Veysel Eroğlu konuştu...

Veysel Eroğlu konuştu...
 Çevre ve Orman Bakanı Prof. Veysel Eroğlu, son günlerde ismi en çok gündeme gelen bakanlardan. Bakan Eroğlu, Seda ŞİMŞEK'in soruların yanıtladı.Türkiye'nin...
 
Çevre ve Orman Bakanı Prof. Veysel Eroğlu, son günlerde ismi en çok gündeme gelen bakanlardan. Bakan Eroğlu, Seda ŞİMŞEK'in soruların yanıtladı.

Türkiye'nin en tanınmış 5 akademisyenin hazırladığı Allioni Raporunda kazı heyetinin uygulamalarına ilişkin ilginç tespitlerde bulunulduğunu söyleyen Bakan Eroğlu, "Çıkan objelerden hiçbiri teslim edilmemiş. Bununla ilgili tahkikat isteyeceğiz" dedi.

İstanbullu hanımlar bel fıtığını unuttu

 Allioni tartışmalarında hedefteki isim oldu, kapısını çaldık, madalyonun görünmeyen yüzünü anlattı. Eroğlu, Türkiye'nin çevre karnesini de açıkladı: "AB ülkelerinden bile daha iyi durumdayız. Denizlerimiz ^tertemiz, havamız çok iyi. İstanbullular bit salgınını, İstanbullu hanımlar da bel fıtığını unuttu"'

Ağaçlandırmada dünyada üçüncü Avrupa'da birinciyiz

* Göreve başladığınızda ağaçlandırma üzerinde durmuştunuz.

Ağaçlandırmada Çin ve Hindistan'dan sonra dünya üçüncüsüyüz, Avrupa birincisiyiz. Bizden önce 75 bin hektarlık bir alanda ağaçlandırma yapılmış, 2009'da 501 bin 387 hektarlık alanda bir çalışma yaptık, 7 kat arttı. Bizden önce Türkiye'de yılda 117 milyon fidan üretilirken, geçen sene 535 milyon adet fidan ürettik ve toprakla buluşturduk. Şu anda sadece açık alanlar değil, bozuk orman alanları, yol kenarları, okul bahçeleri, hastane bahçeleri, cami avluları hep ağaçlandırılıyor. Eskiden bele-diyelere-kamu kurumlarına fidanları parayla satardık, bunu kaldırdık. 2012 sonuna kadar 2 milyon 300 bin hektarlık alanda çalışma yapmayı planladık.

Çöp toplama için eylem planı hazır

* Sokaklardaki çöp görüntüleri son derece rahatsız edici.

Katı atık dediğimiz çöpler için daha önce 15 tesis vardı, şu anda 54 tesis var. Daha önce aşağı yukarı 10-15 milyon nüfusun katı atıkları toplanıyordu, bunlar ancak büyükşehirlerdeydi. 2012 sonunda şehirlerde yaşayan bütün nüfusun çöplerini, tıbbi atıkları toplayarak bertaraf etmek için büyük bir eylem planı hazırladık. Tıbbi atık tesisi 4 taneydi 28 tane oldu. Bizden önce atık pil toplama diye bir şey yoktu, tehlikeli atık toplanmıyordu doğru dürüst, biz topluyoruz. Çevrecilik bunlar işte. Su ve katı atıkla ilgili olarak 70 yılda yapılanların 7 katını yaptık.

*Kış geliyor, hava kirliliği yaşayacak mıyız?

Geçmişte İstanbul'da, Ankara'da gaz maskesi dağıtıldı, bazı günlerde "Yaşlılar, çocuklar sokağa çıkmasın" diye kırmızı alarm verilirdi. Şu anda 116 noktada bizim otomatik ölçüm istasyonumuz var, hava kalitesini kontrol ediyoruz. Geçen sene ölçümlerde hiçbir yerde "kırmızı" yok, hepsi "çok iyi" "iyi" şeklinde gerçekleşti. Havamız çok iyi.

