sık tekrarlayan Avrupa memleketleri karşısında mutlaka ve mutlaka bilinmesi gereken bir husustur. Bu cemaat mensubu kişiler hakkında en küçük bir soruşturma açılabilmesi dahi mümkün değildir. Devlet bu kişilerin sözleri ve eylemleri karşısında eli kolu bağlı durumdadır.

8- Ben Türkiye Musevi Cemaati’nin bir üyesiyim. İsrael’de ünü tüm dünya yahudi cemaatlerince bilinen Yavne Kibutzunda yahudi dini ve tarihi eiğitimi almış bir kimseyim. Bu sebeple aldığım dini eğitim gereğince Tanrı’nın mukaddes kitabımız Tevrat’ta belirttiği on emrin içinde yer alan “asla yalan söylemeyeceksin“ emrine de sıkı sıkıya uymak zorunda olan bir kimseyim. Bu sebeple hiçkimse hakkında yalan beyanatta bulunmam ve iftira atmam sözkonusu değildir.

9- Uzun bir süreden beridir bazı araştırmacı yazarlar benim özellikle yıllardan beridir aralıksız olarak savunduğum sabetaycılığın bir yahudi tarikatı olduğu şeklindeki iddialarımın kamuoyunda islamcı tabir edilen medya tarafından antisemitizm maksadıyla kullanıldığını ve benimde buna alet olduğumu belirtmişlerdir. Oysa 1990 lı yıllarda da bazı yazarlar benim İsrael Devleti’nin ajanı olduğum iddialarını ortaya atmışlardı. Tüm bu haksız isnatları yanıtladım, ancak aşağıda sunacağım savunmam sonrasında yine özellikle bazı araştırmacıların beni antisemit olmakla suçlayacaklarının bilincindeyim. Savunmam sırasında sık sık yineleyeceğim bir noktayı burada ele almak istiyorum. Bu savunmada özellkle altını çizerek belirtmek istiyorum, bir kimsenin geçmişi ve kökeni nedeniyle eleştirilmesi çok açık bir biçimde ırkçılıktır, böyle bir şekilde insanların itham edilmesi de ortaçağ zihniyetidir, . Ama bir kişi kendisi ile aynı kültürel özellikleri gösteren, kendisi ile aynı kökenden gelen kişilerle işbirliği yaparak bir gruplaşma içine giriyorsa bu tabiiki toplumbilimin ilgi alanına girer, ama bu davada beni suçlayanların yaptığı gibi bir örgüt kurarak devletin düzenini bir başka ülkenin çıkarlarını gözeterek değiştirme amacı güdüyorsa bu devletin ilgili organlarının araştırması gereken bir iştir. 1919 yılından beri başlayan Atatürk’ün Nutuk isimli eserinde açıkça belirtilen bir başka ülkenin himayesini arzulayan (manda özlemi) bu kişilerin amaçlarının mutlaka ama mutlaka engellenmesi gerekmektedir. Bu sebeple Türkiye’ye gönülden bağlı bir sabetaycı asıllı yurttaş olarak Sayın Bay Paker’in bana atmaya çalıştığı hakaret iddialarına karşılık ben de elimden geldiğince gerçekleri bilebildiğim kadarıyla burada zikredeceğim Şu anda Şişli terakki Vakfı ve Haluk Arığ isimli Vakıf Başkanı tarafından hakkımda suç isnadı ile açılmış onaltıya yakın ceza ve hukuk davası mevcuttur, toplam 400 Milyar TL ye yakın bir tazminat talepleri mevcuttur. Oysa bilerek, isteyerek ve devlet içindeki güçlerini kullanarak bu kişiler açık ve seçik olarak adaleti yanıltma gayreti içindedirler.Er ya da geç hak yerini bulacak ve mutlaka günün birinde Rabbin yardımıyla bu grubun elindeki güçten korkmayan vicdanlı kamu idarecileri ortaya çıkacak ve gerekli işlemleri bu kişiler hakkında yapacaklardır.

ESASA İLİŞKİN AÇIKLAMALAR:

Bu davanın en iyi şekilde anlaşılabilmesi için bir kaç hususun özellikle belirlenmesi gerekmektedir. Bu hususlar benim savunmamın temelini teşkil etmektedir.

1- Öncelikle ben kimim ve benim hakkımda davalar açılmasına neden olan olaylar nelerdir ?

2- “Gizli bir yahudi tarikati” olan Sabetaycılık nedir, bu davayla ilgisi nereden gelmektedir?

3- Bu dava ile birebir ilgisi olan ve Terakki Vakfı üyesi olan sayın Can Paker’in de içinde bulunduğu bir sabetaycı örgüt tarafından Sabah Gazetesi sahibi Dinç Bilgin’e ve onun ortağına muvazallı bir şekilde kiralanmaya çalışılan Şişli Terakki Lisesi’nin Nişantaşında bulunan ve değeri maddi olarak tespit edilemeyecek kadar büyük olan binasının , bu davayla ve sabetaycılıkla ilgisi sebebiyle, bir sabetaycı eğitim kurumu olan Şişli Terakki Lisesi’nin Tarihçesinin burada kısaca ele alınması gerekmektedir.

