Mustafa Yürekli

Mustafa Yürekli

İyiliğe Taraf Olmak Kötülükle Savaş Halidir

Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi olan Fatiha Suresi, en son din olarak tebliğ ettiği İslam dinini Yahudilik ve Hırıstiyanlık’la da karşılaştırıp bu iki dinle arasına mesafe koyar.  Fatiha Suresi, öncelikle Yahudilik ile Hırıstiyanlık’ın sapık yollar olduğunu açıklar. Hatta Yahudilik dininin ilahi gazabı harekete geçiren bir sapıklık olduğunu da bildirir. Bu yazıda insanları ilahi gazaba düçar eden Yahudileşmeye ilişkin birkaç husus üzerinde durulacaktır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Yahudileşmeyi şu şekilde açıklar: 

“Benî İsrail arasında bozgunculuk şöyle başladı.  Onlardan biri günah işleyen bir adama rastladığı zaman ‘Be adam Allah’tan kork, yapmakta olduğun işi bırak; zira o işi sana helal değildir’ der. 

Ertesi günü yine o adama aynı halde rastlar.  Bununla beraber, o adamla yiyip içmekten ve onunla düşüp kalkmaktan çekinmezdi. 

Onlar böyle yapınca Allah onların kalplerini birbirine benzetti.” 

Hz. Peygamber (s.a.v.) konuşmasının sonunda şu ayeti okumuştur:

“İsrailoğulları içinde kâfir olanlar, isyanları ve hududu aşmaları yüzünden, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendiler.  Onlar yaptıkları günahlardan birbirini men etmeye uğraşmazlardı[1]” âyetinin konuyla ilgisine işaret buyurmuştur.  

Aleni günah işlemek demek, güçlü olmak demektir.

Bu hadis, Müslümanların kötülüğe yönelmiş güç karşısındaki tavrını, yasal olmayan otoriteye yaklaşımına açıklık getirmektedir.

 

İSLAM MİLLETİNİN İYİLİĞE DESTEK KÖTÜLÜĞE ENGEL OLMA ÖZELLİĞİ

İktidarlar, gücü elinde bulunduran otorite sahipleri, kanaat önderleri, işverenler ve aile reisleri, yanlış kararlar alıp günaha yönelebilirler, kötülüğe sapabilirler. İnsanlar içinde sadece peygamberler günah işlemekten korunmuşlardır; Allah’la aktif iletişim halindedir, Cebrail aleyhiselam hocalarıdır ve etkileşime girilmiştir.. 

Zaten Cenâb-ı Hakk, peygamberleri ısmet (günah işlememe) özelliği ile yaratmıştır. Dolayısıyla peygamberler haricindeki bütün insanlar, güzel fiillerde bulunmanın yanında, günah işleme ve hata yapma özelliğine sahiptirler. 

Güçlü olanla olmayanın yanlışları bir değildir; kullanılan güç ne kadar büyükse, yapılacak yanlışın, işlenecek günahın yol açacağı tahribat o kadar büyük olacaktır.

Müslümanın ubudiyet vazifesi sadece ibadet, iyilik işlemek, iyiliğe destek vermek ve kötülük adı verilen yasak fiillerden kaçınmakla bitmez.  Müslümanın bir diğer görevi de, Allah’ın haram kıldığı amelleri işleyen kardeşlerini bu davranış ve alışkanlıklardan vazgeçirmeye çalışmaktır; kötülüğü engelleme hizmeti vermektir.  İslam alimleri buna “Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” diyor ki Cenâb-ı Allah yüce kitabında Müslümanlar için bunun bir vazife olduğunu şu âyetlerle bildirmektedir: 

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.  İyilikle emreder, kötülükten nehyedersiniz[2]”

“İnanan erkekler ve inanan kadınlar, birbirlerinin dostudurlar.  İyilikle emrederler, kötülükten sakındırırlar[3]”. 

Kur’anı Kerim’de İslam milletinin bir özelliğinin de, bütün varlıklarıyla destek verdikleri iyiliği hayatın temeli haline getirmek, değerleri yaygınlaştırmak ve iyiliği çoğaltmak yanında kötülükleri azaltıp kontrol altına alma olarak bildirilmiştir.

 

KÖTÜLÜK KARŞISINDA SİYASAL, KÜLTÜREL VE BİREYSEL MÜCADELE

İnsanları iyiye yönlendirme, iyilik hareketine önderlik etme ve onları kötülüklerden alıkoyma noktasında İslam milletinin örneği hiç şüphesiz Hz. Peygamber (s.a.v.)’dir. Hakikate sadakat, iyiliğe taraf olmak kötülükle savaş olma halidir.

