HDP'den çözüm süreci açıklaması
HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, 'Çözüm süreci devam ediyor, her koşulda da devam edecek. Çünkü Türkiye halkları bu çözüme inandı ve güvendi' dedi.
HDP Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan ve İdris Baluken ile HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Meclis'te basın toplantısı düzenledi. Önder, çözüm süreciyle ilgili açıklamalarda bulundu. Açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını cevaplayan Önder, "Sizin açınızdan çözüm aşaması hangi noktada?" sorusuna, "Çözüm süreci devam ediyor, her koşulda da devam edecek. Çünkü Türkiye halkları bu çözüme inandı ve güvendi. Bu hükümeti de ve bizi de aşan bir irade olarak bu süreci hiçbir şekilde itibarsızlaştırmaya mahal verdirtmeyecek yegane teminatımızdır. Öcalan, bugüne kadarki aşamayı bir diyalog aşaması olarak görüyordu, bu olduktan sonraki aşamayı bir müzakere aşaması olarak tanımlamıştı. Bu tanımlamalarda devlet ve hükümetle bir mutabakat vardı. Bu mutabakat üzere müzakere aşamasının eşiğinde bekliyoruz. Atla deve değil sadece hükümetin sağlam bir demokratik, siyasi irade ve cesaret göstermesiyle süreç bu tıkanıklığı süratle aşabilir. Geldiğimiz yer böyle özetlenebilir" karşılığını verdi.
"ÇÖZÜM SÜRECİNİN BİR SEÇİM HESABINI DAHA KALDIRACAK YAPISI KALMADI"
Önder, "HDP'li vekillerin hükümetin seçim sürecine top çevireceği açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?" şeklindeki soru üzerine de, "Biz müzakere heyeti olarak bu tür tanımlamalardan kaçınıyoruz, uyarılarımızı yapıyoruz. Hükümetin böyle bir niyeti yok denemez, biz bu gönül rahatlığında değiliz. Evet, niyet olarak bir seçim dönemini daha atlatmak istiyor olabilir. Bu meselenin can alıcı soru ve tespiti şudur; bu meselenin bir seçim hesabını daha kaldıracak bir yapısı kalmadı" ifadesini kullandı.
"SAVAŞ HİÇ KİMSEYE HAYIR GETİRMEZ"
Kobani'deki çatışmaların PKK için felaket olacağı yönündeki açıklamaların hatırlatılması üzerine Önder, "Savaş hiç kimseye hayır ve bereket getirmez. Bunun felaketi hiçbir zaman şu veya bu yapıya olmaz. Biz barış umudumuzu yitiririz, barışa olan inancımızı yitiririz. Bundan daha büyük bir felaket düşünemiyoruz" karşılığını verdi.
"ÖCALAN, ÜÇÜNCÜ GÖZ OLARAK 'ULUSLARARASI BARIŞ GÖZLEMCİLERİ DERNEĞİ KURULABİLİR' DEDİ"
Önder, çözüm sürecine üçüncü gözün oluşturulması hakkında bir soruya da yanıt verdi. Önder, "Hayır. Öcalan bu ihtimale kapıları kapatmadı. 'Amerika ya da başka şey olarak koymamakla birlikte bir uluslararası, tek bir ülke değil bir uluslararası barış gözlemcileri birliği kurulabilir. Buna çatışma süreçleri yaşamış ülkelerin temsilci vermesi daha uygun olur' dedi. Bu olabilir ama Öcalan'ın böyle bir ısrarı yok. Masayı kalabalıklaştırmaktansa kendi insanlarımızın denetiminde, üçüncü göz olacaksa bu ülkenin ortak değerlerini temsil eden insanlarının nezareti olmasını daha çok tercih ettiğini söyleyebilirim. Hükümetten yana böyle bir şey gelirse değerlendiririz" diye konuştu.
