İliksiz: Kitabım kim ne olarak görüyorsa, odur!

İliksiz: Kitabım kim ne olarak görüyorsa, odur!

Her ne kadar, "yazarken ne gazeteciliği ne de tarihçiliği ön planda tuttum. Benim için aslolan edebi kurguydu" dese de İliksiz'in Konstantin'in Sırrı adlı...

Her ne kadar, "yazarken ne gazeteciliği ne de tarihçiliği ön planda tuttum. Benim için aslolan edebi kurguydu" dese de İliksiz'in Konstantin'in Sırrı adlı adlı eserinin tarihi vurguları büyük yankı uyandırdı. Türkiye onu konuşuyor, ama o yine de mütevazı:

Beyhan Demirci'nin röportajı

Yaşar İliksiz şair ve gazeteci kimliğinin yanı sıra bir tarihçi. Ama onun bu yönünü ilk olarak Fatih'in çocukluk döneminde eskizlerle süslediği defterle bir dergi vasıtasıyla karşılaşınca fark ettik. Her iyi araştırmacının başına gelen onun da başına geldi. Ulaştığı kaynaklarla arasına 'bezgin bürokrasi' girdi. Yetmedi ulaştığı keşfinin sağlamasını yapmak isterken 'iyi saatte olsunlar' tarafından bunaltıldı. Ama o tüm olumsuzluklara karşın Borges'vari bir çıkış yaparak bizi Konstantin'in Sırrı'na ulaştırdı. Don Brown biraz kıskanacak ama Yaşar İliksiz'in tarihin içinde dört nala gezisi tarihe ve bugüne 'hayret'le bakabilen okuru mest edecek.

* Yaşar İliksiz bizim için iyi bir gazetecidir.  Bir Tarihçinin gazeteci olması ayrı zenginlik.  Neden eğitim alanınızda devam etmediniz?

Bugün ne haldedir tam olarak bilmiyorum ama akademik kariyerin yolu o yıllarda çanta taşımaktan geçiyordu. Asistan olmak için birilerinin çantasını taşımaya mecburdunuz. Karakterime uymuyordu. Daha sivil ve özgür bir alanı seçmeyi tercih ettim.

* Tarihçi olmanın gazetecilik açısından faydaları nedir?

En büyük faydası bugün meydana gelen hadiselerin arka plan bağlantılarına vakıf olmak. Tekerrür eden vakalarda telmih yapabilmek. Benzeri vakaların seyrine bakarak bir sonraki aşamada neler olabileceğini tahmin ederek meslektaşlarımızdan birkaç adım önde olabilmek.

* Siz Tarihçi olmanın yanı sıra şiirlerini yayınlamış bir şairsiniz de. Bu alanda kaç çalışmanız var, bunları topladığınız kitaplarınız neler?

Şiirlerim Barbar, Azobra ve Şarap Kıvılcımları adıyla üçleme olarak üç ayrı kitap şeklinde yayınlandı.  Her kitap birbirinden bağımsız olarak rahatlıkla okunabiliyor ama üç kitap ayrı ayrı okunduğunda aslında her birinin bir yapbozun üç ayrı parçası olduğu ortaya çıkıyor.

* Hangisi zor? Şiir? Gazetecilik? Tarih?

Şiir en kolayı çünkü yaşanan ruh hallerinden damıtılarak doğal olarak elde ediliyor. Diğer ikisi aynı zorlukta diyebilirim. Her ne kadar işin kolayına kaçtığınız, memuriyet mantığıyla hareket ettiğiniz takdirde her ikisi de sıradan meslek olsa da layıkıyla yapmak istediğiniz takdirde her ikisi de ateşten gömlek. Her ikisini de layıkıyla yapmak için büyük bedeller ödenmesi gerekiyor.

Kitabım kim ne olarak görüyorsa odur!

* Gelelim Konstantin'in Sırrı kitabınıza. Bu kitabın metinleri, notları ne zaman toplanmaya başlandı? Ne kadar zamanlık bir çalışmanın eseri?