Tevhid prensibi sosyal, ekonomik ve siyasal hayatı temiz, aydınlık ve seviyeli hale getirir.

Putlara tapmayarak ve günahlardan uzak durarak çocukluktan itibaren bireysel olarak kötülüğe karşı olan, temiz fıtrat ve ismet sıfatı sahibi Hz. Peygamber (s.a.v.), kötülükle cemaat lideri olarak sosyal, kültürel boyutta; Medine’ye hicretten sonra İslam devletinin kurucu başkanı olarak da siyasal boyutta topyekün savaşmıştır.

İslam, kötülükle savaşın üç düzeyi üzerinde durur: Siyasal, sosyo - kültürel ve bireysel boyutta.. Dolayısıyla Müslümanın kötülük karşısındaki tutumuna dair Hz. Peygamber (s.a.v.) de şu hadis-i şerifi irad buyurmuşlardır:

“Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle değiştirsin (düzeltsin), eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalben nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir[4]”

Diliyle söylemek demek de tebliğ etmektir. İslami tebliğ, Mekke’de sosyal hareket boyutunda başlamıştır. Eliyle değiştirmek demek, ülkenin otoritesinin elinde olması, toplumun ortak karar mekanizmasını elinde bulundurmak; kısaca yönetici, devlet başkanı olmak demektir. Eliyle müdahale, siyasal felsefe bağlamında meşru ortak gücü kullanmak anlamına gelmektedir. İslami tebliği, siyasi boyuta ancak Medine’ye hicretle taşımıştır.

Bu hadis-i şerifin hiç üzerinde durulmayan boyutu ise Müslümanların kötülük karşısında örgütlü olmaları gerektiğidir. Ülke çapında, küresel çapta örgütlenmiş, büyük bir güç haline gelmiş kötülük karşısında teşkilatlanma, tevhidi mücadeleyi sosyal ve siyasal boyutta ortaya çıkmış kadrolar olarak yüretme imanın gereği olarak açıklanmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de yapısal çürümeye karşı bireysel erdem önerilmemektedir aksine sosyal, ekonomik ve siyasal yapı erdem etemilnde yenileme önerilmektedir; buna tecdid, ihya, diriliş diyebiliriz..

 

KÖTÜLÜK KARŞISINDA YAHUDİLİK, HIRİSTİYANLIK VE İSLAM

Otoriteyi elinde bulunduranları iyiliğe çağırmak ve kötülükten vaz geçmelerini sağlamak bakımından üç dinin yaklaşımına bu aşamada bakmak gerekir.

Yahudiler, otorite ahlak ve hukuku çiğnediğinde sözlü uyarıda bulunmanın ötesinde hiçbir şey yapmamaktadır. Dolayısıyla yürürlükteki kötülük eksenli politikaların uygulaması sürmektedir. İslami ilimlerdeki ifadesiyle “emr-i bil maruf, nehy-i ani’l münker” eksenli muhalefeti yapmamak, otoriteyi meşru alana çekecek, ahlak ve hukuku çiğnemekten vaz geçirecek çapta çalışmalar yapmamak Kur’an-ı Kerim’de Yahudileşmek olarak tanımlanmaktadır. Yönetimin ahlak ve hukuk dışında toplumun aleyhine, iktidardaki küçük azınlığın lehine politikalar üretmesi ve yürütmesi lanetlenmeye neden olacaktır.

Hırıstiyanlıkta kilise, Tanrı’yı temsil ettiği iddiasıyla yine ahlak ve hukuku çiğnemekte, eleştiriyi imkansız kılmaktadır. Hıristiyanlık, siyaseti kiliseye havale ederek toplumu kilisenin velayetine terk etmektedir. Bu da din adamlarının tanrılaştırılması olarak Kur’an-ı Kerim’de eleştirilmektedir.

İslam, Allah’ın otoritenin sahibi olduğunu, yönetenlerin emanet olan o otoriteyi (ahlak ve hukuk içinde, iyilik ekseninde, toplumun lehine) adalet çerçevesinde kullanmaları gerektiğini bildirmektedir.

Dolayısıyla İslam’da yönetimin iki kutup arasında oluştuğu gerçeği bildirilmekte, iyilik ve kötülüğe eğilimli yöneticilerin muhalefete muhtaç olduğu ve bunu iyilik yönünde gerçekleştirmenin de ibadet olduğu açıklanmaktadır.

 

KÖTÜLÜK KARŞISINDA BİREYESELLİĞİN ELEŞTİRİSİ

Her insan, dünyada bir gaye, bir ideal uğruna yaşar.  Müslümanın ideali de kişisel varlığını sürdürmeden daha çok İslam milletinin varlığını İslâm ahlakı çerçevesinde yaşatmaya çalışmak, toplumun her türlü meselesiyle ilgilenmek, bu konuda kendisini sorumlu ve vazifeli görmektir. 