Bir gazetecinin "Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan'la görüşmenizde neler konuşuldu?" sorusuna ise Önder, "Hükümet yetkililerinin bu kadar atıp tutmalarında bizim ahlakımıza güven duymaları yatıyor diye düşünüyorum. Biz kesinleşmeyen, bir sonuca bağlanmayan hiçbir şeyi spekülasyonların edilmemesi bakımından kamuoyuyla paylaşmıyoruz, ta ki bir kesinlik kazanana kadar. Biz birçok noktada Sayın Akdoğan'dan olumlu yaklaşım gördük. Ama onun dışında 'biz şöyle dedik, bize böyle dediler, ondan sonra çıkıp şöyle dediler' şeklindeki demeçlerinin hepsi külliyen yanlış. Bunu söyleyebilirim. Biz siyasi terbiyemiz gereği bunu günlük tartışmalara kurban vermek istemiyoruz. Yani Başbakandan tutun değişik hükümet üyelerine kadar 'bize böyle dediler, çıktılar kapının önünde şöyle konuştular' dedikleri hiçbir şeyin gerçeklikle alakası yok. İsterlerse bunu iddia edenlerle açıktan konuşmaya hazırız" cevabını verdi.
"SÜREÇTE KİLİTLENME VAR"
Önder, "Şu anda barış kilitli mi?" sorusuna da "Bir kilitlenme hali var tabii ki. Çünkü açılması için sağlanan mutabakatın hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu nedir; üçüncü göz, izleme kurulu, sekreterya ve oluşturulacak komisyonların bir an önce işlevselliğe geçmesi. Yani basit bir kilit, bir metafor olarak kullandım" karşılığını verdi.
"SEKRETERYAYI ÖCALAN BELİRLER"
Abdullah Öcalan'a oluşturulacak sekreteryanın kimlerden oluşacağına ilişkin Önder, "Onu Öcalan belirler. Öcalan, Davutoğlu'na 'şunlarla çalış bunlarla çalışma' diyor mu? Öcalan, süreci böyle bir koyun pazarlığı gibi ele almıyor ki, demokratikleşme başlığı altında 7-8 bozucu alan tespiti var. Bunlara dönük komisyonlar oluşmadan, bu alandaki yenileşmeler ve bunların nasıl olacağı yeterince müzakere edilmeden barış kalıcı olamaz' diyor. Onun için sekreterya ya da yardımcı adına ne diyeceksek, bunun kimlerden oluşacağına sadece Öcalan karar vermelidir, doğrusu da budur. Çünkü kendisi çalışacak. Binlerce sayfa tarama yapıyor. Bu sorunu yaşayan ülkelerin tarihsellik içerisinde günümüze dair önermelerini ortaya çıkarıyor. Onun için bir sekreterya istemesinden daha kanuni bir şey yok. Gayri kanuni bir şey de yok burada" ifadelerini kullandı.
"HODRİ MEYDAN YAKLAŞIMI İÇERİSİNDE DEĞİLİZ"
Önder, "Sizin yaptığınız hodri meydan açıklamalar süreci daha da zora sokmaz mı?" sorusuna ise, "Süreci daha zora sokmaz. Biz bir hodri meydan yaklaşımı içerisinde değiliz. Ama laubali yaklaşımlar, ciddiyetten uzak tutumlar, karşıyı mecbur etmeye çalışan yaklaşımlara bir 'dur' demek içindir. Biz kimseye 'hodri meydan' demiyoruz. Bu tehdit dilini bırakın, bu müzakereye, barışa hizmet etmez, bize de bununla diz çöktüremezsiniz. Yani tekrar hatırlamayacağımız zamanlara dönerizle bizi getirebileceğiniz hiçbir yer yoktur. Ama barış iradesi konusunda sonuna kadar başlangıçta hangi noktadaysak bugün de oradayız" ifadelerini kullandı.
