Mustafa Yürekli

Mustafa Yürekli

Jeopolitika – Oryantalistlerin İslam Medeniyeti Eleştirisi

Batı'da, oryantalistler tarafından Türklerin İslam ülkesine gelmesinden sonra İslam Medeniyeti’nin çöktüğü veya bu dönemden sonra parlak düşünce akımları ve bilginlerin yetişmediği yazılıp çizilmekte ve savunulmaktadır. Oysa Türkler, siyasi otoriteyi İslam ülkesinin yalnız bir bölümünde ele almışlardır.

İnsanlar sadece devlet kurup savaş yaparak ve devlet yıkarak tarih yazmazlar. İnsanlar bulundukları topraklar üzerinde eğer uygun ortam bulmuşlarsa bilgi, beceri ve yeteneklerini kullanarak medeniyet yaratmışlardır. İslam Tarihi de sadece siyasi olaylardan ibaret değildir. Olayların topluma yansıyan bir takım sonuçları elbette vardır.

İşte İslam Medeniyeti ya da İslam kurumlar tarihi, İslam toplumunun belli bir dönemdeki durumunu, toplum içinde kurulan bir takım sosyal, ekonomik, idari kurumları, karşılaştıkları problemler ve ürettiği çözümleri konu almaktadır. Böylece toplum, zaman ve mekan içinde nasıl yaşamaktadır, insanların içinde yaşadıkları sosyal yapı nasıl bir yapıdır; gözlerimizin önünde olduğu gibi daha iyi canlanmış olacaktır.

Böyle olmakla birlikte, İslam Medeniyeti’nin tarih içinde ana çizgileri belirginleşmiş belli özellikleri vardır: İslam Medeniyeti, şüphesiz merkezine Allah’ı (c.c.) koyan bir medeniyettir. Dolayısıyla vahiy odaklı, Kur’an-ı Kerim odaklı bir medeniyettir. Allah’ın (c.c.) son kitabı Kur’an-ı Kerim’i tebliğ eden son peygamber Hz.Muhammed’in (s.a.v.) temellerini attığı, tasarladığı ve hedeflerini belirlediği bir medeniyettir. Kısaca İslam Medeniyeti, kaynağını bir ilahi dinden, İslam’dan alan bir medeniyettir. İslam dini olmasaydı, bu medeniyet de doğmazdı.

Tarih boyunca, medeniyet niteliği kazanmış sosyal sistemleri sadece peygamberler kurmuştur. İslam medeniyetinin dışında, merkezine Allah’ı koyan; vahiy, peygamber, ahiret ve hakikat odaklı başka medeniyet yoktur. Tevhid inancını, mikro planda şahsiyet ve aile, makro planda inanç toplumu, devlet ve medeniyet olarak formlaştıran (teşekkül ettiren, teşkilatlandıran)  ve bunu asırlarca koruyan tek din, İslam olmuştur. Bu bağlamda Yahudilik ve Hıristiyanlık bugün insanlığa teklif edebileceği bir medeniyetten yoksundur; hakikat insanını, toplumunu ve medeniyetini inşa iddiası olmayan dinler halinde bulunmaktadırlar. Paganizm ve materyalizm, tarih boyunca hiçbir zaman evreni, hayatı ve insanı doğru açıklama, tarihi çözümleyip hakikaten eleştirme yetkinliği gösterememiştir.

İslam Medeniyeti, elbette İslam dinine müntesip insanların, Müslümanların çabalarıyla, İslam milletinin dev dalgalar halinde Asya, Afrika ve Avrupa’ya yayılmasıyla, şanlı Muhammed ümmetinin büyük tarihi içinde yükselip gelişmiştir. İslam milletinin birçok kavmi içine alması, büyük bir kitle olarak her çağda insanı, toplumu ve medeniyeti yenileyerek tarihi belirleyen sağlıklı bir toplum olması, bu yeni tevhid dininin verdiği ruh ve heyecanla ilahi teklife, kulluk görevine sarılmaları, Kur’an-ı Kerim’i ve Hz.Peygamber’in (s.a.v.) uygulamalarını / sünnetini esas alarak inanç, bilgi, düşünce, duygu, davranış, gelenek ve göreneklerinde yaptıkları yeniliklerle birlikte birçok manevi ve maddi katkıları, yeni bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır. İslam dini, Hicaz topraklarına indirilmiştir ve İslam medeniyetinin temelleri de burada atılmıştır. İslam dininin yarattığı Klasik İslam Medeniyeti, doğduğu topraklardan bir takım etkiler almakla birlikte daha sonraki büyük fetihlerle yeryüzüne, üç kıtaya yayılmasıyla gelişimi tamamlanınca, mahiyetini ve hüviyetini tam olarak göstermiştir.