4- Can Paker kimdir? Gerçek vazifesi nedir? Kendisini kamuoyunda saygın bir işadamı olarak takdim eden ve Türkiye Cumhuriyeti’nde bazı güçler tarafından başbakanlığa hazırlanan bu kişinin gerçek maksatları nelerdir?

I-BEN KİMİM KONUYLA İLGİLİ KAYNAKLARIM NELERDİR?

Ben anne tarafından “ Sabetaycı kökenli” bir aileye mensup olarak doğmuş ve dolayısıyla “Yahudi” ve “ Musevi Dinine İnanan” bir kişiyim. Tüm hayatım boyunca “ Sabetaycılığın Musevi Dininin ve Musevi Kültürü’nün Bir Parçası” olduğunu savundum, bu sebeple nüfus kağıdımda yer alan din hanemi değiştirmek için yargıya başvurdum, taleplerim tarihinde Mahkemesi tarafından kabul edildi, Nüfus Cüzadanıma dinim Musevi olarak yazıldı ve bu karar da Türkiye Hahambaşılığı tarafından da tasdik edildi. Bugün artık Türkiye Yahudi Cemaati’nin bir üyesi konumundayım. Türkiye’de kamu yönetimi alanında tamamladığım üniversite eğitim sonrasında İsrael’de Tevrat’ta da adı geçen ve bugün Yavne Kibutzu’nun içinde yer alan “Yavne Din Okulu” nda bir yıla yaklaşık bir süre ile “Yahudi Din ve Tarih Eğitimi” aldım. Bir dine inanmış olduğunu söylemekle hakikaten inanma arasındaki farkı da bilmekteyim. Bu sebeple Türkiye’de müslüman olduğunu söyleyerek başta A.B.D olmak üzere Avrupa ülkelerinde “Türkiye’de baskı gördükleri için fizli yahudi kaldıklarını belirten” sabetaycı cemaatin bu davada adı geçen üyelerinden faklı olarak ben açık ve seçik olarak yahudi olduğumu bildirmiş ve bunu da mahkeme kararı ile tescil ettirmiş olmaktayım.

Eski Sabetayist Ilgaz Zorlu'nun"Evet, Ben Selanikliyim" isimli kitabı

Sabetaycılık konusunda, savunmamın ekinde verdiğim çeşitli lisanlardaki makalelerden de anlaşılacağı gibi onyedi yıla yakın bir zamandır yapmış olduğum araştırmalar Jerusalm Report, Jerusalem Post, Ha’Ertz, Yeruşalayim gibi dünyaca tanınan ve saygı gören basın organlarında yayımlanmış, hakkımda internette onlarca site açılmış, pek çok araştırmacı beni ve eserlerimi kaynak olarak göstermiştir.

Sabetaycılıkla ilgili yaptığım çalışmalarımı “Evet Ben Selanikliyim” isimli kitabımda topladım. Bu kitap Türkiye’de ve dış ülkelerde olumlu tepkiler gördü, satış rakamlarına göre onbinden fazla okura ulaştı. Sabetaycılık konusundaki çalışmalarımla ilgili olarak dünyaca ünlü tarihçimiz Ankara S.B.F Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı şunları yazmaktadır: “Bugün sabetaycılar henüz kendilerini açılamaz, bu inanç üzerinde bir araştırma yapıp yayınlamaz. (Tek istisnanın ama hakikaten tek istisnanın Tiryaki ve Toplumsal tarih gibi dergilerde yazan Ilgaz Zorlu olduğunu takdirle belirtmek gerekiyor) (Tiryaki Mayıs 1998 Sayı:24)

Yine Türk kültür dünyasının önde gelen ismi ve Atatürk İlkelerinin Yılmaz Savunucusu olan Prof. Dr. Selçuk Erez Bey’de kitabımla ve şahsımla ilgili şunları yazmaktadır: “İlk defa Ilgaz Zorlu, bu konuyu bilimsel ve objektif bir açıdan ele almış ve çeşitli nitelikleri ile incelemiştir. Kudüs’te sabetaycılığın önemli kaynaklarının korunduğu Ben Zewi Enstitüsü’nde yaptığı araştırmalar ve sabetaycı ailelerle yaptığı belge ve bilgi biriktirme amaçlı görüşmeler bu konuda yeterli bir düzeye ulaşılmasına yol açmıştır.” (Cumhuriyet Dergi 30.08.1998 s:19 )

Sabetaycılk gibi tarihte çok önemli roller üslenmiş bir cemaatle ilgili olarak şu anda çalışan akademisyenler de dahil olmak üzere araştırma yapan ve otorite kabul edilen dünya çapındaki on araştırmacıdan biri olduğumu bildirmek isterim.