PKK'nın son dönemde silahsız askerlere yönelik saldırılarının ne anlama geldiğine ilişkin Önder, "Hiçbir şekilde onaylamıyoruz. İnsan canını en aziz bilen anlayışın insanlarıyız. Savaş konusunda düşüncelerimiz belli. İster asker, polis, halk, ister gerilla kim olursa olsun, bütün enerjimizi, bütün birikimimizi barıştan ve siyasetten yana kullanıyoruz" dedi.
"MÜZAKERELERİN GECİKTİRİLMESİ VAHİM SONUÇLAR DOĞURUR"
"Bundan sonra görüşmelerin başlaması için siz bir talepte bulunacak mısınız, yoksa hükümetten bir çağrı mı olacak?" şeklindeki soruya Önder, "Sayın Davutoğlu'na, -kendisinin evlatları var, Allah uzun ömür versin hepsine- şunu söylemek istiyorum. Bu dille çocuğuna ders bile çalıştıramaz. Yani bunu akademisyen yönü olan Sayın Davutoğlu bilir. Bu dille bir çocuğa ev ödevi bile yaptıramazsınız. Bunun beyhudeliğini anlatmaya çalışıyoruz. Öcalan'la sürekli görüşüyor devlet ve gelişmeleri kontrol edemediği noktada kendisinden katkı istiyor. Hem kendisinden katkı isteyip hem sen de bu sürecin altında kalırsın demek ahlaki bir yaklaşım değildir, rasyonel hiç değildir. Öcalan'la görüşmeler sanıyorum devam ediyor. Bizim randevu istememize gerek yok, çok biçimsel bir şey o. Bizim bir an önce müzakereleri başlatma çağrımız var, Öcalan'la görüşme irademizin olduğu geçen haftadan beri hükümet tarafından biliniyor. Bunun geciktirilmesi vahim sonuçlar doğurur ve ciddi bir olmaz. Bunu da tekraren hatırlatıyoruz. Kararlaştırıldığı an ve bir an önce kaldığı yerden, yaşanılanlardan da ders çıkarılarak ilerlemesini öneriyoruz, savunuyoruz" karşılığını verdi.
"Bize kalsa doğrudan kalkıp oraya gitmek isteriz" diyen Önder, "Bizim bundan daha vahim bir meselemiz yok, dolayısıyla bunun önüne geçebilecek hiçbir mazeretimiz de yok. Bir an önce gitmeliyiz, bir an önce sekreteryası, izleme kurulu, komisyonlar oluşmalı. Bu anlamda saatlerin bile kıymeti var. Bunu da en iyi hükümetin biliyor olması gerekir" dedi.
"BU ÜZERİNDE KONUŞULACAK BİR ŞEY DEĞİL"
Önder, "Sayın Cumhurbaşkanı son zamanlarda IŞİD yerine DAİŞ diyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?" şeklindeki soruya, "Bu üzerinde konuşulacak bir şey değil, kim nasıl istiyorsa öyle adlandırsın. Yeter ki meselenin ciddiyetinin ve vehametinin farkında olsun" yanıtını verdi.
HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, "Sürece mecbur ve mahkum değiliz' sözünün hiç edilmemiş olmasını dilerdik. Sürece hepimiz, başta hükümet insanlık adına hem mecburuz hem mahkumuz" dedi.