** Çevre karnenizi nasıl buluyorsunuz?

Hükümetimiz döneminde Çevre ve Orman Bakanlığının bütçesi 79 misli, personel sayısı 14 kat büyüdü. Hükümetimizden önce küçük bir Çevre Bakanlığı vardı, şimdi Türkiye'nin en gözde bakanlığı haline geldi. Bakanlığımızın bünyesinde çok önemli genel müdürlükler var. Türkiye çevre konusunda çok büyük mesafe katetti. Biz AB'ye girmiş olan pek çok ülkeden şu anda çevre açısından çok daha iyi durumdayız.

34 yıllık çevreciyim

* Siz Çevre Bakanı olma dan önce çevreci miydiniz?

İstanbul Teknik Üniversitesinden mezun olduktan sonra, İTÜ Taşkışla'da İnşaat Fakültesi bünyesinde Çevre Teknolojisi Ana Bilim Dalında asistan oldum, ondan sonra hep çevreyle ilgilendim. 1976'dan itibaren hep çevreyle uğraştım, 76'dan beri çevreciyim. Doktoramı Porsuk Nehri'nin kirlenmesi üzerine yaptım, Porsuk'ta yıllarca çalıştım, Türkiye'de ilk defa su kalitesi ölçümünü ben başlattım. Kütahya'dan başlardık, Ankara Çayı dahil olmak üzere Sakarya Nehri'nin döküldüğü noktaya kadar çalışırdık. Hatta Ankara Çayının Sakarya'ya döküldüğü noktada numune almak isterken bataklığa saplandım, neredeyse gidiyorduk, arkadaşlar kurtardı.

* Böyle başka maceranız var mı?

Bir tarihte yine Doğan Çay taraflarında temsili bir numune olsun diye, bir ağaca tutuldum, numune kabını nehre uzatırken, ağaç kırıldı ben nehre düştüm, muazzam bir akıntı vardı, orada da neredeyse gidiyorduk, aşağıda başka bir ağaca tütündüm. İki asistan vardı yanımda, bana "Hocam hocam aleti ver" dediler, çıktım "Biz gidiyoruz, siz alet peşindesiniz" deyince, "Hocam siz zimmetli değilsiniz" demezler mi? O iki arkadaşım da şimdi profesör oldu. 

*Öğrencilik yıllarınvzda çevre eylemlerine, mesela protestolara katılır mıydınız?

 Talebeliğimde yeşillendirme faaliyetlerine merakım vardı. Teknik Üniversite'de bir grubumuz vardı. O zaman çevre protestoları filan yoktu, şimdi yeni çıktı.

 

Ne istedilerse yaptık

* Baraj havzalarındaki tarihi eserlerin korunması konusunda size eleştiriler yöneltiliyor. Son olarak Allioni gündeme geldi.

Yortanlı Barajının 1985'te kesin projesi tamamlanmış, 1995'te ihale edilerek yapımına başlanmış. 6 bin 990 hektar alanın sulanması düşünülüyor. Yılda 36 trilyon lira halka gelir sağlayacak. Bu baraj bizden önce ihale edilmiş ve inşaat başlamış. Ben 2003'te DSİ Genel Müdürü oldum. Oraya ilk gidişim de 2004. Aradan 9 yıl geçmiş, 9 yıldır bu kazılar devam ediyor, daha kaç yıl devam edecek? Çalışılırken birtakım kalıntılar görülünce, DSİ "Burada bazı kalıntılar var, bunları koruyalım" demiş. DSİ, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bergama Müze Müdürlüğü ile protokol yapılmış, bir kazı başkanı tayin edilmiş, kazı heyeti oluşturulmuş, kazılara başlanmış. Ben DSİ Genel Müdürü olduktan sonra 2004'te, vatandaşlar "Su istiyoruz, ürünler kuruyor" deyince Yortanlı'ya gittim, kazı başkanına "Ne yapıyorsun arkadaş? Kaç yıl oldu kazıyı bitiremedin. Suyu tutacağız, kazıyı bitir. Ne istiyorsan, ayni, nakdi vereceğiz" dedim. 7-8 trilyon parayı biz ayni ve nakdi ödedik.