Sayın Nafiz Can Paker tarafından hakkımda ortaya atılan iddiaların tam olarak mahkemenizin sayın heyeti üzerinde bir kanaat teşkil edebilmesi için Sabetaycılk konusunun tüm yönleri ile ele alınması ve Türkiye’nin yönetiminde çok etkili olan bu cemaat hakkında eldeki mevcut bilgilerin bu mahkeme kanalı ile resmen Türkiye Cumhuriyeti kayıtlarına girmesinin sağlanması gerekmektedir. Zira bu cemaat üyeleri gizli yahudidirler, Türkiye kamuoyunda gündemi oluşturacak şekilde bir gruplaşma halindedirler ve ne yazık ki maksatlı olarak bazıları 1919 dan beri süregelen bir cemaat politikası neticesinde Türkiye’nin bağımsızlığını ve bölünmez bütünlüğünü hedef alaarak bir başka ülkenin yönetimi altına sokulmasını istemektedirler ve bu amaçla da gizli bir örgüt üyesi gibi çok mühim çalışmalar yapmaktadırlar. Bu yönü ile bu dava tarihi bir öanlam taşımaktadır. Çünkü benim temel iddiam “Sabetaycı kökenli olarak bir gizli cemiyet oluşturan ve Türkiye siyasetinde ve devletinde önemli yerlere gelenkamuoyunda liberal solcular olarak tanınan ve hemen hemen hepsi ya köken olarak sabetaycı olan ya da evlilikler yoluyla sabetaycı cemaate girmiş kişilerden müteşekkil olan bu örgüt Türkiye devletini ele geçirme gayreti içindedirler”. Oysa bu cemaat dini vasıfları olan bir cemattir ve yahudi dini kuralları gereğince de bu tip faaliyetlerde bulunması yasaktır. Tevrat’ta yeralan yaşadığınız ülkenin kurallarına uyacaksınız ayeti ile de bunun bir dini manası da vardır. Bu kişiler ve kendilerine kan bağı ile bağlı olan akrabaları; Türk Basını içinde kökenleri 1919 lara kadar dayalı bir şekilde bir menfaat grubu oluşturmuşlardır. Aynı şekilde Şişli Terakki isimli bir cemaat okulunun da yönetiminde bir arada bulunmak suretiyle hiçkimsenin dikkatini çekmeden bir örgütün faaliyetlerini sürdürmektedirler. Sabetaycıların ondokuzuncu yüzyılda aynı gizli örgüt mantığı ile yeraldıkları Mason Locaları, Melami Tarikatı ve İttihat Terakki Partisi bugün yerini Şişli Terakki Lisesi’ne bırakmıştır. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir okulmuş gibi algılanan bu okulun yönetiminde yeralan Prof. Asaf Savaş Akat, Prof. İlter Turan, Prof. Ahmet Yücekök, Dr. Nafiz Can Paker bugün Türkiye yönetimine hazırlanan ve perde arkasında da çok ciddi politik ilişkileri olan kişilerdir.

Sabetayist Asaf Savaş Akad

Yine kendisi de Sabetaycıların Yakubi Grubu’na mensup olan ve kamuoyunda “banka hortumlamak” olarak anılan bir suçtan yargılanan ve halen cezaevinde olması gerekirken bir takım doktor raporları ile hastanelerde beşyıldızlı otelerdeki konfor içinde yaşayan Dinç Bilgin’e ve ortağı Nevzat Ak’a da, bu ekip Şişli Terakki Lisesi’nin çok kıymetdar bir mülkünü ucuz yolla kullanıma vermeye çalışmaktadır. Okul binası, binamız, Selanik’te cemaat gençlerine din eğitimi verme maksadıyla kurulmuş olan bu güzide eğitim yuvası bu çete tarafından açık ve seçik olarak tasarruf edilmeye çalışılmaktadır.

Rabbe inanan hiçbir vicdan sahibi kimse atalarımızın duaları ve dini çabaları ile kurulmuş olan ve altında uzun yıllar ibadethanelerimizin bulunduğu bu binanın haksız tasarrufuna sahip çıkmayacaktır, çıkmamalıdır da. Bu konuda mahkemenizde bir hakem konumunu üslenmektedir, zira Nafiz Can Paker isimli iyi eğitim almış ve Türkiye’de ki tüm insanların üstünde olan bu yurttaşımızda sadece kökeninden dolayı okulla hiçbir bağı ve ilgisi bulunmadığı halde kaydı hayat şartı ile mütevelli heyetine seçilmiştir. Kendi ifadelerinde de belirttiği gibi hiçbir görev almadığı bu okulun Genel Kurulu’nda neden bulunmaktadır?