BDP Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan ve İdris Baluken ile HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Meclis'te basın toplantısı düzenledi. Toplantıda konuşan Sırrı Süreyya Önder, İmralı heyeti olarak uzunca bir zamandır çok büyük zaruretler olmadıkça, sürece gösterdikleri özen ve ihtimam çerçevesinde günlük tartışmalara fazla müdahil olmadıklarını belirtti. Özellikle Kobani direnişinden bu yana hükümet ve bağlı çevrelerce adeta bir siyasi linç kampanyasına dönüştürülen algı operasyonları karşısında sürecin değerlendirmesini yapmanın farz olduğunu söyleyen Önder, "Sayın Davutoğlu, bugün yaptığı bir açıklamada 'HDP bir parti gibi davranırsa muhataplığımız devam eder' diye çok üstten, çok buyurgan, çok itici, sürece hizmet etmeyen, barışı öncelemeyen bir dille, bir icbar diliyle partimiz üzerinden bir ahkam kesmiş. Bu dili ve buna benzeyen yaklaşımların hepsini reddettiğimizi söyleyerek başlamak gerekiyor. HDP'nin ve bu kulvarda siyaset yapan bütün kurumlarımızın neye benzediğini, benzeyeceğini belirlemek kimsenin haddi ve hakkı değildir. Bunu Sayın Davutoğlu'na aynen iade ederek başlamak istiyorum" ifadelerini kullandı.
"KİMSE BİZE DİZ ÇÖKTÜRME HEVESİNE KAPILMASIN"
"Bu kostümü giyip salınmak isteyen çok yönetici gördük biz" diyen Önder, "Salt yönetici olsa neyse çok egemen gördük ki hepsi şimdi siyaset tarihimizin unutulmuş bir hafızasında, siyaseten yok hükmünde bir akıbetle karşılaşmışlardır. Onun için dil bu değildir, dil başlangıçta 'baldıran zehri gerekirse içerim' diyen bir dildi ama o dil de bugün adeta baldıran zehri saçmaya devam ediyor. Sayın Davutoğlu ve onun gibi düşünen herkes, bizim bu tehdit, baskı ve nizamat verme duygularına karşı nasıl bir tepki vereceğimizi merak ediyorlarsa ya da bilmek istiyorlarsa çok değil bundan 2 sene öncesine gitmeleri kafidir. Bu hareket kimseden nizamat alarak siyaset yapacak bir hareket değildir. Akla gelebilecek gayri insani ve gayri ahlaki her yol denendi, bu çizgide siyaset yapan insanların hiçbirisinin diz kapağı toprağa değmedi. Kimse bize diz çöktürme hevesine kapılmasın. Bizim efkar ettiğimiz, üzüldüğümüz halklarımızın akıbetidir, kaçırılmak üzere olduğuna büyük endişe duyduğumuz barıştır, kardeşliktir, eşitliktir ve hepsinden önemlisi ahlaktır. Biz bunu hiç elden bırakmamaya çalıştık" dedi.
"6-7 EKİM OLARAK BİR DAHA YAŞANMAMASINI DİLEDİĞİMİZ GÜNLERE NASIL GELİNDİ?"
Önder, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hadiseyi bir linç operasyonuna dönüştürenler, özellikle Sayın Demirtaş'ı ve onun şahsında bütün parti ve kurumlarımızı, kardeş partilerimizi, bir linç etme furyası başlıyor. Bu nasıl buraya geldi, özellikle 6-7 Ekim olarak bir daha yaşanmamasını dilediğimiz günlere nasıl gelindi? Bir de bizden dinlemenizde fayda var. Kobani meselesi bugünkü bir mesele değildi. 2 yıldır gerek Öcalan'ın İmralı'dan her seferinde Rojava özelinde ama bölgeyi de genelleyerek önerdiği politikalar, bizim de siyasi arenada dile getirmeye çalıştığımız yaklaşımlar hep bu tehlikeye dikkat çekiyordu. Bu tehlike neydi? Bölgenin çeteler eline bırakılması, tamamen imha merkezli bir yaklaşım benimsenmesi, özelinde de Kürt hareketini, onun dostlarını, siyasi kurumlarını itibarsızlaştırmak ve mecalsiz bırakmak için yürüyen bir süreçte alabildiğine takatsiz bir muhatapla yürütmeye çalışma arzusu yatıyordu. Bu hükümetin anlamadığı ve hiçbir zamanda korkarım anlayamayacağı şey halk gerçekliğidir. Gücünü hakikatten ve tarihselliğinden alan halk gerçekliği göreceli olarak geri adım atabilir, imhaya uğrayabilir, katliamlara da maruz kalabilir ama yenildiği görülmemiştir. Rojava'da Kürt olmadığı halde sadece bu demokrasi mücadelesi için oraya gidenlerin sayısını gözünüzün önüne getirirseniz, hiçbir dayatma altında yaşamak istemeyenler için ne anlam ifade ettiğini görürsünüz. Bunu herkes gördü, bunu görmeyen bir tek kurum var, bizim hükümetimiz."
