Mustafa Yolcu: Türk Boğazları Ve Kanal İstanbul(!)

Mustafa Yolcu: Türk Boğazları Ve Kanal İstanbul(!)
Kanal İstanbul’u anlamak için Türk Boğazlarını ve Montrö Sözleşmesini anlamak gerekir.

Türk Boğazları Ve Kanal İstanbul(!)

Kanal İstanbul’u anlamak için Türk Boğazlarını ve Montrö Sözleşmesini anlamak gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti uluslararası zeminde yıllardır İstanbul ve Çanakkale

Boğazları için Türk Boğazları tanımlamasını yapar ve bu tanımlamanın yerleşmesi için gayret gösterir.

Zira İstanbul ve Çanakkale Boğazları tamamıyla Türkiye Cumhuriyetinin hükümranlık alanı içindedir ve dolayısıyla Türk topraklarıdır.

Marmara Denizi ise uluslararası bir deniz değil bir milli iç denizdir.

Türk Boğazları ve Marmara Denizi bir bütün olarak mütalaa edilir. simlendirmeleri de Türk cümle kuruluş mantığına göre İstanbul + Boğazı ve Çanakkale + Boğazı şeklindedir. Boğaz İstanbul - Boğaz Çanakkale değildir.

Türk Boğazları Karadeniz’e komşu ülkeler, Karadeniz’e Tuna nehrinin yatağını Kullanarak bağlanmak isteyen Avrupa ülkeleri ve Odesa’dan Baltık Denizine bağlanmak isteyen Baltık Ülkeleri ile diğer ülkeler bakımından stratejik önemi yüksek konumdadır. O nedenle sadece günümüzde değil tarih boyunca gündemde olmuştur. Her ne kadar Osmanlı döneminde Türk Boğazlarının önemi yeterince kavranamamış olsa da Montrö ile Türkiye için hayati değer kazanmıştır.

Farkına varılması gereken kritik önemde bir jeopolitik ve jeostratejik değerdedir.

Tarihi süreç içinde Türk Boğazlarından geçiş rejimi dört ayrı dönem olarak ele

Alınabilir. Bunlar sırasıyla şunlardır;

1. Osmanlı Devletinin boğazlar üzerinde her türlü egemenliğini kullandığı ve

tek taraflı olarak belirleyici olduğu 1453’den 1774 Küçük Kaynarca

Antlaşmasına kadar olan dönem birinci dönem olarak kabul edilir.

2. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile 1829 tarihleri arasındaki dönem ikinci

dönem olarak değerlendirilebilir. Bu dönemde Osmanlı tek kural koyucu

olma gücünü yitirmiştir. 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması ile

Osmanlının boğazlar üzerindeki mutlak egemenliği sona erdirilmiştir.

3. Üçüncü dönem 1841 yılında imzalanan Londra Sözleşmesinden 1923 Lozan

Antlaşmasına ek Lozan Boğazlar Sözleşmesinin kabulüne kadar devam

etmiştir. Bu dönem Osmanlı’nın tüm egemenlik yetkilerinin yok edildiği bir

dönem olup Boğazlar tüm ticaret gemilerine açık hale getirilmiştir. Birinci

Dünya savaşından yenik çıkılması nedeniyle de Osmanlı Devleti bu defa

mütareke şartları gereği Boğazları savaş gemilerine de açmak zorunda

kalmıştır. Artık Osmanlı adı olan ancak hükümranlık hak ve yetkilerini

kullanamayan bir durumdadır.

4. Lozan Antlaşmasına ek olan 1923 Boğazlar Sözleşmesi ile başlayan ve

Montrö’ye kadar devam eden dönem dördüncü dönemdir.

Buna göre;Boğazların her iki yakası askerden arındırılacak ve başkanı Türk olan bir kurul tarafından yönetilmiştir. Bu kurulun çalışmaları Milletler Cemiyetini güvencesi kontrolü altında gerçekleştirilmiştir.

Buna göre barış zamanında askeri olmayan gemiler ve uçaklar (hava sahası da, kullanıma açıktır) boğazlardan geçebilecektir. Adalar dahil tüm Marmara Denizi askersiz olacaktır.

Türk Boğazlarının bugünkü hukuki durumu 20 Temmuz 1936’da imzalanan

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile belirlenmiştir. 09 Aralık 1936’da yürürlüğe giren sözleşme; Türkiye, Sovyetler Birliği, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Fransa,

Yugoslavya, İngiltere, Avustralya tarafından imzalanmıştır. Daha sonra 1938 yılında İtalya sözleşmeye dahil olmuş, Japonya ise 1951 yılında tüm hak ve menfaatleriyle birlikte sözleşmeden çekilmiştir.