Ben tamamen üçyüz elli yıldır devam eden ve kökenleri 5760 yıllık musevi dininin prensiplerine dayanan inançlarımıza bağlı kalarak bu eğitim yuvasının ve dini merkezin üzerinde yapılmaya çalışılan haksızlıklara karşı Türk Basını kanalı ile bir kamuoyu yaratamaya çalıştım, bundan dolayı da vicdanen rahatım, Rabbin de bana yardım edeceğine tam ve kesin bir imanla inanmaktayım. Bu olaya adı karışan sabetaycılar İstanbul’un farklı mahkemelerinde şahsıma karşı açtıkları davalar yoluyla beni haberdar etmeden benle ilgili sahte adresler vermek suretiyle bilgim dışında hareket ederek, beni çıkarmaya çalıştıkları gıyabi tutuklama kararları ile tevkif ettirerek susuturma gayreti içindedirler. Almış olduğum dini eğitim ve cemaate bağlı kişiliğim sebebiyle, bu haksız tasarruflara karşı kayıtsız kalamazdım, kalmadım da, bu kişilerin devlet içindeki gizli güçlerini bilmeme rağmen tamamen Rabbe inanarak bu haksızlığı gidermeye ve dinimizi kurtarmaya çalıştım, asla pişman değilim. Mensubu olduğum ve bundan da büyük bir gurur duyduğum Aziz Türk Milleti, milletim bana haklıların ve mazlumların yanında yeralmayı öğretti.

Sayın Nafiz Can Paker’in şahsıma karşı açmış olduğu davanın özellikle kendi ikametgahı olan Kadıköy semti adliyesi’nde açılmış olması dikkat çekicidir. Zira bu dava salt benim yazmış olduğum sabetaycılık yyzılarından kaynaklanmamaktadır. Bu davanın esası; yaklaşık iki yıla yakın bir zamandır İstanbul Asdliyeleri’nde devam eden bir yolsuzluk hakkındaki ceza ve tazminat davalarının bir uzantısıdır. Bu sebeple bu davaların esbabı bilinmeden şahsımın içine düşürülmek istendiği durumu tam olarak anlayabilmek mümkün değildir.

Sayın Can Paker kuruluşu 19. yy’ın sonlarında Selanik’e dayanan Terakki Mektebi’nin bugün Türkiye’de ki şekliyle Terakki Vakfı’na ait olan Şişli Terakki Lisesi’nin bağlı olduğu Terakki Vakfı’nın Genel Kurul üyesidir. Bu okulun İstanbul Teşvikiye’de bulunan 3.000 metrakelerelik alana yayılmış olan ve bu gün tamamen yıkılmış bulunan binası Sayın Paker’in de içinde yeraldığı bir grup Genel Kurul üyesi tarafından Sabah Gazetesi sahibi sabetaycı, yakubi kökenli ve hakkında Etibank yolsuzluğu nedeniyle soruşturmalar bulunan Dinç Bilgin’in ortağı Nevzat Ak’a ucuz yolla verilmek istenmiştir. Bu sebeple bu davanın da Terakki olayı ile yakın bir ilgisi vardır.

Sabetayist Atatürk'ün de Hocası ve gizli sabetaycı hahamıolan Şemsi Efendi (Şimon Zvi) nin, Üsküdar BülbülderesiSabetayist mezarlığındaki kabri

Okulun kurucusu olan, bir eğitim gönüllüsü, kendini sabetaycı harekete vakfetmiş ve bu hareketin içinde yeralmış bir din adamı olan Rabbi Şimon Zwi (Şemsi Efendi) benim de büyük büyükbabamdır. Bu sebeple onunla aynı aileden gelmem hasabiyle Terakki vakfı’nın ve mülklerinin içine düşürülmeye çalışıldığı kötü durumla yakınen ilgilenmekteyim. Bilindiği üzere Şemsi Efendi büyük Atatürk’ün de öğretmeni olmuş ve onun anılarında yer almıştır. Fakat ben Vakıf üyesi olmadığım için adli makamlarda bir dava açmam da sözkonusu olamamıştır. Bu sebeple konuyla ilgili Türk Basını’nı bilgilendirmek suretiyle bir çaba içine girdim.

Şemsi Efendi bir din adamıdır, bir hahamdır. Bu sebeple ilk anda cemaat gençlerinin rahatlıkla dini eğitim alacakları bir okul kurmayı tasarlar. Nitekim modern tarzda eğitim veren ve eğitim Tarihimize geçen Selanik’te kurulan ilk çağdaş eğitim yuvasını kurar.

Kapancılar Grubu Şemsi Efendi mektebini ilk anından itibaren desteklemişlerdir. Hatta cemaatin zengin üyeleri bunun daha da geliştirilerek köklü bir eğitim müessesesi haline getirilmesi için uğraşmışlardır. Nitekim daha sonra vakıf haline getirilen Selanik Terakki Mektebi -ki bugünkü adıyla Şişli Terakki Lisesi’dir- nin tarihçesini anlatan ve okul tarafından yayımlanan (Terakki Vakfı Şişli Terakki Lisesi’nin Dünü Bugünü Yarını 1879-1979) isimli kitapta (baskı Yılı: 1979) okulun temeli Şemsi Efendi mektebine dayandırılmaktadır.

Şemsi Efendi benim anne tarafından büyükbabamın büyükbabasıdır. Aileme ait olan eski ve tarihi cemaat belgelerinin bir bölümü de okulun kütüphanesindedir.