"ÇÖZÜM SÜRECİNDE HÜKÜMETLE BİRÇOK KRİTİK AŞAMADAN GEÇTİK"
Hükümetle çözüm süreci başlatıldığında bugüne kadar kritik birçok aşamadan geçtiklerini söyleyen Önder, bunların bir kısmının kamuoyu tarafından fark edildiğini, bir kısmının ise fark edilmediğini belirtti. Önder, "Fark edilmeyen anlarda, fark edilen kısmının birçoğunda hükümetle, siyasi iradesiyle bizler alanlarda ortaklaşarak bunun vahim bir hal almasını engelledik. Ama Kobani söz konusu olunca hükümet orada inisiyatif yitirdi. İnisiyatifi tamamen güvenlik güçlerine, polisine, askerine, onların kuşkulu tavırlarına bıraktı" dedi.
"KOBANİ DEDİĞİNİZ YER SURUÇ'UN BİR MAHALLESİNDEN BAŞKA BİR YER DEĞİL"
Önder, sözlerine şöyle devam etti:
"Oraya giden insanlar, demokratik, genç, yaşlı, kadın, Kürt, Türk, Ermeni. Bunlar siyasi temsiliyetler olarak oraya gittiler. Oraya giden herkes fütursuzca, hoyratça gaza maruz kaldı, plastik mermiye maruz kaldı. Hatta gerçek mermiler kullanıldı, gerekçe sınıra yaklaştırmamaktı. Biz hükümete 'gelin ortaklaştıralım' dedik. Kobani dediğiniz yer Suruç'un bir mahallesinden başka bir yer değildir. Saçma bir sınırla, emperyalist bir buyurganlıkla çizilmiş sınırlar halkı boş verin, aileleri ortadan ikiye ayırmıştır. 'Gelin ortaklaşalım' dedik. Başta belediyelerimiz olmak üzere çadırlarımızı kuralım, oradaki akıbet hakkında bilgilendirme yapalım, belediyelerimiz seyyar mutfaklarını kursun, sıhhi yardım için birçok hekim seferber oldu, onlara bir çalışma düzeni oluşturalım. Bu söylediklerimiz buza yazılmış yazı gibi eridi gitti, hükümet söylediklerimiz konusunda bir inisiyatif geliştiremedi. Oradaki kolluk kuvvetleri, jandarma gelene bir tek şey yaptı; öbür tarafta katliam yürürken bu taraftakileri gazlamakla meşguldü. Bütün Kürt halkında şu duygu oluştu; ?Burada bir şeyler oluyor, hükümet bir şekilde bu çetelerin geçişine kolaylık sağlamaktan tutun da bin türlü ilişki biçimiyle bir organik bağ içinde, bizi neden buradan uzaklaştırıyorlar. Çünkü olanı biteni görmemizi istemiyorlar. Biz uzaklaştırılıyorsak, burada görmemiz istenmeyen bir tezgahlar çevrilecek' dendi. Halkın itirazı bu noktada tavan yaptı. Ondan sonra bu katliam giderek bir yok edilme noktasına gelindiğinde artık halka çağrı yapmaya bile gerek kalmadı. Sokak diye olumsuzladıkları şey, bugüne kadar hiç yapmamışsak 2-3 bin kez yaptığımız çağrıların aynısıydı. Biz yaptığımız çağrıların aynısını yaptık, bugün olsa yine yaparız. Çünkü yaptığımızda demokrasi dışı bir ima ya da niyet yok, tam aksine demokrasiyi terk edenlere en demokratik hakkımızı kullanma çağrısıydı