Sözleşme, Türk Boğazlarından geçiş yapmak isteyen yabancı bayraklı ticaret gemileri ile Karadeniz’e giriş ve Karadeniz’den çıkış yapmak isteyen yabancı savaş gemilerinin hukuki durumlarını düzenleyen yegane belgedir.

Montrö rejimi Türk Boğazlarının milli boğaz olma özelliğini korumuş ve

Türkiye’nin yetkisi esas alınmıştır. Benzer özelliklere sahip Macellan (Güney Afrika’nın en gü neyinde), Grönland İle İzlanda arasındaki danimarka Boğazı ve Åland Boğazı (Güneybatı Finlandiya’da Aland Denizinin doğusundadır) gibi istisnai özellik taşıyanlardan daha fazla yetkiyi Montrö Anlaşması ile Türkiye kazanmıştır.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliği ve kontrol yetkisi yeniden tesis edilmiştir. Bu kapsamda, Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile kurulmuş olan Boğazlar Komisyonu kaldırılmış ve Komisyonun yetkileri Türkiye

Cumhuriyetine aktarılmıştır (md. 24/1).

Montrö Anlaşmasının Türkiye’ye sağladığı avantajlar ve askeri bakımdan önemi bilinmeden İstanbul Kanalı (Kanal İstanbul ifadesi İngilizce düşünülüp konulan bir isimdir ve Türkçe dil kurallarına aykırı olduğu için İstanbul Kanalı ifadesi kull nılacaktır) hakkında düşünce üretilemeyeceği öncelikle kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Bu nedenle Montrö’nün askeri bakımdan önemli olan birkaç maddesine değinmek gerekir.

Montrö Anlaşmasının 19. Maddesi, harp hali ve barış zamanında yabancı savaş gemilerin geçişi ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre; Karadenize kıyıdaş Devletler, bu deniz dışında yaptırdıkları ya da

satın aldıkları denizaltılarını, Türkiye2ye vaktinde haber verilmişse,

deniz üslerine katılmak üzere Boğazlardan geçirme hakkına sahip

olacaklardır.

 Boğazlardan geçecek tüm yabancı deniz kuvvetlerine ait deniz

vasıtalarının toplam tonajı 15.000 tonu aşmayacaktır.

 Karadeniz kıyıdaşı olmayan bir ya da birkaç Devlet, bu denize,

insancıl bir amaçla deniz kuvvetleri göndermek isterlerse, bu

kuvvetin toplamı hiçbir varsayımda 8.000 tonu aşamaz.

 Karadeniz'de bulunmalarının amacı ne olursa olsun, kıyıdaş

olmayan Devletlerin savaş gemileri bu denizde yirmibir günden çok

kalamayacaklardır.

Savaş gemilerinin savaş halindeki durumlarıyla ilgili esaslar 19. maddenin 2.fıkrası ile düzenlenmiştir. Bu Fıkraya göre;

- Saldırıya uğramış bir Devlete ve Türkiye;yi bağlayan bir karşılıklı yardım

antlaşması gereğince yapılan yardım durumları dışında savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesi yasak olacaktır.

- Karadeniz;e kıyıdaş olan ya da olmayan Devletlere ait olup da bağlama

limanlarından ayrılmış bulunan savaş gemileri, kendi limanlarına gitmek

maksadıyla boğaz geçişi yapabilirler.

- Savaşan Devletlerin savaş gemilerinin Boğazlar;da herhangi bir el

koymaya girişmeleri, denetleme (ziyaret) hakkı uygulamaları ve başka herhangi bir düşmanca eylemde bulunmaları yasaktır.

- Savaş zamanında, Türkiye savaşan ise, savaş gemilerinin geçişi

konusunda Türk Hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilecektir.

- Türkiye kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karsısında sayarsa,

Türkiye savaş durumu geçiş rejimini uygulamaya başlayacaktır.

 Savaşan tarafların harp gemilerinin geçişi yasaktır. Savaşan

taraftarlarla ilgili yasaklamayı gevşeten üç istisna durum vardır.

Bunlar;

 BM;nin alacağı ortak karar çerçevesinde yürütülecek

harekatta savaş gemileri geçebilir.

 Bağlama limanlarından ayrılmış, Karadenize kıyıdaş

devletlerin gemileri dönmek için boğazları kullanabilir.