Okulun sabetaycı kökenli kişiler tarafından kurulduğunun diğer bir ispatı da aynı kaynakta yer alan kurucular listesinde de görülmektedir. Burada ismi geçen şu şahısların tamamı sabetaycıdır: Ahmet Kapancı , Osman İnayet, Yusuf Kapancı. Terakki Mektebi’nin Selanik’teki ilk kuruluşundan itibaren kat’i surette sabetaycı cemaate mensup olmayan kişiler bu okulun kurucuları arasına alınmamaktaydı. Bu sebeple yapılacak bir nüfus kaydı araştırmasında da kurucular arasındaki kan bağlı ve akrabalıklar da ortaya konabilecektir.

Sabetaycı cemaatin kapancılar grubu kendisini sadece okulu ile değil gündelik yaşantısı ile de diğer toplumsal gruplardan ayırmıştı. Nitekim 1931 de ki günlük gazetelerde başlayan sabetaycvılık tartışmalarının yarattığı tedirginliğe kadar sabetaycılar sadece Üsküdar’da ki Bülbülderesi mezarlığında gömülmekteydiler. Bu da yine dini bir nedene dayanmaktaydı. Yahudi dininin Tevrat’tan sonraki en önemli yazılı kaynağı olan Talmud’a göre Mesih tekrar bülbül seslerine gelecekti. Bu sebeple de sabetaycılar ihdas ettikleri özel bir mezarlıkta ölülerini kendi dini kurallarına göre gömmekteydiler. Bu sebeple okulun ilk kurucularından olup İstanbul’da ölen kişlerin mezarlarının da Bülbülderesi’nde Kapancılar grubuna mensup mezarlıkta olduğunu bilmekteyiz.

Gerekirse bu konuda yapılacak bir tespit bize bunu somut delillerle ispatlayacaktır. Yine okul tarafından yayımlanan aynı kaynağa göre, sabetaycı cemaat mensupları okulun kuruluşu sırasında Selanik’te yaşayan İtalyan teb’asına mensup Alatini Efendi isimli bir museviden de yardım istemişlerdir (bu kişi İttihat Terakki hareketine önemli yarımlarda bulunmuş bir kişidir), Alatini de bu cemaat üyelerinin de aslen musevi kökenli olmasından dolayı kendilerine yardım etmiştir. Kitabın 21. Sayfasına göre Emine Telci isimli hanım kızlar bölümünün yaptırılması için bir bina tahsis etmiştir. Bu hanım aynı zamanda Gazeteci Gülçin Telci’nin akrabası olup, okulun uzun yıllar vakıf üyeliğini yapan Halil Ali Bezmen Bey’in de kuzenidir. Bilindiği gibi Halil Ali Bezmen’in kendi ile aynı ismi taşıyan torunu ABD’de Sabetaycı olduğu için Türkiye’de baskı gördüğünü bildirmiştir. Büyük Babası olan Halil Ali Bezmen ise Şişli Terakki Lisesi Limited Şirketi’nin kurucularındandır. Kendisi gibi şirketin ortağı olan Fahri Refik Refiğ, Emin Lütfü Türel, Aziz Refik Refiğ, Dr. İbrahim Osman Güçer ve diğer tüm ortaklarda Selanik’te doğmuş sabetaycı kökenli kişlerdir.

Terakki Mektebinin bir cemaat okulu olduğunun ispatını belirleyen diğer bir noktada şudur:

3 Ağustos 1323 (16.08.1907) Tarihli bir kararla hıristyan ve musevi çocuklarının da aynı tenzilatla okula alınmaları karara bağlanmıştır. “Musevi çocukları arasında lisan-ı Osmaninin tamimi zımmında yirmi nefer etfal-i museviyenin ehven ücretle mektebe kaydü kabulleri musevi cemaati namına teklif olununca” imtihanla alınacakları sınıfların “beşinci derece yarım” ücreti ile kabulüne karar veriliyor. Görülüyor ki aslen musevi olan cemaat mensupları aynı zamanda da sadece musevi cemaatine bir takım imtiyazlar vermek sureti ile bu cemaatle ilişkilerini bir tutmaktadır.

Eski CHP milletvekili, İstanbul edebiyat Fak. Öğretim üyesi ve sabetaycılıkla ilgili çalışmaları bilinen Prof. Avram Galante Sabetay Sevi ve Sabetaycıların Gelenekleri isimli kitabında Türkiye dışında yaşayan sabetaycıların birer yahudi olduğunu bildirmiştir. Kitabının 109. sayfasında geçen ifadeleri aynen alıyorum: “Türkiye dışında yaşayan dönmeler mevcuttur. Onlara Balkan ülkelerinde , Avrupa’da ve Amerika’da raslanır. Bu ülkelerin hepsinde , yaşadıkları şehrin yahudi cemaatleriyle ilişkileri olsun olmasın, bu dönmeler yahudididir.