İçinde yer alan bilgileri derlemem, bilimsel dayanaklarına ulaşmam yaklaşık on senemi aldı. Yazım aşaması iki yıl sürdü. Bu iki yılın son iki ayı her okuyanın anlayabileceği sadeliğe ulaşması için üslup ve dille ilgili diğer pürüzleri ayarlamaya çalışmakla geçti.

* Kitabınız hangi tür roman kapsamına giriyor?

Zor soru. Yani bir kitapçı bunu hangi rafa koyalım diye sorsa şurası diyebileceğim bir raf yok. Kabaca tarihi roman diyebiliriz belki ama yeterli değil. Çünkü modern çağda yaşanan bir aşk hikayesi anlatıyorum işin özünde,  ama aşk romanı değil. Bir açıdan bakarsanız alacakaranlık kuşağı olarak tanımlanan türle yakın temas söz konusu, polisiye olarak tarif edersek de yanlış değil. Fantezi roman kalıplarına sokamayız çünkü gerçeklik boyutu ağır basıyor. Dinî, felsefî ve siyasi sorgulamalar söz konusu. "Türlü çorbası ya da karışık salata mı, kitap mı bu?" diye haklı bir itiraz yapılabilir tabi bu cevap üzerine.  Her iki yemek çeşidi de bilirsiniz kıvamı tutturulduğunda tadından yenmez. Kitabın yazım süresinin uzunluğu işte kıvamı kararına getirebilme mücadelesinden kaynaklandı. Kim ne olarak görüyorsa odur diyerek kurtulayım bu sorudan...

* Kitabı okuduğumuzda içinde bir çok tarihi bilgi var ama bu daha çok bir gazeteci gözü ile okuyucuya sunuluyor.  İki mesleğin birleşmiş hali mi?

Yazarken ne gazeteciliği ne de tarihçiliği ön planda tuttum. Benim için aslolan edebi kurguydu. Okunabilir, görselliğe yakın anlatıma sahip, okuyanı içine çekmeyi, merakını diri tutmayı bu arada da heyecandan heyecana sürüklemeyi başarabilen bir metin oluşturmaktı amacım. O metni oluştururken hem tarih alanındaki eğitimim hem de gazetecilik mesleğindeki tecrübem bana yardımcı oldu. Ortaya iddialı bir metin çıktı.

Nakkaşları tarihten kim kazıdı?

* Kitapta Fatih Sultan Mehmet ve onun dünyaya bakışı üzerinden bir aşk hikayesine dahil oluyoruz. Bu aşk üzerinden de Üstad Siyah Kalem efsanesini öğreniyoruz. Kimdir Üstad Siyah kalem?

Siyah Kalem yalnız Türk İslam Tarihinin değil, Dünya Sanat Tarihinin gördüğü ve görebileceği en gizemli, en meşhur, en estetik muammasıdır. Eldeki verilerle kimliği konusunda ne söylense havada kalır. Elle tutulabilir somut tek bir varsayım vardı. Ancak o varsayımı ortaya koyanlar da isimlerini dahi açıklamaya korkuyorlardı. Dillendirilmesi cesaret isteyen bu ihtimali açıklamak da bana düştü. Mehmet Siyah Kalem, Fatih Sultan Mehmet olabilir! Bu tez ilk bakışta çok saçma görünse de gerek Siyah Kalem'in Topkapı Sarayından başka yerde tek bir resminin olmaması, gerek işlediği konuları, gerekse Fatih'in siyasi emelleri göz önüne alınırsa "neden olmasın " diye de sordurabiliyor. Varsayım doğru mu yanlış mı kolaylıkla ortaya çıkartılabilir aslında. Çünkü Mehmet Siyah Kalem'in resimleri ile Fatih Sultan Mehmet'in çocukluk defterindeki çizimleri üzerinden bilimsel yöntemlerle bu tahlil günümüzde kolayca yapılabilir. Her ne kadar dünya sanat tarihi için önemli olsa da benim için bu sadece ayrıntı. Çünkü Mehmet Siyah Kalemi, Fatih Döneminin sırra kalem basmış, tarihten kazınmış nakkaşlarının akıbetine dikkat çekmek için kullandım. Her biri Mehmet Siyah Kalem olabilecek onlarca  nakkaştan tek bir iz yok!