* Gürültü kirliliği tartışmaları var.

Gürültü kontrollerine de ilk kez biz başladık. Vatandaşlar çok rahatsız oluyordu. Gürültü kontrolünde istanbul'da Üsküdar ile Beykoz arasında yapılan bir anket çalışmasında, vatandaşların pek çoğunun gürültüden rahatsız olduğu ortaya çıktı. Vatandaşların yüzde 90'ı gürültüden rahatsız olmuş, bunların yüzde 17'si gürültüden dolayı psikolojik destek almış.

* Sonra ne oldu?

Kazılar yapıldı, tam su tutacağımız zaman Paşa Ilıcası Kaplıcası oldu Allioni. İlgili tarihçilere sorduk, heyet geldi. Tarihi de meçhul. Ben baraj yapmakla, sulama yapmakla, çevreyi korumakla mükellefim, buna rağmen "Ne istiyorsanız yapalım" dedik. Buradan çıkan bir Peri Kızı, sadece bir tane heykel teslim edildi. Bunun dışında kolonlar ve sütunlar, duvarlar var. İstedikleri şekilde bunları kaplılyoruz. Ben bu işin ilim adamı değilim, arkeolojiden arkeoloji profesörleri gibi anlamam mümkün değil, "Ne istiyorsanız, gerekli masrafı yapmaya hazırız" diyoruz. Bulan biziz, teklif eden biziz, koruyan biziz, parasını ödeyen biziz, her şeyi yapan biziz, ondan sonra hedef tahtası haline gelen biziz. Ben bunu anlamakta zorlanıyorum.

Eserler ortada yok

* Gelinen son nokta nedir?

Türkiye'nin en tanınmış, bu işi en iyi bilen akademisyenlerden dört profesör, bir doçent olmak üzere 5 kişilik bir heyet oluşturduk. İsimlerini vermek istemiyorum, heyet ne yapılacağına karar verdi, rapor hazırladı. Asırlardır toprak altında bunlar korunmuş. Heyet, atmosfere açık bırakılan bu kalıntıların atmosfer şartlarında daha fazla zarar gördüklerini, bu şekilde bırakılması halinde daha da zarar göreceğini tespit etti. Raporlarında kazı heyetiyle ilgili de birtakım tespitlerde bulunuyorlar. 

* Ne gibi tespitler bunlar?

Kazı heyeti belli bir yeri kazmakla mükellef, genişletmek istiyor. Ayrıca kazı heyetinin İzmir Müze Müdürlüğüne kazıdan çıkan hiçbir objeyi teslim etmediği tespit edildi. Esas bunlar soruşturma konusu. Kazı heyeti hiçbir objeyi teslim etmemiş. Çıkan objelerden hiçbiri teslim edilmemiş. Nereye gitti bu objeler? Bununla ilgili bir tahkikat yapılmasını isteyeceğiz. Yapılan kazı sonucu ortaya çıkan hamam kalıntılarının ne şekilde korunacağı konusunda bir koruma projesi yapmamış.

En az sanatçılar kadar hassasım 

* Tarkan'ın açıklamasına tepki gösterdiniz, sanatçıların çevre konusunda duyarlı olmasına sevinmeniz gerekmez mi?

Ben de en az onlar kadar hassasım. "Aman tarihi eserlere bir zarar gelmesin, bir dozer bile yaklaşmasın. Bir tarihi eseri asla tahrip edemezsiniz. Çıktığı zaman haber vereceksiniz" diye şantiye şeflerine talimat veriyorum. Tarihi eserlere karşı sanatçıların da hassasiyet göstermesinden memnuniyet duyarım, ancak bizi hedef tahtası olarak göstermeleri yanlış olur. Biz bilgi verelim, yine tenkit yapacaklarsa yaparlar.

Gürültüden dolayı vatandaş psikolojik destek alıyor

* Gürültü kirliliği tartışmaları var.