Bu satırların bizim için önemi şudur: Şu an bu davaya konu olan Şişli Terakki Lisesi Yönetim Kurulu üyeleri sayınCan Paker, sayın İlter Turan, sayın Lütfü Paker, sayın Haluk Arığ‘ın birinci ve ikinci dereceden akrabaları olan ve Avrupa’da yaşayan insanlar bu iddianın hedefidirler. Bu kişiler yurtdışında ki işlemlerinde sabetaycı olduklarını söyleyerek bazı menfaatler temin etmektedirler, Türkiye devlet sisteminde bazı menfaatler temin etmektedirler, Halil Bezmen örneğinde olduğu gibi bunu açıkça yapmaktadırlar, ama iş Türkiye’ye gelince bir anda müslüman kimliği altına girmektedirler. İşte Şişli Terakki Lisesi’nin sabetaycı cemaat üyesi olan bu kişlerin durumunun mahkemenizce tespitini talep etmekteyim.

Şişli Terakki Lisesi bir sabetaycı okulu olarak esasında cemaat mensuplarının eğitim kalitesinin yükseltilmesi ve dini tedrisat verilmesi esasına dayanmaktaydı.Bu mektep adını İttihat ve Terakki Fırkasından almıştır, bir devrim merkezidir. (Yıldız Sertel / Annem İçin / YKY İstanbul 1998)

Terakki Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı olan ve on yıla yakın bir zamandır bu görevde bulunan, hakkında çıkan şaibelere karşılık hiçbir şekilde istifa etmeden görevini aynen sürdüren ve kendisine diğer cemaat üyeleri tarafından destek sağlanan Haluk Arığ isimli Yeminli Mali Müşavir bu vakfın yönetimine nasıl seçilmiştir? Ve hala nasıl onyılı aşkın bir zamandır burada hakkındaki şaibelere karşılık görev yapmaktadır? Neden diğer üyeler bu konularda en küçük bir araştırma dahi yaptırmamaktadırlar. Vakfın binasının inşaat işlerini alan sabetaycı gazete patronu Dinç Bilgin’in ortağı ve şu anda kamu arzailerinin usulsüz kullanımı ile ilgli bir davadan dolayı tutuklu bulunan Nevzat Ak‘a bu inşaatı veren sayın Arığ neden hala ortada elini kolunu sallayarak dolaşmaktadır?

Sayın Ak, sayın Arığ ve sayın Bilgin Şişli Terakki Lisesi olayında bir menfaat uğruna birleşerek bir suç örgütü oluşturmuşlardır ve bir vakfın malını yağmalamışlardır. Sayın Ak ve Bilgin’in kamuoyu önündeki durumu ortadadır. Her ikisi de devlete ait malların şaibeli şekilde tassarufu ile ilgili olarak suçlanmaktadırlar. sayın Haluk Arığ, sayın Bilgin’in mali danışmanıdır. Bu olaylarda kendisi de aynı şekilde sorumludur. Konunun yargı kanalı ile araştırılması gerekmektedir. Bu sebeple okulun son on yıllık yönetim kurulu kararlarının ve tüm evraklarının mahkemenize getirilmesini talep etmekteyiz.

Terakki Vakfı bir özel vakıf olmakla beraber verdiği mezunların Türkiye’nin önemli şahsiyetleri arasında olması sebebiyle de kamuya mal olmuş bir müessesedir. Terakki Vakfı’nın mütevelli heyetinde bulunan aşağıda isimleri, yazılı olan kişiler sabetaycı cemaatin kapancılar koluna mensup ailelerden gelmektedirler.

Bir Alman Firmasının Türkiye’de üst düzey görevlisi olan sayın Nafiz Can Paker sabetaycı kökenli bir aileden gelmektedir. Bu kişinin yakın akrabalarının mezarları Üsküdar’da Bülbülderesi mezarlığında kapancılar bölümündedir. Yine aynı şekilde sayın Can Paker’in kayınbiraderi (eşinin kardeşi) olan sayın Lütfü Paker’de (Sayın Can Paker ile aynı soyadı taşımalarının nedeni akraba olmalarıdır) yine kapancılar koluna mensup olup cemaatin önde gelen kişilerinden biridir. Aynı zamanda sabetaycı aileleler tarafından kurulmuş bulunan Yeni tekstil isimli şirkette Sayın Can Paker’in hanımı Lütfü Paker’in kızkardeşi Mihriban Paker de görev almakatadır. Bu ilişkilerin yanı sıra sabetaycıların kapancılar grubunun dışında yine bir başka gruba dahil olan sayın Dinç Bilgin’in de Terakki Vakfı üzerinde görünmez bir etkisi bulunmaktadır. Yine mütevveli heyetinde yer alan Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi sayın Asaf Savaş Akat aynı zamanda Sabah Gazetesi yazarıdır. Bilindiği üzere Bilgi Üniversitesi’nin mütevelli heyeti başkanı da Sabah Gazetesi’nin önde gelen idarecilerinden Zafer Mutlu’dur. Yine mütevelli heyeti üyesi olan Prof. İlter Turan aynı zamanda bilgi üniversitesinin de rektörüdür. Tüm bu ismi verilen kişiler aynı zamanda aralarında dostluklar olan kişlerdir ve çoğu Terakki Mektebi ile alakaları olmadığı halde bu okulun mütevelli heyetine kadar kaydı hayat şartı ile seçilmişlerdir.

