Sporun siyasal sınırları: FIFA’nın İsrail sınavı

Sporun siyasal sınırları: FIFA’nın İsrail sınavı
İsrail’in 2026 FIFA Dünya Kupası’ndan men edilip edilmeyeceği konusu, sadece bir turnuva meselesi değil; sporun siyasal, etik ve insani boyutlarının kesiştiği bir sınavdır.
İstanbul

Akademisyen Dr. Görkem Turaç, FIFA'nın İsrail'i futbol organizasyonlarından men etmemesini ve uygulanan çifte standardı AA Analiz için kaleme aldı.

***

İsrail’in 2026 FIFA Dünya Kupası’ndan men edilip edilmeyeceği konusu, sadece bir turnuva meselesi değil aynı zamanda sporun siyasal, etik ve insani boyutlarının kesiştiği bir sınavdır.

FIFA Başkanı Gianni Infantino’nun Mısır’da düzenlenen Şarm el-Şeyh Barış Zirvesi'ne sürpriz katılımı, sporun siyasal krizlerle ilişkisini yeniden gündeme getirdi. Infantino, zirveye katılımına ilişkin yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump ile kurduğu yakın dostluğun ve İsrail’in bazı turnuvalardan men edilmesi çağrıları bağlamında yaşanan gelişmelerin etkili olduğunu belirtti.

Zirve sonrası Infantino, 2026 FIFA Dünya Kupası’ndan İsrail’in çıkarılıp çıkarılmayacağı yönündeki sorulara doğrudan yanıt vermekten kaçınarak, yalnızca "futbolun jeopolitik emellerin bir parçası olamayacağı" ifadesini kullandı. Bu açıklama, tarafsızlık söylemini koruma çabası olarak görülse de aynı zamanda FIFA'nın ahlaki ve politik sorumluluklarını görmezden geldiği anlamına gelmektedir.

Özellikle İspanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi ve futbol federasyonu, Gazze’de süren sivil kayıplar nedeniyle İsrail’in uluslararası organizasyonlardan men edilmesi gerektiğini net bir şekilde gündeme getirdi. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) da benzer bir çağrıyı hem FIFA’ya hem UEFA’ya iletti. Bu çağrılar, sporun evrensel değerleriyle uluslararası siyasetin güç dengeleri arasındaki kırılgan ilişkiyi gözler önüne serdi. FIFA’nın geçmişte Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar ise bu tartışmayı daha da karmaşık hale getirdi: "Eğer Rusya organizasyonlardan men edildiyse, neden İsrail edilmiyor?" sorusu giderek daha yüksek sesle soruluyor.

Spor ve siyaset ilişkisinin tarihsel arka planı

Modern spor, ideolojik olarak siyaset dışı bir alan olarak tanımlanmış olsa da tarihsel olarak hiçbir zaman siyasetten tam anlamıyla bağımsız olamamıştır. Olimpiyat Oyunları'ndan Dünya Kupası'na kadar birçok küresel organizasyon uluslararası ilişkilerin yumuşak güç unsurlarından biri olarak kullanılmıştır. Soğuk Savaş döneminde spor, sistemler arası rekabetin vitrini olmuş; apartheid döneminde Güney Afrika’ya uygulanan spor ambargosu, uluslararası toplumun ahlaki tepki araçlarından biri haline gelmiştir.

2. Dünya Savaşı sonrasında spor, iki kutuplu dünya düzeninde ideolojik rekabetin sahalarına taşındı. ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki rekabet, olimpiyat madalya sıralamalarına ve dünya şampiyonalarına yansıdı. “Ping-pong diplomasisi” olarak bilinen 1971 Çin-ABD yakınlaşması, sporun diplomatik bir araç olarak kullanılabileceğinin simgesiydi. 1980 Moskova Olimpiyatları’nın ABD öncülüğünde boykot edilmesi ve 1984 Los Angeles Olimpiyatları’na Sovyet bloğunun misillemesi, sporun jeopolitik çekişmelerin doğrudan bir uzantısı haline geldiğini gösterdi.

Bu tarihsel örnekler, sporun “tarafsızlık” ilkesinin sınırlarını göstermektedir. Kurumsal olarak FIFA, tüzüğünde siyasetten bağımsız bir yapı olduğunu iddia etse de kararları çoğu zaman politik bağlamdan etkilenmiştir. 2022'de Rusya-Ukrayna savaşının başlamasıyla Rusya’nın tüm uluslararası müsabakalardan men edilmesi, bunun en güncel örneklerinden biridir. Dolayısıyla, İsrail konusunda farklı bir tutum benimsenmesi FIFA’nın bu ilkesini yeniden tartışmaya açmıştır.

FIFA’ya kurumsal tutarsızlık ve çifte standart eleştirisi

FIFA’nın İsrail konusundaki çekingenliği, kurumun karar alma süreçlerindeki tutarlılık sorunlarını gözler önüne sermektedir. Rusya’ya karşı alınan hızlı ve net yaptırım kararı, “sporun barış ve insan hakları değerleriyle uyumlu bir duruş” olarak sunulmuştu. Ancak İsrail’e yönelik benzer bir kararın gündeme dahi alınmaması “çifte standart” eleştirilerini kaçınılmaz hale getirmiştir.