Hz.Peygamber’in (s.a.v.) doğup büyüdüğü, dinini yaydığı ortamı kavramak ve onun İslam temelleri üzerine kurduğu site - devleti anlamak son derece zorunludur: İslam’ın iman esasları, Müslümanlar arasında bir ortak inanç, bir ortak düşünce, bir ortak anlayış, bir maşeri vicdan meydana getirip ve inananlar arasında yakınlaşmayı hatta kenetlenmeyi doğuran «iman birliğini» ortaya koymuştur. Tevhidi inanç, ilk İslam toplumunda bir toplumsal bilinç biçimidir; Allah’a adanma, Hz.Peygamber'in (s.a.v.) önderliğinde bir topluluk oluşturma, indirilen Kur’an-ı Kerim’e odaklı anlamlandırma çalışmaları ve Müslümanca yaşayış hep tevhid inancının yansımalarıdır.

İslam’ın şartları, İslam medeniyeti için bir takım maddi temeller hazırlamıştır. Örneğin namaz ibadetiyle, camiler, yönetim, yargı, medreseler, kütüphaneler, hastaneler, hamamlar, kervansaraylar, aşevleri, vakıflar, çarşı, emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker (İslam’ın emrettiği şeyleri yerine getirmek, yasakladığı şeylerden kurtulmak) Müslümanların hayatlarına girmiştir. İslam ülkesine, İslam şehirlerine mührünü vuran bu namazın uzantısı hizmetler değil mi? Oruç, zekat, kurban ve hac ibadetleri de hayata pek çok kurum kazandırmış, İslam Medeniyeti’ne can katmıştır.

Klâsik İslâm Medeniyeti’nin kağıt üretim tekniğini Çin’den getirip fabrikalar kurarak geliştirmesi, kitaba günümüzdeki formu vermesi ve kitabı toplumun en alt tabakasına kadar indirmesi, büyük kütüphaneler kurması şan olarak yeter. Kitap, ilim ve sanatı, cahili toplumların seçkinlerinin tekelinden İslam kurtarmıştır. Sanat eserlerinden mimaride, çini ve seramik sanatında, tezhip, ağaç işleri ve maden işleme sanatlarında sayısız şahaserleri bu medeniyetin yarattığı örneklerdir. İslâm Medeniyeti’nde, kendi içinde oluşan insani değerlerin sonucu olarak bir takım sosyal kurumlar kurulmuş, çoğu vakıf olan mabetler, hastahaneler (darü şşifa, bimaristan), hamamlar, medreseler, kütüphaneler, kervansaraylar v.s. insanların hizmetine sunulmuştur. Bunlardan zamanımıza intikal eden çoktur.

İslam Medeniyeti’ne bu yönleriyle toplum içinde insana değer veren, onun maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayan, insanlık âleminde ahlak üstünlüğü, hukuk üstünlüğü, hükümde adalet, ruh parlaklığı ve şefkat gibi üstün değerlere yer veren bir evrensel medeniyet demek yerinde bir hüküm olacaktır.