* Fatih'in nakkaşhanesi ve eserleri kasıtlı olarak yok edilmiş ve ediliyor yargısına nerden varıyoruz?

Tarihsel delilim Mezarı Çatalca'da halen ziyaret edilebilen Baba Nakkaş'ın kabri. Rahmetli A. Süheyl Ünver'in kitaplarında hayli geniş yer alır bu konu.  Bu zat Fatih döneminde Nakkaşhane'nin yöneticisi. Yani ortada bir nakkaşhane vardı. Fakat işin ilginç yanı hemen her birimin defteri elimizde olduğu halde bu birimin defteri yok! İyimser bakışla nakkaşhane saray dışındaydı ve bir yangınla yok olmuştur diyebiliriz. Ancak, bugün İÜ Edebiyat Fakültesi Kütüphanesinde olduğu bilinen, tesadüfen bulunuş, Memua'ül Acaip denilen defterde orada yazılmış bazı hat ve tezhiplere rastlıyoruz! Bu da ister istemez, birileri tıpkı Üstad Mehmet Siyah Kalem gibi onların eserlerinden bazılarını kurtarmaya çalışmış dedirtiyor insana.

* Kitabın kahramanlarından Janet bir Ermeni kızı, kitapta kendi hayat hikayesini takip ederken meşatlık diye adlandırılan bir Ermeni mezarlığına yolu düşüyor. Nedir meşatlık?

Meşatlık Farsça Meşhed kelimesi ile Türkçe lık ekinin bileşiminden türemiş isim. Meşhet şehit düşülen yer demek. Meşatlık ise Osmanlılar ile birlikte İslam Orduları safında çarpışırken ölen gayrımüslimlerin defnedildiği mezarlıklar. Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler için oluşturulmuş meşatlıklar, Osmanlı ordularında özellikle yükseliş yıllarında gayrımüslim unsurların yer aldığını gösteriyor....

* İstanbul fethedilmeden evvel Rumelihisarı'na Osmanlı tarafından Bektaşiler ve Ermeni duvar ustaları yerleştiriliyor. Bu fethin Fatih'ten önce planlandığı anlamına mı geliyor?

Profesörlük ve Doçentlik unvanına  sahip tarihçi pek çok dostumla müzakere ettim bu konuyu. Fetih yıllarca her Müslüman hükümdarın düşlerini süsleyen en büyük rüya. O rüya için Fatih gibi stratejik deha sahibi birinin hazırlıksız gittiğini idda etmek safdillik hatta onun organizasyon yeteneğine hakarettir.  Yıldırım'ın Anadolu yakasına hakimiyetinden sora II. Murad'ın Avrupa Yakası için hamle yapmaması mümkün değil. Ama biz bilimsel gerçeklerden çok hamasi efsanelere inanmayı tercih ediyoruz.

Fetih İman gücüyle gerçekleşti

* Ermenilerin de Osmanlılar kadar İstanbul'un fethinde çaba sarf ettiklerini söyleyebilir miyiz?

Mümkün değil öyle söylememiz. Çünkü Müslümanlar için bir bakıma iman meselesi İstanbul'un Fethi. Çünkü Peygamberimiz açık hedef göstermiş.  Böylesine güçlü bilenmiş iman gücü ile, Fetih'in gerçekleşmesi için yardımcı olan, İstanbul'un düşürülmesine yardımcı olanların çabasını kıyaslamamız mümkün değil.