bu. Bir benzerini 1 Kasım'da yaşadık. Herkes 1 Kasım için felaket tellallığı yaptı. Bizim demokratik dikkatimizi ve halkın tuzaklara düşmeme basireti alabildiğine devreye girdiği için hükümet ya da derin güçler hiçbir provokasyona düşmediler. Devlet yoktu, gördük ki devlet olmayınca provokasyon da olmuyormuş. Bütün dünyaya emsal teşkil edebilecek demokratik dikkatle bizim halklarımız da iştirak ettiler. Biz bu süreçte hükümetle alabildiğine dikkatli, özenli kurduk cümlelerimizi. Peki hükümet ne yapıyor? Sayın Davutoğlu'nun söylediğine bakın, bu bir laf mı, 'Parti gibi olurlarsa.' Ne demek sen Anayasa Mahkemesi misin, nereden karar verdiniz bizim parti gibi davranmadığımıza."
"BİRİSİ KORİDOR AÇIYOR, BUNA ÜŞÜŞMEYEN YOK"
Demokratik bir mücadele yürüttüklerini söyleyen Önder, güçlerini de halklarından aldığını dile getirdi. Herkesin dilini özenle gözden geçirmesi gerektiğini kaydeden Önder, "Hükümet Sözcüsünün yaptığı açıklamalar, yani açıklamayı bile zül addettiğim yaklaşımlar. Bakıyoruz, birisi bir koridor açıyor, bu koridora üşüşmeyen yok. Kimse durup 'ya arkadaş bu ülkede savaş gerçekliği vardı, süreç yürüyordu, buna biz bu dille katkı sunabiliriz, hiç olmazsa hayır söylemeyeceksek susalım' diyen bir Allah'ın kulu yok. Bir günde eski ezbere dönme konusundaki bu isteklilik, bilinmelidir ki bizde derin bir hayal kırıklığı oluşturmuştur. Ne zaman bu hadise belli bir yola girecek bir hal alsa gerek derin güçler, bunlardan en önemlisi Bingöl provokasyonuyla ortaya çıktı, hükümet yayın yasağı koydu. Buradan çağrı yapıyoruz, polis memurlarının üzerinden çıkan mermilerle, sizin orada öldürdüğünüz insanların üzerinden çıkan insanların mermilerin basitliğini halka açıklar mısınız? Niye yayın yasağı koydunuz? Darbe mekaniği dediğimiz şey tam da böyle günlerde faaliyete geçiyor. Bölgede menşei belirsiz birçok güç, 'bunların ayağı bir sürtülsün, mutlaka bir şekilde bir öfke patlamasına dönüşecek, biz o zaman yapacağımızı yaparız' diyorlar ve bu mekaniği süratle hayata geçiriyorlar. Hükümet de buna bilerek ya da bilmeyerek alet oluyor. Bize kimse demokratik terbiye dersi vermeye kalkmasın" ifadelerini kullandı.
"BARIŞIN KİLİDİ KOBANİ OLAYLARINDA YATIYOR"
"Kobani olaylarını araştıralım, barışın kilidi orada yatıyor" diyen Önder, "Nasıl başlamış, hangi aymazlıklar sonucu buraya gelmiş, hangi hoyratlıklarla bu hal almış varsa sorumluluğumuz bunu kabul etmeye herkesten daha hazırız. Ama en başta hükümet şahittir ki biz bu konuda sorumluluğumuzu üzerimize düşenden kat kat fazla göstermeye çalıştık" ifadesini kullandı.
