İbrahim Halil Sipahi

İbrahim Halil Sipahi

Çevre bilinci ve toplumsal ahlak,

Çevre denilince ilk önce yaşadığımız evrende canlı-cansız varlıkların bir arada bulundukları, birbirlerini etkiledikleri ve birbirlerinden etkilendikleri ortam aklımıza gelir. Bu ortamın değişmez unsurları; Hava, su, toprak, nebat, insan ve diğer canlılardır.

Bilindiği üzere1972 yılında İsveç?in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmiştir. Bu münasebetle öncelikle yaşadığımız çevreye dair birkaç şey söyledikten sonra asıl bahsetmek istediğim çevresel ilişkilere ve bununla eş olarak toplumsal ahlakı işlemeye çalışacağım.

Doğayı korumak, yaşadığımız çevredeki ortak kullanım alanlarını paylaşmak, canlı yaşamına ve kendi hak ve ihtiyaçlarımıza olduğu kadar biyolojik çeşitliliğe ve çevreye saygı duymak çevre bilincinin temelidir. Bu da insanların çevreyi tahrip etmeden, ondan yararlanma ilkesini ortaya koyar. Kısaca çevre bilinci bireylerin ve toplumların çevre ile dengeli bir şekilde ilişkilerde bulunabilmesi için sahip olması gereken davranış, tutum ve düşünce şeklidir.

Anayasamızın 56. Maddesinde "Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşın ödevidir" denilmektedir.

Yaşadığımız Dünya ekolojik ve fizyolojik olarak hızlı değişim içerisinde. Nüfus artıyor, doğal kaynaklar hızla tükeniyor, teknolojik gelişmeler insan hayatını kolaylaştırmakla beraber çevre düzeni ve insan sağlığını direk veya dolaylı olarak etkilemekte. Ne yaşlı dünyamız eskisi gibi ne de insanoğlu, ne yaşam koşulları, ne ihtiyaçlar nede alışkanlıklar. Hepsi ayrı ayrı farklılıklar gösteriyor.

Öyle bir toplum haline geldik ki, kendi özgürlüklerimiz ve egolarımız için başkalarının özgürlüklerine, insanların hayvanların ve bitkilerin yaşam haklarına engellemeler getirdik, kısaca doğanın düzeni ve dengesini tahrip ettik.

Yaklaşan yaz ayları münasebeti ile sünnet, nişan ve düğünlerde yoğunluk yaşanıyor. Bırakın şehirlerdeki müstakil mahalleleri, apartman ve sitelerin olduğu semtlerde, apartman bahçelerine ve sokaklara orkestra kurularak eğlenceler yapılıyor. Aynı apartmanda veya çevresinde hasta, Vardiyaya gidecek çalışan,  imtihana hazırlanan talebe, hafta tatilinde olup televizyonda film seyretme keyfine engel olunan, evinde misafiri olan yada istirahat etmeye ihtiyacı olan vb. kişiler olabilir diye düşünen yok. ?Ömrümde bir defa yapıyorum, buda benim en tabi hakkım? demekle iş bitmiyor. Yapacaksan salon tut yap kardeşim! Milleti neden rahatsız edersin.

Geçenlerde bir taziyeye gittim. Taziye evinin olduğu binada Kur?an okunurken yan apartmanın bahçesinde kına eğlencesi yapılıyordu. Bir yanda ?Yasin-i Şerif? diğer yanda ?Antep?in hamamları? birbirine karışıyordu.

Ambulans ve itfaiye aracı acı acı sirenini açmış geliyor, ya elinde cep telefonu direksiyon başındaki vatandaş kendini hattı diğer ucundaki kişinin sözlerine kaptırmış, yada aracının bagajını ses sistemleri ile donatmış neredeyse aracını hoplatırcasına sözüm ona müzik dedikleri gürültüyü yayan kardeşimizin bundan haberi yok tempo tutuyor.  Yol vermek yok, ama yol vereni görünce de fırsat bu fırsat Ambulans veya itfaiye aracının arkasına takılarak kırmızı ışıktan kurtulmayı ihmal etmezler.

Toplu taşıma araçlarında kabuklu-kabuksuz yiyecekler, dondurma ve içecekler öylesine rahat bir şekilde tüketiliyor ki; önündeki,  arkasındaki,  yanındaki umurunda değil vatandaşın. Rahatsızlık verir mi? Çocuksa canı çeker mi? birde yere atılan paket ve kabuklar, o da cabası.