 Türkiye;nin taraf olduğu yardım sözleşmesinin hükümlerine

göre geçebilirler.Bu üç istisna dışında, savaşan devletlerin savaş gemilerinin geçmesi söz konusu değildir.

 Ayrıca Boğazlarımız ve hava sahamız geçiş bildiriminde bulunmak

Şartıyla, sadece sivil hava araçlarının uçuşlarına açıktır.

Montrö’nün Türkiye’ye sağladığı bu kadar önemli imkan varken bunun farkında olunması gerekir . Nitekim Küresel güçlerin Karadeniz’e yönelik stratejilerinin önündeki en önemli engel, büyük oranda Türkiye’nin söz sahibi olduğu Montrö sözleşmesi ve bu Sözleşme ile Türkiye’nin elinde bulunan yetkilerdir. ABD ve onun yörüngesindeki ülkelerin Montrö nedeniyle, Türk Boğazlarında ve Karadeniz’de istedikleri gibi hareket edemiyor olmaları ülkemizin yakın gelecekte önüne çıkarılabilecek önemli problemlerin birinci sırasını işgal edecek özellik taşımaktadır. Ayrıca Çin’in, Hindistan’ın hatta İslam Arap ülkelerinin zaman zaman rahatsızlıklarını dile getirdikleri de bilinmektedir.

Montrö Sözleşmesinin kritik zayıf noktası, Sözleşmenin 20 yıl olan yürürlük sonlandırılmasına ilişkin talebin Sözleşme gereği Fransa’ya yapılması

gerekmektedir. Akit tarafların Sözleşmeyi sonlandırma talebinin bugüne kadar yapılmamış olması, Montrö Sözleşmesinin dünya barışına sağladığı katkılardan dolayıdır. Ancak bu anlayışın terk edilmeyeceği dolayısıyla taraf ülkelerden birinin

sonlandırma başvurusunda bulunmayacağı anlamına gelmemelidir.

Ayrıca; Sözleşmeye taraf olan ülkelerden Bulgaristan ve Romanya günümüzde NATO ülkesi haline gelmiştir.. Balkanlarda, Yunanistan’la Bulgaristan ve

Romanya’da ABD-NATO üsleri bulunmakta ve ABD tarafından bu üs bölgelerine önemli miktarlarda silah, mühimmat, araç-gereç ve personel yığınağı yapılmaktadır. Bu yığınağın görünen hedefi Rusya, muhtemel hedefi ise Türkiye’dir. ABD’nin Karadeniz’i kontrolü altına alma ya da Balkanlar ile Kafkaslardaki herhangi bir yanında siyasi, diplomatik, kültürel ve ekonomik dengelerin üzerinde olumsuz etki oluşacaktır.

Ayrıca son günlerde, Montrö Sözleşmesi sıklıkla gündeme getirilmektedir. .

Karadenizin değişen jeopolitiğinde etkinliğini artırmaya çalışan ABD ve sadık partneri İngiltere’nin “Genişletilmiş Orta Doğu ve Afrika Projesi” yanında’ Balkanlara ve Kafkaslara yönelik planları doğrultusunda bazı isimleri plan dahilinde çıkarılamayacağı dolayısıyla ,ABD ve müttefiklerinin önündeki engelin kaldırılması yani Montrö’nün değişmesi gerektiğini dile getirmesi ve bu görüşünü Montrö’nün Rusya’ya, Karadenize hakim olma, kıyı devletlerini tehdit etme, saldırı ve işgal Etme imkanı verdiği şeklindeki kasıtlı yorumu örnek verilebilir.

Ayrıca aynı şahıs,

Montrö Boğazlar Antlaşmasındaki değişikliklerin 9 Kasım 2026’ya kadar yapılması gerektiğinden bahsedebilmekte ve bu konunun sonuçlanması için tarih vermektedir. (https://www.gisreportsonline.com/r/black-sea-russia-turkey/ )

Böyle bir ortamda Türkiye’de, Kanal Projesi hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.