Önder, şunları kaydetti:
"Bir diğer pazarlık da o. Kamu düzeni sağlanmazsa barış süreci yürümezmiş. Sayın Davutoğlu'nun akademisyen kimliği var. Şu kadarını idrak edemiyor mu? Kamu düzeni basit bir asayiş sorunu değildir. Tam da barış süreci sağlanırsa kamu düzeni dediğimiz şey gerçekleşir. Bunu ortaya çıkaran meselelere bilimsel, sorumlu yaklaşım gelişmeden salt polisiye önlemler, salt faşizan yasalarla barış süreci mi yürür Allah aşkına. Bütün bunların ışığında siyasi irade, partimiz, bileşenlerimiz, Türkiye halklarının en billurlaşmış hali olarak, biz barış süreci için üzerimize ne düşüyorsa fazlasıyla yaptık, fazlasıyla da yapmaya hazır olduğumuzu açık yürekliliğimize ilan ediyoruz. Bu sözümüzün ağırlığı, ciddiyeti, en başta siyasi muhataplarımız tarafından bilinir, bu sözü ilk önce onlara söylüyoruz. Onlar bizim ciddiyetimizi herkesten daha iyi biliyorlar."
"2 SENELİK DİYALOG AŞAMASI ÇOK KIYMETLİ"
"2 senelik bir emekle ortaya getirdiğimiz, zar zor çerçevesini çizdiğimiz bir diyalog aşaması var, bu çok kıymetlidir" diyen Önder, "Buradaki sıkıntıların birçoğu da bu devletin bir müzakere hafızasının olmayışından kaynaklanmaktadır. Bugüne kadar hep savaşla, imhayla toplumsal meselelere yaklaşmış, müzakere temelli yaklaştığı zaman en ufak bir sürüncemede tekrar eski ezbere dönülmesidir bunun sebebi. Buna gerek de yok. Bunun maliyeti, faturası hiçbirimizin altından kalkacağı fatura olamaz" diye konuştu. Önder, bir diğer yanlış yaklaşım biçiminin "Olacak olanları düşünmek bile istemiyoruz" tarzında bir yaklaşım olduğuna dikkat çekti. Önder, "Olacak olanları hatırlamak istemiyorsak bunun gereğini yapmakla mükellefiz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanına söylüyoruz" dedi.
Önder, "Tam tersine heyet olarak, parti olarak, bileşenler olarak, en çok kamu düzeni bozuk olduğunda ya da tehdit altında görüşmeye ihtiyaç var. Birisi söylüyor, öbürleri de ihmal ediyorlar. Tamamen yanlış bir saptama. Her şey güllük gülistanlıkken niye görüşecekmişiz ya da gençlerimiz büyük bir uçurumun kenarındayken kamu düzenini gerekçe gösterip görüşmekten nasıl imtina edecekmişiz. Bunlar yol değil. Heyetimize müdahale yol değil, kibir dili yol değil. Bizzat kendilerinin getirip Öcalan'la mutabık kaldıkları protokolün imzalanmaması yol değil" ifadelerini kullandı.
"SÜRATLE BARIŞ DİLİNE DÖNMEYE MAHKUMUZ"
"Süratle tekrar barış diline dönmeye mahkumuz" diye konuşan Önder, "Sürece mecbur ve mahkum değiliz' sözünün hiç edilmemiş olmasını dilerdik. Sürece hepimiz, başta hükümet insanlık adına hem mecburuz hem mahkumuz. Birbirimize nizamat vermeden, üsluplarla algı operasyonuna girişmeden, gençlerimizin, ülkemizin, bölgemizin geleceğini düşünerek hareket etmeliyiz. Sürece, barışa, eşit bir kardeşliğe hepimiz hem mecburuz hem mahkumuz. Biz bu mecburiyet ve mahkûmiyetin sorumluluğuyla yaklaşıyoruz. Barış sürecinin en tılsımlı sözcüğü 'birlikte yapmak' olmalıdır" dedi.
İHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.