Terakki Vakfı’nın mütevelli heyeti üyeleri ile ilgili olarak uzun yıllardan beridir bazı şaibeler olduğu cemaatimiz içinde bilinmekteydi. Bu konuda elde somut veriler olmaması ve en başta da Vakıf üyesi olmamam hasabi ile ne yazık ki hukuki bir yola müracaat etmem sözkonusu olmamıştır. Zaten bir cemaat okulu olması ve cemaat mensuplarının gizli yaşamayı seçmiş olmaları nedeniyle de Türkiye’de yaşayan seçkin kişilerin oluşturduğu cemaatimiz içinde yaşanan böylesine tatsız bir olayın kamuoyuna intikali konusunda hep tereddütlü davranmak zorunda kaldım.

Ancak bu iddialar öyle bir noktaya ulaştı ki yaklaşık yüz yıl önce vücuda getirilen ve tamamen bir hayır müessesesi olarak kurulan Terakki Mektebi’nin taşınmazları ile ilgili bazı iddialar ortaya atılınca bu durumda hem bir vatandaş olarak ve hem de bir cemaat mensubu olarak konuyu Türkiye basınının gündemine getirmek zorunda kaldım. Bunu yapmamın nedenlerini kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür:

1- Okulun ayrılan öğretmenlerinden ve eski mezunlarından bana intikal eden bilgilere göre bazı öğrencilerin okula kura sistemi dışında bir takım menfaatler yolu ile alındıkları, başarı grafiğinin sürekli düşüş arzetmesine yol açacak şekilde yönetimin yolsuzluklarına ses çıkaran bazı öğretmenlerin okuldan uzaklaştırıldıkları neden olmaktadır.

2- Okulun Nişantaşı’nda bulunan ve değeri ancak trilyonlarla ifade edilebilen eski merkez binası binanın değerinin düşürülmesi maksadı ile on yıldan fazla bir zamandır boş tutulmaktadır. Yine cemaat içinde bana ulaşan bilgilere göre bu bina Sabah Gazetesi sahibi Dinç Bilgin’e satılmaya çalışılmaktadır. Binanın boş bırakılmasının yanı sıra okulun Levent’te bulunan merkez binasında okuyan öğrencilerden toplanan paralara karşılık bu binaya hiç bir şey yapılmaması ve olayın basına intikali sonrasında hızla böyle bir faaliyetin içine girilmesi de ayrıca dikkat çekici bir konudur. Yine burada mehkeme kayıtlarına özellikle alınmasında faydalar gördüğüm bir diğer konuda okulun Levent’te bulunan merkez binasının başka bir yere taşınılmak sureti ile boş bırakılacağı ve böylelikle aynı çıkar gruplarına teslim edileceği şeklindeki iddialardır.

Tüm bu iddialar karşısında okulun kurucusu olan kişinin soyundan gelmem ve bu cemaatin eki bir mensubu olmam nedeni ile bir program çerçevesinde yolsuzlukla mücadele etmeye karar verdim.

Bu mücadelede yaptıklarıma geçmeden evvel yayımlamış olduğum “Selanikliler ve Şişli Terakki Yolsuzluğu” isimli çalışmamda geçen bölümleri burada savunmama almak amacındayım:

Sayın Haluk Arığ’ın ilk evvelde yayımlaması gereken konu şudur:

Kendisi şu soruların yanıtlarını vermelidir:

1- Terakki Vakfı yönetim kurulunda 1980 li yıllarda görev alan üyeler sabetaycı kökenli değil midirler?

2- Şu an vakıfta görev alan aşağıdaki şahıslar Selanikli kökene mensup sabetaycı ailelerden gelmekte midirler?:

– Can Paker
– Bülent Tanla
– Lütfü Paker (Can Paker’in kayınbiraderi)

3- Ağustos 1323 (16.08.1907) Tarihli bir kararla hıristyan ve musevi çocuklarının da aynı tenzilatla okula alınmaları karara bağlanmıştır. “ Musevi çocukları arasında lisan-ı Osmaninin tamimi zımmında yirmi nefer etfal-i museviyenin ehven ücretle mektebe kaydü kabulleri musevi cemaati namına teklif olununca” imtihanla alınacakları sınıfların “ beşinci derece yarım” ücreti ile kabulüne karar veriliyor. Görülüyor ki aslen musevi olan cemaat mensupları aynı zamanda da sadece musevi cemaatine bir takım imtiyazlar vermek sureti ile bu cemaatle ilişkilerini bir tutmaktadır. Avram Galante “Sabetaycıların Gelenekleri” isimli kitabında Türkiye dışında yaşayan sabetaycıların birer yahudi olduğunu bildirmiştir.