İslam Medeniyeti, tek bir şekil ve renk altında görülememektedir. İslam Medeniyeti, yalnızca Arap medeniyetinden ibaret değildir. Özellikle Abbasiler ile birlikte çeşitli milletlere mensup Müslümanların bu medeniyete yeni şekil ve renkler katmaları dikkati çeker. Bizans’la ve Sasaniler ile olan temaslar, eski Ön - Asya'nın sosyal ve teknik (mesela tarımla ilgili bilgiler) mirası, teşkilatlanma teknikleri vs. yeni İslam toplumunun yapısında yer alan unsurlar olmuştur. Türklerin İslam milletine yavaşça nüfuzu ile Abbasi İslam devletinin ve onun eyaletlerinin fizyonomisinin nasıl değiştiği bilinmektedir. İslam aleminde iktidara sahip olan Türkler, Selçuklular zamanında Anadolu’yu, Osmanlılar zamanında da Balkanlar'ı aldıklarında, İslam toplum yapısının, yeni gelenek ve göreneklerden ne denli etkilendiği, birçok yerde uzmanlarca ifade edilmiştir. İslam, tevhidi yenilenme bilinciyle insanlığın başarılarını tevarüs etmiş, hikmet adı verilen yöntemiyle hakikate uygun her şeye sahip çıkılmış, insanlığın birikimi ortaya çıkarılmış, ayıklanmış, düzene sokulmuş ve yenilenerek geliştirilmiştir.

Batı'da, oryantalistler tarafından Türklerin İslam ülkesine gelmesinden sonra İslam Medeniyeti’nin çöktüğü veya bu dönemden sonra parlak düşünce akımları ve bilginlerin yetişmediği yazılıp çizilmekte ve savunulmaktadır. Oysa Türkler, siyasi otoriteyi İslam ülkesinin yalnız bir bölümünde ele almışlardır. Selçuklu sultanları, halifelere saygılı olmuşlar, kendileri halife olmak istememişlerdir. Artık bütün Müslümanları idare eden bir devlet yerine, mahalli birkaç devletin ortaya çıkışı, zaten bir bakıma Abbasi İslam devletinin genişliği karşısında kontrolün kaybedilmesinin zorunlu bir sonucu olmuştur. Bir süre sonra yeni kurulan devletler de -mesela, Fatımiler, Memlûkler- ilmin ve fennin geri olduğunu söylemek, hele Anadolu Selçukları hakkında böyle bir yargıda bulunmak son derecede haksızlık olur. Oysa Ortaçağdaki bu Müslüman devletlerinin kültürel ve teknik seviyeleri Ortaçağ Avrupası’ndan daha üstün idi.

Moğol istilasından sonra İslam milletinin girdiği ademi merkeziyetçi yönetim dönemi, ardından gelen haçlı seferleri, merkezileşme koşullarını iyice zorlaştırmış ve sözkonusu bölünme de yenilenme yeteneği körelen ve iddiasını yitiren İslam milletini atalete düşürmüş ve İslam Medeniyeti’nin güçsüz düşmesine yol açmıştır. Tarihte duraklama dönemi geçirmeyen ve eksiği bulunmayan bir medeniyet yoktur. İslam Medeniyeti’nin doğmasını hazırlayan koşullar ortadan kalkınca uzun bir duraklamadan sonra gerçekten Klasik İslam Medeniyeti’nin sönükleştiği görülmektedir.

Oryantalistler, İslam Medeniyeti’nin duraklama ve çöküşünün gerekçeleri olarak medreseler kurulduktan sonra artık aynı klasik kitapların nesiller boyunca okunup tekrar edilmesi; düşünsel konularda özdeşleşme ve kesin katı kuralcılığa sarılıp yeni durumlar için yeni çözümlemeler, eleştiriler ve çözümler aranmaması, İslam aleminin tarım ve ticaret kaynaklarını geliştirememesi gibi hemen akla gelen, ilk planda burada anabileceğimiz hususları ileri sürmektedirler. Oryantalistler, bugün parlak İslam Medeniyeti'ni ve Batı'yı etkilemesini gizlemek için büyük çaba sarf etmektedirler. O kadar horladıkları İslam Medeniyeti'nin bugün kapitalizme ve Batı emperyalizmine karşı gösterdiği direniş ve muhalefetini de medeniyetler çatışması söylemiyle İslam ülkesinde çıkardıkları karışıklık ve dayattıkları terörle ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar.

Oysa 1918’de Osmanlı İslam Devleti tarih sahnesinden çekildiğinde, Batı, üstünlüğünü manevi (bilim, düşünce ve sanat) bakımdan değil, maddi (ekonomik, teknolojik ve askeri) bakımdan sağlamıştı. Batının maddi üstünlüğünün arka planında da kolonyalizm vardı.

Mustafa Yürekli

mustafayurekli@gmail.com

Ulu Kanal

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.