Dr. Mustafa Caner: İsrail’in İran saldırılarının hedefi: Nükleer bombanın engellenmesi mi yoksa rejim değişikliği mi?
İstanbul
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Caner, İsrail’in İran saldırılarının amacını ve saldırıların İran iç dinamiklerine etkilerini AA Analiz için kaleme aldı.
***
İsrail’in 13 Haziran sabah saatlerinde İran’a düzenlediği saldırılar, ikinci gününde sürerken İran’dan da etkili karşılıklar gelmeye devam ediyor. Savaşın nereye evrileceği pek çok değişkenin belirleyeceği bir denklem. Nükleer felaketten bir başka dünya savaşına kadar korkutucu senaryolar değerlendirilirken İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bu saldırılar ile neyi amaçladığı da üzerine düşünülmeyi hak eden bir soru.
İsrail'in saldırıları neyi amaçlıyor?
Zira İsrail’in ilk etapta, saldırılar öncesi ve saldırılar sırasındaki eylem örüntüleri belirli bir amaç doğrultusunda anlaşılabilecekken, savaşın gidişatını da yine bu amacın başarılıp başarılamadığı, başarı şansı ve gerçekçiliği gibi hususlar belirleyecek.
Netanyahu, saldırı öncesi ve sonrasındaki söylemlerinde, İran’ın nükleer silaha ulaşmasını engellemek ve İsrail’e yönelik olası bir nükleer saldırıyı önlemek amacıyla “önleyici saldırı” gerçekleştirdiklerini ifade etti. Ancak saldırının şekli ve kapsamı, Netanyahu’nun diğer söylemleriyle birlikte değerlendirildiğinde, “önleyici saldırı” nosyonunun altının boş olduğu anlaşılıyor.
İsrail’in nükleer müzakere ve anlaşma seçeneğini devreden çıkaran saldırı hamlesi, diplomasi seçeneğine kapıyı kapayarak İran’ı yalnızca ve yalnızca bir “rogue state” (haydut devlet) olarak kodlamayı ve ona göre muamelede bulunulmasını amaçlıyor.
Saldırılarda yalnızca İran’ın nükleer tesislerinin hedef alınmaması, tüm ülke sathında muhtelif askeri, siyasi ve sivil hedeflerin vurulması, askeri ve siyasi elite yönelik suikast saldırıları, İsrail’in İran’ın nükleer kapasitesini değil, küllen askeri ve siyasi kapasitesini bitirmeye matuf hareket ettiğini gösteriyor.
İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani, Dini Lider Ali Hamaney’in uzun yıllar çok kritik görevlerde bulunmuş danışmanı Ali Şemhani ve Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı Emir Ali Hacızade gibi isimlerin nokta atışı saldırılarla öldürülmeleri dikkat çekiyor. Bu durum, İran’ın liderlik ve yönetim kapasitesinin yok edilmeye çalışıldığını gösteriyor.
Özellikle savaş gibi kritik süreçlerde liderlik kapasitesinin hasar alması, olağan zamanlardan çok daha büyük etki yapar. Her ne kadar İran işleyen bir devlet mekanizmasına sahip olsa ve ölen isimlerin yerine hemen yenileri atansa da kurumsal hafıza, tecrübe ve süreklilik sorunlarının kendini göstermesi, bunun da İsrail’e yapılacak misillemelerde etki ve zamanlama konularında negatif yansıma yapması muhtemeldir.
Öte yandan, askeri tesisler, radar ve hava üsleri, kışlalar, silah ve füze depoları ile füze üretim merkezlerinin hedef alınması, İran’ın askeri kapasitesini zayıflatmayı ve İsrail’e etkili bir yanıt vermesini engellemeyi amaçlamaktadır. İran’ın tüm güvenlik yapısını çökertmeyi ve ardından ülkede iç karışıklık çıkarmayı hedefleyen "dekapitasyon stratejisi", Netanyahu’nun saldırı sonrası açıklamalarında da açıkça görülmektedir.