Havaların ısınması ile birlikte akşam serinliğinde sokaklar cıvıl cıvıl insan kaynıyor. Dondurmalar, tatlılar yürüyüş esnasında mideye iniyor, çekirdekler çintilerek kabukları kaldırımlara veya oturulan bankların olduğu yerde ayakaltlarına atılıyor. Yakında Taze fındık, fıstık çıkar kaldırımlar kabuklardan geçilmez olur.

Artık bayanlar dahi sokakta yürürken, parklarda, otobüs duraklarında sigara içiyor ve izmaritlerini sokaklara atar oldular.

Piknik alanlarında, sahillerde, plajlarda iş bitince mangalların yere dökülmesi, çöplerin dışarılarda açıkça bırakılması.  Daha o kadar çok örnekler var ki, sıralasak makale uzun bir yazı dizisi haline dönecek.

Bunların hepsi çevre kirliliğini meydana getiren, haşerenin çoğalması ve yayılmasını sağlayan, insan sağlığını direk veya dolaylı olarak tehdit eden ve bozan çevreye ve çevredekilere verilen zararlardır.

Oysa çevre bilincine sahip olmak, temel insan haklarının eşitlik ve adalet ilkelerini içine alan çağdaş insan davranışlarının çerçevesini oluşturmaktadır. Çağdaş insanın çevre bilinci, kendi içinde duyduğu bireysel sorumluluk duygusunu etrafındaki insanların da duyması için çaba göstermeyi de gerektirmektedir.

Bu davranış tarzları sadece çevreye verilen zararlar olarak değerlendirilemez. Aynı zamanda bu toplumsal ahlakın bir tezahürüdür. Türk ve İslam geleneğinde çevreye saygı esastır. ? Müslüman elinden ve dilinden emin olunan insandır.? Ayrıca sokakta alenen bir şeylerin yenilip içilmesi hem Türk, hem de İslam kültüründe tasvip edilmemiştir.

Toplumlar, birbirlerinin kişisel hak ve hürriyetlerine saygı, örf adet ve geleneklerine bağlılık, bireylerin uyumu ile devamlılığını sağlar. Bozulan bir toplum yapısı ise o milletin çöküşe geçtiğinin ifadesidir.

Bu günkü toplumumuzun yaşam şekline ve toplumsal ilişkilerine baktığımızda, milli ve dini değerlerin korunmadığı, bunun tam aksine kendi kültürümüz içersinde yer almayan değerlerin bizzat bize ait gibi kullanılmaya çalışıldığını görmekteyiz.

Hâlbuki tarih boyu tüm Türk devletlerinde toplumsal ahlak ön planda tutulmuştur. Çünkü bir ülkenin milli değerini ayakta tutan ?toplumsal ahlaktır. ?

Küreselleşen dünya yapısına baktığımızda maddesel/fiziki gücün kullanıldığı savaşların yerine psikolojik savaşlar ile toplumlar yıpratılmaya çalışılıyor. Toplum bireylerini kendi kültüründen, kendi inancından, kendi ahlakından kısacası kendi özünden uzaklaştırmaya çalışarak psikolojik savaşların nimetlerinden faydalanılmaya çalışılıyor.

Unutulmamalıdır ki, özünden kopan, milli değer ve kültürüne bağlı olmayan yahut bunlardan koparılmış bir birey kendi toplumundan uzaklaşır.

Toplumsal ahlak ve çevre bilincine sahip her İnsan çevresinden sorumludur. Çevresine sahip çıkmakla yükümlü olduğu kadar çevresindeki gördüğü olumsuzluklar karşısında da  ?bana ne? diyemez. Uyarıcı, yönlendirici ve düzeltici olmak zorundadır. Buna en güzel örnek ise; Hz.Peygamber (s.a.s) efendimizin şu hadisi dikkat çekicidir. ? Bir yerde bir musibet gördüğünüzde, elinizle düzeltin. Elinizle düzeltemiyorsanız, dilinizle düzeltin. O da olmuyorsa, kalbinizle buğzedin. Bu sonuncusu da imanın zayıf noktasıdır? buyuruyor.

Daha temiz, daha mutlu, daha güvenli ve geleceğe umutla baktığımız, bir Türkiye, bir Dünya dileği ile.

 

İbrahim Halil SİPAHİ

Araştırmacı Yazar

04.06.2014/adanapost.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.