Böyle olunca mümin sadece kendisini kurtarmakla iktifa edemez, ümmetin de kurtulması, huzur ve sükuna kavuşması için gayret sarfeder; ülkede doğru yapılanları destekler, yanlışlıkları ise usulü dairesince ıslaha çalışır. 

Zira toplumu tehdit eden felaketler eninde sonunda kendisini bu felaketten uzak tuttuğunu sananlara da bir şekilde dokunacaktır. Gemi battığı zaman sadece geminin altını oyanlar değil, bu iş ile ilgisi olmayanlar, yahut yapılanlara seyirci kalanlar da helak olmakla karşı karşıya kalacaktır.   

Bu yüzden bireysel tepkinin imanın en zayıf dışa vuruş biçimi olarak tanımlanması ise teşkilatlanmaya katkıda bulunmamaya ve hizmet kadrolarının dışında kalmaya yöneltilmiş bir eleştiri olsa gerek..

Müslüman bir cemaat içinde takva gayretiyle hizmet verme çabası gütmelidir.

 

SOSYAL VE SİYASAL BİR HİZMET OLARAK İYİLİĞE DESTEK, KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMA

Hz. Peygamber (s.a.v.) peygamberlik kurumundan iyiliğe destek ve kötülüğü engelleme çalışmalarının en güzel örneğini vermiştir. Müslümanlar, sonraki asırlarda bu güzel örneği siyaset ve sosyal politika alanlarında sürdürmüştür..

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kötülüklerden sakındırmadaki ilk prensibi, hata yapan kişinin yüzüne vurmadan onun yanlışını düzeltme yoluna gitmesidir. Yanlışın düzeltilmesini öncelemesi, yanlışa düşeni o düşkünlükten kurtarma ve sağladığı farkındalıkla kişiliğini güçlendirme hedeflenmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bir kişide gördüğü davranışı düzeltirken, o insanın şahsiyetini incitmemeye özen gösterir, hatasını yüzüne vurmak ve onu teşhir ederek mahcup etmekten sakınırdı[5].  Böyle durumda ya umumi bir tarzda konuşarak: “Bazıları neden böyle yapıyor?” diye uyarır veya hoşnutsuzluğunu gösteren bir tavır sergilerdi[6]. 

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bu konudaki ikinci prensibi ise, muhataba saygıyla kullanılan dile özen gösterme ve yumuşak sözle uyarmasıdır.  Hz. Peygamber (s.a.) muhatap aldığı ashabına, dolayısıyla ümmetle iletişimde erdemli, hatta merhametli, son derece duyarlı bir söylemde bulunmuştur,  sevgi içinde muamele etmiştir[7].  Zira emredici nitelikte ve küçük düşürücü bir şekilde yapılan hatırlatmanın müsbet bir etki icra etmesi bir yana, ters yönde bir faaliyete yol açması mümkündür. 

Nitekim Cenâb-ı Allah’ın, peygamberleri olan Hz. Musa ile Hz. Harun’u dine davet için Firavun’a gönderdiğinde onlara “Ona yumuşak sözle söyleyiniz, belki hatırlar veya korkar[8]” buyurması, kötülük karşısında kafir muhataba karşı bile nasıl davranılması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Yaşadığımız toplumda tasvip edilmesi mümkün olmayan birçok davranışa şahit olunmaktadır. Müslümanlara düşen evvelâ bu davranışlardan kendilerini korumak, daha sonra da yanlış davranış ve alışkanlık içinde olan insanları bu hallerinden vazgeçirmeğe çalışmaktır.  Bu konuda da örnek model ve rehberi tabii ki yine Hz. Peygamber’dir. 

Mustafa Yürekli

mustafayurekli@gmail.com

Ulu Kanal

 


[1] 5-Mâide Suresi, Ayet: 77.

[2] 3-Âl-i İmran Suresi, Ayet:104,110.

[3] 9-Tevbe, Ayet: 71.

[4] Buhârî, Tevhid, 37; Müslim, İman, 78; Ebû Dâvûd, Salat, 242, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 11; İbn Mâce, İkame, 155, Fiten, 20; Nesaî, İman, 17; Ahmed b. Hanbel, III, 10, 20, 39, 653, 654.

[5] Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, I-IV, İstanbul 1986, II, 107.

[6] Ebû Dâvûd, Edeb, 6.

[7] bk. Ahmed b. Hanbel, V, 256.

[8] Tâhâ, 20/44.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.