İstanbul Kanalı düşüncesi bir bütün olarak “Kanallar Projesidir” ve Çanakkale Boğazını baypas ederek, açılacak olan Gelibolu Kanalını da kapsamakta olup bir

şahsın ya da bir siyasi partinin vazgeçemeyeceği projesi, ütopyası, ileriye dönük hayalleri olduğundan bahsedilemez. Zira İstanbul kanalı seslendirilirken hiçbir zaman; ülke ekonomisine sağlayacağı katkı, geçeceği şehirlerimize sağlayacağı imkanlar, mesela deprem felaketine uğraması kesin gözüyle bakılan İstanbul’un

bazı ilçe ve semtlerinin bu kanalın iki yanına taşınacağı ve vatandaşa güvenli ikamet imkanları sağlanacağı, küresel iklim değişikliği için sebep gösterilen karbon salınımın yüzde şu oranında düşürüleceği, şehrin havasının temizlenmesine katkı sağlayacağı, kamyon-tır trafiğini hafifleteceği, İstanbul’ a

maliyetlerini olumlu yönde etkileyeceği, yeni tarım alanlarının açılmasına destek sağlanacağı, yeni su havzalarının ve göletlerin oluşumunun desteklenerek şehrin su ihtiyacının karşılanmasına katkısının olacağı, yeni spor sahalarının yaşanmaz hale getiren trafik-ulaşım sorununu çözeceği, lojistik alt yapı ile taşımaçılacağı gibi hiçbir şeyden bahsedilmemesi yanında onlarca yıldır fevkalade kırılgan bir ekonomik ve mali kriz yaşanırken bu projede ısrar edilmesi, proje tanıtımının

hedef kitlesinin petrol zengini körfez ülkeleri ile Suudilere olması, onlara

pazarlanacağı iddialarını güçlendiren Tv reklam- tanıtım kampanyaları ile

bölgeden arazi-toprak toplayan şirket ve yabancılarla ilgili haberler haklı

kuşkuları artırmaktadır.

Tüm bunlara karşılık İstanbul şehrinin gemi trafiğinden kaynaklı tehlike altında olduğu ve geçen gemilerden alınan paranın düşüklüğünden bahisle Proge gerekçelendirmeye, haklı çıkılmaya çalışılmaktadır. Bu konuda ileri sürülen görüşler ile verilen rakamlar ise tatmin ve ikna edici mahiyette değildir.

Tüm bunlar dikkate alınarak eğer İstanbul kanalı;

 Almanya ve Fransa’nın öncülüğünde 50 milyar Euroluk bir bütçe ile

yapılması zaman zaman gündem getirilen Manş Denizi ile

Karadeniz’i birbirine bağlaması düşünülen 4 bin km uzunluğundaki

ticaret nehri projesinin bir ayağı ise,

 Karadeniz ile Baltık Denizini birbirine bağlamak üzere Ukrayna’dan

Baltık Denizine yapılması düşünülen kanalın bir devamı ise,

 Küresel boyutta lojistik merkezi konumundaki Çin ve Hindistan’dan

çıkan mamul ya da yarı mamul sanayi ürünlerinin Avrupa ve

İskandinav ülkelerine ulaştırılmasında ülkemizin tercih edilir

nitelikte bir güzergah oluşturarak avantaj sağlaması düşünülüyor ise,

6

Kanal projelerine gerekçe uydurulabilir. Ancak buna kimin inanacağı meçhul kalır.

Eğer yine batının ve özellikle ABD’nin ve güdümündeki ülkelerin baskısına

dayanılamayacak ve iş Montrö’den taviz noktasına gelmiş-getirilmiş ise, Fener Ortodoks Kilisesine Vatikan vari bir egemenlik bölgesinin sınırları çiziliyor ise vay halimize. Unutulmamalıdır ki Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin Uluslararası kabul görmüş bir güç kaynağı olmasının yanında, küresel barışa hizmet eden en önemli uluslararası anlaşmalardan biridir. Bu Sözleşmenin sağladığı imkanlar yanında Türkiye’nin kazandığı diplomatik gücü sabote edecek adımlardan imtina edilmesi gerekir. Tek kutuplu dünya inşa etmeye çalışanların 2008 NATO Genişleme Stratejisi ve 2008 AB Genişleme Stratejilerinde hedef alınan ülkelerin birer birer saf değiştirmesi sonucu yaşanan gerginlik ve sıcak çatışmalardan ders çıkarılması gerekmektedir.

Ayrıca Türkiye her denileni baş üstüne deyip kabullenecek ülke olmaktan çıkarılmalıdır. Bu konudaki tavır ve geri adımlar ile verilen tavizler milletin onurunu kırmakta genç nesillerin özgüvenini, devlet ve milletimize olan bağlılık mensubiyet duygusunu törpülemektedir.

NOT: Barış zamanında ticaret gemilerinin gündüz ya da gece bağlı olduğu liman ülke (bayrak) ne olursa olsun sağlıkla ilgili sınırlama ve denetimler hariç geçiş

Serbestisine sahiptir.(Montrö-Md.2)

Kaynak:Adanapost

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.