Bu farklılığın ardında yalnızca etik değil, aynı zamanda politik ve ekonomik faktörler de bulunmaktadır. İsrail, birçok Avrupa ülkesinin güvenlik ve enerji politikalarında önemli bir stratejik ortak olarak görülmektedir. Ayrıca büyük futbol organizasyonlarının finansal boyutu, kararların ekonomik sonuçlarını da göz önünde bulundurmayı zorunlu kılmaktadır. FIFA’nın gelir kaynaklarının büyük bölümü sponsorluklar, yayın hakları ve küresel marka ortaklıklarından oluşmaktadır. Bu da kurumun politik risk almaktan kaçınmasına neden olmaktadır.

Ancak etik açıdan bakıldığında, sporun “tarafsızlık” anlayışı mutlak bir tarafsızlık değil, adalet temelli bir dengeyi gerektirir. Bir ülke uluslararası hukuku ihlal ettiğinde veya insan haklarını sistematik biçimde çiğnediğinde, spor kurumlarının sessiz kalması tarafsızlık değil, edilgenlik olarak yorumlanabilir. Rusya örneğinde “siyasi değil, insani bir refleks” olarak sunulan yaptırımların, İsrail için geçerli sayılmaması bu açıdan ciddi bir meşruiyet sorunu yaratmaktadır.

Devletler ve federasyonların baskısı

Gazze’de yaşanan yıkım ve sivil kayıplar uluslararası toplumda tepkilere neden olmaktadır. Avrupa’da İspanya, Norveç, İrlanda ve Belçika gibi ülkelerin futbol federasyonları, FIFA ve UEFA nezdinde İsrail’e yönelik yaptırım çağrısında bulunmuş, Türkiye de bu çağrılara destek vermiştir. UEFA ise konuyu değerlendirmek üzere özel bir oturum düzenlemeyi planladığını açıklamıştır.

BM Raportörleri, geçtiğimiz günlerde yaptıkları yazılı açıklamada, "İşgal altındaki Filistin topraklarında devam eden soykırıma karşı gerekli bir yanıt olarak FIFA ve UEFA'ya ülke takımı olarak İsrail'in uluslararası futboldan men edilmesi çağrısında bulunuyoruz." ifadelerine yer vermişti.

İspanya hükümeti, FIFA'ya 2026 Dünya Kupası için adeta rest çekerek “onlar varsa, biz yokuz” dedi. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, İsrail'in yer alması halinde İspanya Milli Takımı'nın 2026 Dünya Kupası'na katılmama kararı alabileceğini açıkladı.

Buna karşın, bazı ülkeler sporun siyasal bir araç haline gelmesinin tehlikelerine dikkat çekmektedir. Almanya ve İngiltere gibi ülkeler, “sporun siyasal gerilimlerden uzak tutulması gerektiğini” savunarak doğrudan bir men kararına karşı çıkmaktadır. Bu durum, Avrupa içinde dahi ciddi bir görüş ayrılığına yol açmıştır. Ancak bu tartışma, sporun yalnızca bir rekabet alanı değil, aynı zamanda bir değerler sahası olduğunu da hatırlatmaktadır. İnsan hakları, etik sorumluluk ve uluslararası hukuk ilkeleri, günümüzde sporu yalnızca bir oyun olmaktan çıkarıp politik anlamlar yüklemektedir.

Rusya örneği ile karşılaştırmalı değerlendirme

FIFA’nın 2022'de Rusya’ya uyguladığı yaptırım, birçok gözlemci tarafından “tarihi bir karar” olarak nitelendirilmişti. Kararın gerekçesi, “uluslararası hukukun ağır ihlali” ve “barış ilkelerinin korunması” olarak açıklanmıştı. Ancak aynı gerekçeler İsrail’in Gazze’deki eylemleri için de uluslararası hukuk literatüründe tartışma konusu olmasına rağmen, FIFA benzer bir pozisyon almaktan kaçınmaktadır.

Bu fark, FIFA’nın “ilke temelli” değil, “duruma göre değişen” bir etik politika izlediği algısını güçlendirmektedir. Rusya örneği, spor kurumlarının uluslararası siyasette nasıl aktif bir aktöre dönüşebileceğini göstermişti. Ancak İsrail örneğinde aynı mekanizmanın işletilmemesi, sporun evrensel adalet iddiasına gölge düşürmektedir. Bu durum, sadece FIFA’nın değil, genel olarak uluslararası spor yönetişiminin ahlaki tutarlılığını sorgulatmaktadır.

İsrail’in 2026 FIFA Dünya Kupası’ndan men edilip edilmeyeceği konusu, sadece bir turnuva meselesi değil; sporun siyasal, etik ve insani boyutlarının kesiştiği bir sınavdır. FIFA’nın “siyasetten bağımsızlık” ilkesi, teoride cazip görünse de, pratikte güç ilişkilerinden tamamen ayrışması mümkün değildir. Kurumun karar süreçleri, yalnızca futbolun değil, küresel politikanın da bir yansımasıdır.

Eğer spor, evrensel değerlerin temsilcisi olmayı sürdürecekse, tarafsızlık ilkesini adalet ve insan hakları perspektifinden yeniden tanımlamak zorundadır. Rusya örneğinde alınan cesur karar, bu yönde bir umut yaratmıştı. Ancak İsrail konusunda yaşanan sessizlik, sporun etik tutarlılığı açısından ciddi bir gerileme olarak kayda geçecektir.

FIFA’nın önünde iki yol bulunmaktadır: Ya ekonomik ve diplomatik çıkarların gölgesinde kendince “tarafsız” kalmayı sürdürecek, ya da küresel vicdanın sesini dinleyerek gerçek anlamda etik bir kurum haline gelecektir.

[Dr. Görkem Turaç, akademisyendir.]

* Makalelerdeki fikirler, yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.