Gürültü kontrollerine de ilk kez biz başladık. Vatandaşlar çok rahatsız oluyordu. Gürültü kontrolünde istanbul'da Üsküdar ile Beykoz arasında yapılan bir anket çalışmasında, vatandaşların pek çoğunun gürültüden rahatsız olduğu ortaya çıktı. Vatandaşların yüzde 90'ı gürültüden rahatsız olmuş, bunların yüzde 17'si gürültüden dolayı psikolojik destek almış.

* Eğlence yerlerini kapatmak için gürültü kirliliğinin bahane edildiği iddiaları var.

Eğlence yerlerini kapatmıyoruz, bizim hassasiyetimiz gürültü yapmamaları. Avrupa'da olduğu gibi kapalı mekânlar olur, ses yalıtımı yapar, isterse sabaha kadar eğlenir. Dışarıda hiç kimseyi rahatsız etme hakkı yok. 100-500 kişi eğleniyor, ama belki 10 binlerce kişi bundan rahatsız ediyor.

Hanımlar yemek yağlarını lavaboya dökmesin

Bir litre yağın dereler ve denizlerde çok geniş bir alanı kirlettiğini hatırlatan Bakan Eroğlu kadınlara çağrıda bulundu: "Bazen yemeklik yağları lavaboya döküyorlar. Dökmesinler, mümkünse bir kapta toplasınlar. Belediyelere görev verdik, atık yağlar alınıyor"

* Sizce en temiz deniz nerede?

Mavi bayrak sayısı 337'ye ulaştı. Antalya'da, Muğla'da, Aydın sahillerinde çok temiz plajlar var. Antalya Belek, Kaş, Kekova, Patara, Fethiye, Göcek, Köyceğiz, Dalyan, Datça, Özburun, Gökova, Foça bunlar son derece temiz. İstanbul Boğazında, Marmara'da dahiyüzülebiliyor. Antalya dünyada mavi bayrağı en çok olan ilk üç şehir arasında. Çevre kalitesinin artması turizmde patlamaya sebep oldu.

* Çevrenin korunması için vatandaşlardan yapmasını istediğiniz, üzerinde durduğunuz yeni bir konu var mı?

Hanımlardan şunu istiyorum: Bazen yemeklik yağları lavaboya döküyorlar, yağı lavabolara dökmesinler, bunları mümkünse bir kapta toplamalarını rica ediyorum. Belediyelere görev verdik, atık yağlar alınıyor. 1 litre yağ denizlere, derelere aktığı zaman çok geniş bir alanı kirletiyor. Eczanelerle anlaşma yaptık, okullarda atık pil toplama yerleri var, pilleri atık pil toplama yerlerine bırakmalarını rica ediyorum.

* Tıbbi atıklar bütün şehirlerde yetedi düzeyde toplanabiliyor mu?

Bizim yaptığımız yatırım, harcadığımız her 1 lira, 10 liralık doktor ve ilaç masraflarının azalmasına, iş gücü kaybının azalmasına sebep oluyor. 1'e 10 fayda sağlıyoruz. Geçmişte İstanbul'da tıbbi atıklar toplanmıyordu, oraya buraya atılıyordu, bunları çocukların topladıklarını biliyorum. Neticede büyük salgın hastalıklar ortaya çıkardı. Şimdi böyle bir şey yok.

İstanbul bit salgınını unuttu 

* Çevre üe ilgiliyapılan çalışmalar sonunda hangi hastalıklarda azalma oldu?

1994 öncesinde, bütün eczanelerde bit ilacı satılırdı, hatta bazen bit ilacı bulunmazdı. Temiz su verdik, tıbbi atıkları ayrı topladık, katı atıkları düzenli topladık, İstanbul bit salgınlarını unuttu. Ağır su bidonlarını yukarı katlara taşımaktan İstanbul'daki hanımların yüzde 30'u bel fıtığı olurdu. O da kalktı. Temiz su gelince, sudan geçen hastalıklar kalktı, salgın hastalıklar, bağırsak enfeksiyonları kalktı. Lokantalarda yemek yemek cesaret istiyordu.

RÖPORTAJ: Seda ŞİMŞEK

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.