Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Say ve sanatın çok kötü istismarı


Başbakan konuşunca "Hangi söz nefret söylemine girer" yaklaşımı...

Fazıl Say konuşunca "Hangi söz nefret söylemine girmez" yaklaşımı.
Akit olunca "Yetiş yargı!"
Fazıl Say olunca "Kahrol yargı!"
Bu bizim çifte standartçılığımız.
Fazıl Say ya da Sevan Nişanyan bir şeyler söylemiş. Müslümanlar rencide oldu.
Olayın yargı konusu olması ya da olmaması, tali bir mesele. Hatta varsın olmasın yargı konusu.
Ama Say veya Nişanyan, aydın kişilerse hele Say gibi birisinin "sanatkar" bir ruhu varsa, kendi toplumunun değer yargılarına böyle yaklaşması sağlıklı mı, insanca mı, aydınca mı, saygınca mı diye sorulamaz mı?
Fazıl Say, Ömer Hayyam'dan alıntı ile "Cami meyhane mi, cennet kerhane mi" diye soruyor ve bunun normal karşılanması isteniyor.

Fazıl Say, uluslararası bir sanatçı imiş, dünyada Türkiye'nin onuru imiş vs. Fazıl Say, bu sözleriyle mi Türkiye'nin onuru oluyor, saygınlığı bu sözlerinden mi kaynaklanıyor? Uluslararası standartlar ne zamandan beri Müslümanlar'ın değer yargılarıyla alay edilmesine saygınlık ödülü veriyor?

Fazıl Say ne zamandan beri piyanosunda bu sözleri seslendiriyor?

Fazıl Say'ın işi mi Müslümanlar'ın inancı ile alay etmek ya da işi bu ise onun bu "çirkin" işini savunmak için neden piyanistliğinden malzeme oluşturmak gerekiyor?

Bu piyanistliğin, sanatın çok kötü biçimde sömürülmesinden başka bir şey midir ve bu yönüyle, çirkinliğin bir başka boyutu değil midir?

Say'ın, Nişanyan'ın üzerine kapananlar

Birileri, koruma refleksi ile Say'ın ya da Nişanyan'ın üzerine kapanıyorlar.
Aynı kişilere bakıyorum, öbür yanda bir "nefret söylemi" üretmek için seferber oluyorlar.
Say'ın söylemi nefret üretmiyor, Say'a karşı yapılan nefret üretiyor!
Bu yaklaşımın toplumda zerre kadar karşılığı yok.

Var bir kesimde, düzelteyim ama o kesim, toplum duyarlılığını zerre kadar gözetmiyor.
Keşke benden önce, dindarlardan önce, Akit'ten önce, öteki cenahtan birileri çıksa da "Nişanyan ve Say'ın yaptıkları ne aydınlığa sığar ne sanatçılığa" diyebilseydi.

O denmediği gibi, "ne olmuş ki" havasında yayınlar... Ardından "Bunlar düşünce özgürlüğü kapsamına girer", ardından "Türkiye'de zaten düşünce özgürlüğü yok" , ardından "AK Parti iktidarı bu baskı ortamını oluşturuyor" söylemleri...
Bütün bunlar şunu ortaya koyuyor:
Türkiye'de, Müslümanlar'ın değer yargılarına saygı duymayan ve her fırsatta onu aşağılamayı adet edinmiş bir kesim var. Bu kesim, dünyadaki benzerleri ile el ele vererek bir kampanyayı yürütüyor.
Bu da, Fazıl Say'ı toplum genelinden koparıyor, götürüp başka yerlere monte ediyor.

Bir ara Türkiye'yi bırakıp başka yerlere gitmeyi tasarladı Fazıl Say, bu da bizde birileri tarafından "Türkiye'nin aşağılanması" çerçevesinde kullanıldı. Yani denmek istendi ki "Türkiye Fazıl Say gibilere hayat hakkı tanımıyor!"
Ne kadar ayıp bir şey.

Devlet zorbalığı-aydın zorbalığı

Fazıl Say sabaha kadar; akşama kadar, günlerce, aylarca, yıllarca, köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşsın, piyanosunu çalsın, insanlara ulaşsın.
Ama inançlara sövmesin.
Bu kadar basit.

İnançlara sövmeyi tercih ediyorsa, o zaman da, bu çirkin işin önüne piyanosunu koymasın.
Bu kadar basit.

Bunu da, dindarlar değil de, biraz o kesimden, biraz sanata saygısı olan ve sanat ile inançlara hakareti birbirinden ayırabilen insanlar söylesin. Değilse, sanat vs'yi maske yaparak inançlara hakaretin savunuculuğuna soyunmak, toplumu sanatla karşı karşıya getirmek gibi bir günaha da yol açıyor.

Türkiye, uzunca bir süre, inanç özgürlüğü konusunda "devlet zorbalığı"nı yaşadı.
Bu devlet zorbalığı, o dönemin devlete yakın aydınları tarafından onaylandı.
Şimdilerde "devlet zorbalığı" bitiyor, "aydın zorbalığı" devam ediyor.
Bundan ne zaman kurtulacağız, sorun bu.

Ahmet TAŞGETİREN

atasgetiren@bugun.com.tr

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.