O kadar yılmışlar ki Bizans'ın zulmünden ve Katolik eziyetinden İstanbul'da Osmanlı sarığı görmek onlar için de umut kaynağı oluyor. Bu yüzden Osmanlı'ya her türlü yardımı yapıyorlar. Osmanlı da zaten onların yardımlarını karşılıksız bırakmıyor ve onların en büyük hamisi oluyor...

* Peki Osmanlı tarihinde Ermenilerin sosyal ve ticari hayatta ki yerleri neydi?

Dönem dönem farklılıklar arz ediyor bu sorunun cevabı. Ermeniler zanaat ve sermaye sahibi insanlar, burası bir gerçek.  Zaman zaman onların sermaye güçlerine ihtiyaç duyuluyor. Mesela Sultan II. Abdulhamid Han, Yahudi sermayesine kafa tuttuğu yıllarda, Ermeni sermayesinin rolünü görmezden gelemeyiz. Sonrasında Ermeni sermayedarların da muhtelif sebeplerle katledildiğini görüyoruz. Öte yanan eğitimleri de çok iyi bu cemaatin. Bu yüzden daha çok Osmanlı'da bürokrasi işlerinde çok yararları görülüyor.  Dışişlerinde gayri Müslimlerin görevli olduğu yıllarda çok büyük diplomatik skandallar yaşanmıyor...

* Ne oldu da tamamen küstüler ve çekildiler?

Ne olmadı ki? Kavmiyetçilik rüzgârı yaman esti bu topraklarda...   Fatih Camiinin altında 12 havarinin ve Konstantin'in kabri olduğuna dair bilgilerin tarihi gerçeklik olarak değeri nedir? Doğu Roma İmparatorluğu'nun kurucusu Konstantin'in mezarının orada inşa edilmiş Havariler Kilisesinde olduğu tartışılmaz gerçek. Bu kilisenin 12 Havarinin temsili tabutunu barındırdığı da tarihi gerçek. Bu kiliseye Havarilerle ilgili ne denli kutsal kalıntı varsa getirilmek istendiğine de şüphe yok. Rolik denilen kutsal kalıntılara mezarların da girdiğine şüphe yok. Gerçi Büyük Konstantin zamanında gelen Rolik kaydına ulaşamıyoruz ama oğlunun zamanında - ki onun adı da Konstantin - Timeteus, Andreas  ve Luka'nın Rolikleri törenle getiriliyor bu kiliseye.  Ama eldeki bazı kaynaklar daha Doğun Roma'nın kuruluş aşamasında Aya Stefanos, Vaftizci Yahya ve Aya Yorgi kemiklerinin getirildiğini de belirtiliyorlar...

Kıyaslama raporu neden gizleniyor?

* Üstad siyah kaleme ait çizgilerle, Fatih'in çocukluk çizimlerinin kıyaslanma raporunun Milli İstihbarat tarafından paylaşılmadığına, oradaki yetkililerin bu tarz bilgileri isteyenlere tehditkar davrandığına dair bir bölüm var kitapta? Bu araştırmacı siz misiniz?

Evet. Her iki çizim arasında benzerlik olup olmadığına dair kriminal rapor alabilmek için çok uğraştık. İstanbul'da ekiplerden sözlü olarak yüzde 90'a varan oranda benzerlikler olduğu yönünde bilgiler aldık ama yazılı belgeyi Ankara'dan almamız gerekiyordu. O aşamada kitapta da söz edildiği gibi resmen azarlandık! Elimiz boş kaldı. Bu kısım yaşanmış bir hikâyenin romana yerleştirilmesidir. Fakat tabi ki o gazeteci tamamı ile ben değilim. Hatta onunla benim aramda benzerlikten çok zıtlık vardır.

* Ülkemizde tarih bilgisine objektif bakış açısına yeniden dönüş var, TV'lerde en çok izlenen programlar arasında tarih programları yer alıyor, siz bunu neye bağlıyorsunuz?

Tarih Türkiye'de her zaman ilgi gören konulardan. En çok tiraj yapan dergiler her dönem Tarih dergileri olmuştur.