Şişli Terakki Lisesi bir sabetaycı okulu olarak esasında cemaat mensuplarının eğitim kalitesinin yükseltilmesi ve dini tedrisat verilmesi esasına dayanmaktaydı.

Bu davalarla ilgili olarak kayıtlara özellikle geçirilmesini istediğim diğer bir noktada özellikle belirli çevreler tarafından islamcı, yobaz, gibi sıfatlarla küçük düşürülmeye çalışılan ve bu davada hiçbir suçları olmadığı halde yargılanan gazetecilerle ilgilidir. Türk Basını ve Türk medyası ne yazık ki bugün tam anlamı ile özgür sayılamaz. Maalesef belirli baskı grupları ve aileler medyanın kontrolünü ellerinde tutmaktadırlar. Bu olayların başlangıcı sırasında konunun kimleri ilgilendirdiğini bilmeyen o zamanki Sabah Gazetesi yazarları bir hafta içinde aralıklı olarak yayın yapmışlarsa da müşteki sayın Haluk Arığ’ın Sabah Grubu yöneticilerinden olması sebebi ile bu yayını kesmişlerdir. Sayın Arığ kendisini temize çıkarabilmek amacıyla tamamen görünürde bir davayı bu gazeteye ve yazarlarına karşı açmıştır. Oysa, bu konunun basında çıkmasını engellemiştir. Nitekim Hürriyet Gazetesi konuyu bir yıl sonra sayfalarında vermiştir.

Terakki vakfı Yönetiminde olan kişiler Türkiye’deki sabetaycı lobiyi oluşturan bir grup güçlü ve toplumda bir takım aksiyonlar yaratabilecek insanlardır. Bu kişilerin basın üzerindeki etkileri açıktır. Bu konuda yayın yapmaya cesaret edebilen işte yukarıda sayılan ve islamcı, yobaz olarak karalanan basın organları olmuştur. Bunların içinde Akit Gazetesi hiçbir şekilde konuyu bir sabetaycı olay haline getirmeden tamamen objektif olarak işlemiştir. Bu sebeple gazetecilik göreevini yapan bu gazetenin yönetici ve yazarlarına karşı dava açılması beyhudedir, bir maksada dayankmaktadır. Yıllarca kendisini resmi ideolojinin arkasına dayayıp Türkiye’nin kurucusu olan kişlerin miraslarının ardına gizlenip bir cemaat okulunu yok eden ve onu kendi menfaatleri için bir alışveriş merkezi haline getiren bu zihniyete mensup kişilerin yargılamasını tarih mutlaka yapacaktır. Okulun altında ki sinagogun sabetaycı inanca göre yıkılmaması gerekirdi, bu insanların gözünü bürüyen para ve kazanma hırsı en mukaddes dini değerlere saldırmalarını engellememiştir. Yazıktır, çok yazıktır. Bu yazılanların kayıtlara alınmalara gelecek kuşaklara bırakacağımız mirasla ilgilidir. Bir gün bu cemaatin tarihi yazıldığında tıpkı Galile’yi ölüme mahkum eden kişilerin davranışları gibi Terakki Vakfı’nın yöneticileri de büyük bir manevi suçun altında olacaklardır. Emin olunuz İlahi bir mahkemenin sonuçlarını görmekde gecikmeyeceğiz!

Sabetayistlerin Cemaat Okullarından biri olan Şişli Terakki.Bir diğer Sabetaycı cemaat okulu da Feyziye MektepleriVakfı Işık Okulları'dır.

Sonuç olarak şunları söylemek istiyorum: Şişli Terakki Lisesi bir sabetaycı cemaat okuludur. Terakki Vakfı’nın yöneticileri ve sayın Haluk Arığ başta olmak üzere bu kişlerin cemaate ait bir okulu ve binasını böyle fütursuzca yok etmelerinin önüne geçilebilirdi. Maalesef devlet mekanizması işletilmemiştir, bu kişilerin servetleri araştırılmamıştır, vakıflar mevzuatına aykırı olarak yapılan tasarruflar, diğer teklifler incelenmeden Nevzat Ak inşaata binanın verilmesine karşı inceleme yapan sayın Vakıflar Müfettişi Mustafa Batuğ bunları görmemiştir,. İstanbul Vakıflar Müdürlüğü konuyu derin olarak tetkik ettirmemiştir. Tüm bunlar bana yıllardır varlığı gizlenen bir cemaat lobisinin gerçekliğini göstermektedir. Sabetaycılar bugün Türkiye’de parlementoda şu an en az dört milletvekili olan, kabinede en az bir bakanı olan, Türk silahlı kuvvetlerinin üst kademelerinde etkin kişilere sahip bir gizli cemattiir. Bu sebeple mahkemenizin en kısa zamanda bu davadan hareketle sabetaycılığın incelenebilmesi ve devlet kayıtlarına girecek bilgilere ulaşması gerekmektedir.

Kaynak:Adanapost

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.