İsrail'in rejim değişikliği stratejisi
“İran halkının, bayrağı ve tarihi mirası etrafında birleşerek, zalim ve kötü rejime karşı özgürlüğü için ayağa kalkma zamanı gelmiştir.” ifadesini kullanan soykırımcı İsrail’in Başbakanı, açıkça İran içerisindeki sistem karşıtı öğeleri harekete geçmeye çağırmış ve muhalif İranlıları da provoke etmeye çalışmıştır.
Bu stratejinin amacı, siyaset ve güvenlik kurumlarını işlemez hale getirerek bir otorite boşluğu oluşturmak, ülkede çeşitli nedenlerle var olan memnuniyetsizlikleri kullanarak, tıpkı Mahsa Emini protestolarında Mossad’ın denediği gibi, istihbarat operasyonlarıyla kargaşa çıkarmak ve halkı isyana teşvik etmektir. Aynı zamanda bu hedef doğrultusunda, halk hareketliliği üzerinden şimdiki sisteme ideolojik olarak muhalif olan grup ya da grupların iktidarı devralması amaçlanmaktadır.
Böylece İsrail ile uyumlu çalışabilecek bir iktidar yapısı tesis edilecektir. Bu senaryonun bir başka varyasyonu ise silahlı kuvvetler içerisinden bir grubun darbe yaparak Hamaney ve ekibinden iktidarı devralması ve yine İsrail ile uyumlu çalışacak bir yapının kurulmasıdır.
Bu senaryoların ya da literatürdeki ismiyle “rejim değişikliği” stratejisinin neden başarısızlığa mahkum olduğunu iki sebep üzerinden açıklayabiliriz. Birinci senaryo, İran halkının yabancı bir güç karşısında her ne kadar kendi yönetimine muhalif olsa da milliyetçi duygular etrafında kenetlenmesi durumunu görmezden gelmektedir.
İranlıların güçlü milliyetçi duygulara sahip oldukları bilinmektedir. Kendi şehirlerine bombalar yağarken ve siviller ölürken bu ölümlerin sorumlusu düşman bir güç ile ittifak edecekleri ya da kargaşayı fırsat bilerek bir hamle yapacakları senaryosunun geçerliliği yoktur. İran-Irak Savaşı sırasında Halkın Mücahitleri Örgütü’nün düşman Irak saflarında savaşması, bugün dahi iktidar yanlısı ya da muhalif tüm İranlıların nefretle yad ettikleri bir hadisedir.
İkinci senaryo olan darbe senaryosu da gerçeklikten uzaktır. Zira İran Silahlı Kuvvetleri içerisinde mevcut sisteme muhalif olan hiçbir güçlü odak bulunmamaktadır. İran’da askeri yapı ve ekonomik yapı, benzer dünya görüşlerine, toplumsallaşma ve örgütlenme biçimlerine sahip gruplarca kontrol edilmektedir ve bu gruplar Hamaney’e bağlıdır.
Gelelim sistem karşıtı alternatif siyasi güç yapılanmaları ya da aktörlerine. İsrail’in uzun yıllardır sistem karşıtı İranlı aktörlerle ilişkide olduğu ve onları desteklediği bilinmektedir. Son Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi ile İsrail arasında yakın ilişkiler bulunmaktadır. Hatta Rıza Pehlevi, son saldırılarda açıkça İsrail’i destekleyen bir mesaj da yayınlamıştır. Yine Halkın Mücahitleri Örgütü’nün de İsrail tarafından desteklendiği bilinmektedir. Ancak iki aktör de İran halkının gözünde son derece marjinal ve etkisizdir. Bu aktörler üzerinden “rejim değişikliği” planlamak ve bu aktörlere yatırım yapmak, karşılığını asla vermeyecek umutsuz bir girişimdir.
Son tahlilde, yalnızca hava saldırıları ile bir ülkede mevcut siyasi yapının, elit yapılanmasının ve devlet-toplum bağının değiştirilemeyeceği açıktır ve tarih bu konuda sayısız örneklerle doludur. Bu örnekleri görmezden gelen İsrail’in ise bölgeye ve insanlığa, katliam ve soykırımdan başka sunacağı hiçbir şey yoktur.
[Dr. Mustafa Caner, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde Öğretim Üyesidir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak:AA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.