* Kitapta Janet'in milliyetçi sevdiği Tunç Rumeli surlarından yanarak düşüyor. Orada bulunma sebebi bir sırrı çözme derdi. Bu sahne ve Rumeli'nin gizemi Kurtlar vadisinin 2 sezon önceki finaline benziyor. Gerçekten orada bir sır var mı?

Orasının Mekke, Kudüs, Tibet gibi dünyanın enerji merkezlerinden biri olduğuna inananlar var.  Sonuç da Tunç da gizli ilimlere meraklı bir karakter... İnanmanız güç biliyorum ama Kurtlar Vadisinin tek bir bölümünün 10 dakikası dışında fragmanları hariç hiçbir bölümünü seyretmiş değilim.  Ama sanırım onların senaristleri ile aynı kaynaklardan beslenmiş olabiliriz. Açıkçası bilimsel mantıkla düşündüğümde bu bana mantıklı gelmiyor. Fakat saçma diye de kestirip atamayız. Çünkü ilk çağlardan bu yana o topraklarda ilginç vakalar meydana gelmiş. Antik çağ mitolojisinde bile o noktalarda yaşanan ilginç, gizemli, cinlerin işin içine girdiği çekişmelerden söz ediliyor... Ateş olmayan yerden duman çıkmaz diyerek temkinli yaklaşmak lazım. Bilimsel olarak ne öyle olduğunu ispatlamak ne de olmadığını ispatlamak mümkün.

Borges hayranıyım; okura hoş tuzaklar kurdum!

* Kitapta tarihi bilgiler ve fantastik kurgu bir arada. Neyin gerçek neyin kurgu olduğunu nasıl anlayacağız?

Anlamanız gerekiyor mu? Sonuçta bir tarih kitabı değil keyifle okunacak bir edebi metin vaat ediyorum size. Öte yandan anlamaya uğraşmamanızı öneririm çünkü Jorge Luis Borges hayranıyım ve onun gibi okuyucuların zekâ oyunları merakından yararlanarak hoş tuzaklar kurmayı denedim. Öyle ki tamam bu kesin gerçek dediğiniz nokta benim hayal ürünüm, yok canım bu kadar da saçma şey olmaz dediğiniz nokta tarihi gerçek olabilir... Metnin okuyanı içine çekmesi ve sonuna kadar merakla okutması bu yöntemden kaynaklanıyor sanırım...

* Bu kitabın devamı gelecek mi?

Bilmiyorum...

* Kitaba nasıl ulaşabiliriz?

Kitap satış zinciri olan tüm mağazalara dağıtımı yapıldı. En kötü ihtimalle internet üzerinden kitap satışı yapan sitelerden sipariş ettiğinizde sanırım bir gün sonra elinizde oluyor...  Özellikle dağıtımdaki itina ve başarılarından dolayı emeği geçen herkese teşekkür ederim.  Türkiye'de kitabı yazmak ve yayınlatmaktan daha büyük derdin dağıtım olduğu bir gerçek. Şükür benim kitabım bu konuda büyük sıkıntılar yaşamadı. Tabi özellikle istemeyen ve satış şansını büyük görmediği için almayan noktalar da var. Onların inadını kıracak tek çare de malum okur talebi. Şu ana kadar gösterilen talep kitabın tüm küçük kusurlarına rağmen okurlarca takdir gördüğünü gösteriyor. İlginin sürekliliğini diliyorum. Çünkü tüm konuştuklarımız bir yana edebiyat ve macera severlerin okuduğuna pişman olmayacakları bir metin oluşturmak için büyük emek sarf ettim. Şu ana kadar kitabın hemen her sayfasıyla, her konusuyla ilgili pek çok eleştiri aldım. Ama kurgu ve akış temposu konusunda takdir etmeyeni henüz görmedim.  Sadece bu kadar güzel kurgu ve tempoya daha vurucu bir final yakışırdı diyen birkaç samimi eleştiri aldım. Ancak o kadar kusur kadı kızında da olur demek lazım...

 (Milli Gazete)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler