Trump kaosu ve Türk-Amerikan ilişkileri

Trump kaosu ve Türk-Amerikan ilişkileri

Trump büyük ihtimalle en az iki sene daha başkan kalacağı için, ABD'nin Türkiye'ye yönelik politikalarında büyük bir değişim bekleyemeyiz.

Trump kaosu ve Türk-Amerikan ilişkileri

Trump büyük ihtimalle en az iki sene daha başkan kalacağı için, ABD'nin Türkiye'ye yönelik politikalarında büyük bir değişim bekleyemeyiz.

 

İSTANBUL - ADAM MCCONNEL

ABD'de Kasım ayında yapılacak ara seçimler yaklaştıkça, Donald Trump yurtiçi haberlere giderek daha çok kulak kabartıyor. Bu nedenle, öngörülmüş olması gerektiği gibi, Trump'ın Türk hükümetiyle ve rahip Brunson'ın tutukluluk halini devam ettiren Türk yargısıyla meşguliyeti ancak iki hafta sürebildi. Türk liderliğini zorbalıkla bezdiremeyeceği ve Türk ekonomisinin liraya zarar vermeye yönelik aşikar bir siyasi girişimden sağ çıkacağı da kendisine ayan olunca Trump hızla başka konulara yöneldi.

Geçtiğimiz 18 ay boyunca Trump, siyasi açıdan her ne zaman çıkarlarına uygun bulduysa, bir konudan diğerine atlama eğilimi gösterdi. Belli bir konu siyaseten veya medya sahasında arzu edilen neticeyi veremediğinde, bu konuda arzu ettiği neticeyi vermesini umut ettiği başka bir konu, genellikle sabah erken saatlerde atılan “tweet”lerle alelacele kamunun gözüne sokuldu. Trump yönetimini sarıp sarmalamış bulunan kaos, Türk yetkililer sakin kalarak Türk ekonomisini koruyacak ölçülü adımlar attığı takdirde, netice itibariyle fırtınanın bir müddet sonra dineceği anlamına geliyordu. Bu adımları attılar ve fırtına da geldi geçti. Fakat özellikle Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'ın ve Başkan Yardımcısı Mike Pence'in kendisine Türkiye'yle ilgili iğvalar vermeye devam ettiğinden emin olabileceğimiz için, bu aynı kaosun şu anlama geldiğini de söyleyebiliriz: Trump hemen hiçbir uyarıda bulunmadan, fevri bir şekilde yeni bir saldırı başlatabilir.

John Bolton ve Yeni Muhafazakarlar geri döndü

Yaklaşmakta olan ara seçimler, Trump'ın Türkiye'ye karşı aniden daha düşmanca bir tavır almasının tek nedeni değil. Bolton'ın Trump'ı “gaza getiren” temel bir unsur olduğu su götürmez. Daha Temmuz ayındaki NATO konferansında Trump'la Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında (ikisinin de hoşuna gidiyor gibi görünen) uyum ve ahengi bazı yorumcular ballandıra ballandıra anlatırken, bazıları da bundan şikayet ediyorlardı. Ancak o zaman dahi Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'la münasebetinde gösterdiği samimiyet ikna edicilikten uzaktı. Yabancı toplumlara yönelik son derece sınırlı bir anlayışı olan ve rutin bir şekilde genel olarak yabancıları, özellikle de Müslümanları hor gören bir yönetimin başında bulunan Trump'ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la içi dolu bir çalışma ilişkisi kurabileceği fikri, her türlü rasyonel beklentinin askıya alınmasını icap ettiriyordu zaten. Bu denli habis olacağı zaten beklenen Boltun'ın nüfuz gücü ise sadece bu gerçeği ön plana çıkarmış oldu.

Pek çok gözlemci, George W. Bush yönetiminden kalma açıkgöz bir “neocon” olan Bolton yeniden Beyaz Saray'a girmeyi başardığında, olabileceklerin en kötüsünü bekledi. Trump ilk olarak Bolton'ı dışişleri bakanı olarak düşünüyordu, fakat Bolton'ın neticede elde ettiği konum, daha bir hoşuna gitmiş olabilir. Ulusal güvenlik danışmanı Kongre'nin onayına tabi değildir, boğuşmak durumunda kalacağı bir bürokrasi yoktur, Ulusal Güvenlik Konsey'ine katılır ve Başkan'a doğrudan ulaşabilme imkanına sahiptir.

Nihayetinde Bolton'ın siyasi bir atamaya nail olmasını sağlayan şey, Trump'ın siyasi tecrübesizliğidir. Trump başkanlık yarışına girdiği sırada hiçbir siyasi tecrübesi bulunmadığı gibi, Amerikan siyaset yelpazesinin aşırı sağından başka siyasi bir tabanı da yoktu. Kendisiyle birlikte seçime girecek aday olarak Mike Pence'i seçmesi bu tabana Evanjelikleri ekledi; fakat her iki seçmen tabanı da, seçilmiş bir yetkili tarafından ancak zaman içinde inşa edilebilecek olan ve taze seçilmiş başkanların normalde kendisiyle birlikte Washington D.C.'ye geldiği 'network'ü Trump'a sağlayamadılar ki birçok adaya yapacakları siyasi atamalar konusunda spesifik beceriler ve tecrübe sağlayan şey de bu ağdır.

Korkulan oldu ve Trump'ın siyasi bir ağa sahip olmaması personel tercihleri konusunda felaketlere yol açtı ve bunun en doğrudan neticesi ise Trump yönetiminde daha önce eşi benzeri görülmemiş derecede fireler verilmesi oldu. Tercih ettiği kişilerin çoğu kifayetsiz çıktı ve kovuldu; yahut cürümleri kısa sürede ifşa edilecek derecede yolsuzluğa bulaşmış kişiler oldukları için hemen azledildiler. Diğerleri ise siyasi tercihleri üzerinden Trump'la çatıştı ve koltuğundan oldu. Trump'ın döner personel kapısının sürekli hareket halinde olması, doğrudan doğruya siyasi bir tabana ve ağa sahip olmayışının belirtisi.

Bu yokluğun ikinci neticesi ise Trump'ın ilk yaptığı personel tercihlerinin başarısız olarak sahneden inmesi üzerine, Cumhuriyetçi Parti'nin Washington ağından yerleşik unsurların yeniden sahnede boy gösterecek fırsatları yakalaması oldu. John Bolton işte bu şekilde Trump'ın sağ kolu derecesinde bir konuma erebildi. Washington D.C.'deki neocon topluluğunun şimdilerde bundan faydalanabilmek için elinden geleni ardına koymadığından emin olabiliriz. Böyle bir neticeye dair uyarıları 2016'da, seçimlerin hemen ardından yapmıştık. [1]

“Derin devlet” darbesi muhtemel değil

Fakat bunca kargaşaya rağmen, hiç kimse Trump'ın yakınlarda gideceğini beklememeli. Washington'ı en son New York Times tarafından yayınlanan imzasız bir mektup sarstı. Mektup Trump yönetiminin en üst kademelerinde yer aldığını iddia eden bir kişi tarafından yazılmıştı. Bu kişi, yönetimdeki birçok ferdin, Trump'ın kifayetsiz olduğunu bildiğini, bu yüzden de ya siyaset yapma girişimlerini sınırlandırdıklarını veya bastırdıklarını, yahut kendisini tamamen görmezden geldiklerini söyledi.

Bu mektup, Amerika'nın eli kalem tutan, ağzı laf yapan sektörlerinin hepsinde çok enerjik tepkiler husule getirdi. Amerikan “derin devletinin” Trump'a yönelik bir darbe sürecinde olduğu iddiaları dahi dillendirildi. Bu iddia Türkiye'de, onu kabule dünden razı taraftarlar buldu. Aynı gazete, Bob Woodward'ın Trump yönetimi hakkında henüz basılmamış kitabından çarpıcı bölümler de yayınladı; bu ise yönetimi zaten sarmış bulunan alevli tartışmaların hararet dozunu artırdı. Sonuçta, geçtiğimiz hafta Trump'ın rezil olmasının ve iktidardan düşmesinin yakın olduğuna dair yeni bir beklenti dalgasını tetiklemiş oldu.

Ama bütün bu histerinin ve abartıların ötesine bakıldığında, Trump'ın Beyaz Saray'dan ayrılması, vukuu an meselesi bir şey gibi görünmüyor. Cumhuriyetçi Parti Kasım seçimlerinde Kongre'nin her iki kanadında da üstünlüğünü muhafaza edebilirse, Trump'a normal süresinin sonuna kadar görevde kalacağına dair adeta bir garanti verilmiş olacak.

Konunun özü, Cumhuriyetçi Parti'nin kendi gündemini Kongre üzerinden gerçekleştirebiliyor olması. Trump dikkatleri dağıtan bir unsur, hatta bir utanç kaynağı; ama günün sonunda onlarla aynı safta. Amerikan ana-akım medyasındaki liberal kanadın Trump'a önyargıyla davrandığına dair çok üst perdeden dile getirilen iddialara rağmen gerçek şu ki Trump Cumhuriyetçi Parti seçmenlerinin okuduğu veya izlediği medya kuruluşlarından gayet olumlu muamele görüyor. Bu sebeplerden ötürü, Demokratlar Kongre'nin bir ya da her iki kanadını birden kazansa da Trump'ı görevden aldırmak için yargılatabilmeleri son derece zor olacaktır. Ve Trump yargılansa ve neticesinde görevden alınsa bile, Amerikan evanjelik topluluğuna yakın Başkan Yardımcısı Pence başkan olacaktır. Demokrat Parti,Pence'in başkan olmasına müsaade etmenin Trump'ın görevde kalmasından daha da kötü olacağına kanaat getirebilir.

Ayrıca Trump yönetiminin çeşitli veçhelerine ilişkin süregiden hukuki soruşturmaların (şu anda en yakın işbirlikçilerinden kimisine hapis cezaları veriliyor olsa da) Trump hakkında resmi suçlamalarla neticelenmesi garanti edilemez. Görevdeki bir başkanın mahkemeye çıkarılıp çıkarılamayacağına ve Trump'ın aleyhinde resmiyete dökülebilecek herhangi bir suçlamanın, onu mahkemeye çıkartmaya yetip yetmeyeceğine dair tartışmalar sürüyor.

Aynı şekilde, ABD'de Trump'a karşı bir tür darbe yapmayı planlayan bir “derin devlet” yok. New York Times'da yayınlanan mektubun ismini vermeyen yazarı “derin devlet” yerine “istikrarlı devlete” işaret etmişti. “İstikrarlı devlet” ifadesiyle yazarın kastettiği şey, son yüz senedir her bir başkanın karşı karşıya geldiği siyasi atanmışlar ve bütün kariyerini bürokraside geçirmiş kadrolardır. Herhangi bir modern devlet büyük bir derinliğe sahiptir ve bütün kariyerini bürokraside geçiren kadrolar da haklı olarak, geliştirme ve/veya tatbik etme yükümlülüğünü taşıdıkları politikalarda kendi hakları ve yetkileri olduğunu düşünüyorlar. Politikaların üstünde nüfuz sahibi olabilmek için siyasi atanmışlar ve bürokrasideki kadroların arasında yaşanan rekabet, normdur; zira bürokrasideki kadrolar atanmışları, kendi işlerine burnunu sokuyor olarak görürler.

Atanmışlarda da kendilerini bağımsız hissetme ve hususi menfaat alanlarında kendilerini başkandan daha bilgili görme eğilimi olur. Modern bürokrasilerde müştereken görülen siyasi ve bürokratik iç çatışmalar, Başkan Harry Truman'a bundan 75 sene önce şöyle dedirten şeydir: “Washington'ın kamusal alanında her bir metrekareye düşen Prima Donna'ların sayısı, şimdiye kadar gelmiş geçmiş bütün opera topluluklarında bulunanlardan daha fazladır”. Truman, ismine (Washington D.C.'nin güneybatı sınırını belirleyen Potomak nehrine atfen) “Potomak humması” denilen halden de şikayet etmişti. Truman'a göre bu “Potomak humması”, hükümette kariyer yapmak için Washington'a gelenlere bulaşan bir hastalıktır. Her bir yönetimde bürokratların, siyasi atanmışların ve başkanın arasında sürtüşmeler olur.

Diğer bir deyişle “istikrarlı devlet”, Türklerin “derin devlet” dediklerinde kastettikleri şeyden tamamen farklı bir kavram. Böyle bir “derin devlet”, kısmen birden çok devlet kurumunda temelleri olan, fakat aynı zamanda istihbarat, askeriye, paramiliter gruplar ve organize suç yapılarıyla da bağlantılı, adaletin önüne çıkartılamayan, hukuk dışı bir suç ve şiddet ağıdır. Buna benzer bir şey ABD'de kesinlikle mevcut değil.

Son olarak, aynı anonim yazar ABD anayasasındaki 25. değişiklik maddesine işaret ediyor. Bu değişiklik, başkanın, kendi yönetimindeki asli üyeler tarafından, Kongre'ye bir dilekçe sunmak suretiyle görevden nasıl alınabileceğini belirten bir madde ihtiva ediyor. Bu maddeye şimdiye kadar hiç müracaat edilmedi, zira başkanın ciddi şekilde yaralandığı veya sağlık problemleri veya hastalık nedeniyle iş göremez hale geldiği durumlar için düşünülmüştü. Dolayısıyla böyle bir adım da ancak Cumhuriyetçi Parti'nin üyeleri tarafından atılabilir; bu ise ABD tarihindeki gelmiş geçmiş en ciddi siyasi krizlerden birini tetikleyecektir. Cumhuriyetçi Parti Kongre'nin kontrolünü hâlâ elinde bulundurduğu ve kendi gündemlerini gerçekleştirebildiği için, neticeleri kestirilemeyen büyük bir siyasi krizi kasten tetiklemek, açıkçası gereksiz ve aşırı bir adım olacaktır.

Süreklilik ummalı

Trump büyük ihtimalle en az iki sene daha başkan kalacağı için, ABD'nin Türkiye'ye yönelik politikalarında büyük bir değişim bekleyemeyiz. Dışişleri bakanlığına Mike Pompeo'nun tayin edilmesi ABD hariciyesinin azalan itibarını artırmış ve Türkiye'ye yönelik politika oluşturulmasındaki ilgisizliğini değiştirmiş değil. ABD Türkiye'ye hâlâ bir büyükelçi tayin etmedi. James Jeffrey'in Suriye'yle ilgili özel temsilci olarak atanması, genel itibariyle iç karartan ilişkilerdeki tek ümit ışığı. Jeffrey 2008-2010 yıllarında ABD'nin Türkiye büyükelçisi olarak olaysız bir şekilde görev yaptı ve son zamanlarda yaptığı yorumlar bölgeyi ve Türkiye'nin endişelerini iyi anladığını gösteriyor.

Öte yandan, ABD'nin Suriye politikası hâlâ ABD ordusunun kontrolünde. Türkiye ve ABD'nin Münbiç'teki ortak devriyeleri devam ediyor, fakat Türk yetkililer ABD'nin son zamanlarda ayak sürümesi olarak algıladıkları bir hale işaret ettiler. Muhtemeldir ki bu durum, ABD'nin planlarında gerçekleşen yeni gelişmelerle ilgili: Trump'ın açıktan ifade ettiği, ABD'nin Suriye'deki operasyonlarını alelacele sona erdirme isteğine rağmen, ABD ordusu Suriye'de daha uzun bir süre kalmaya hazırlanıyor gibi.

Genel olarak, ABD Suriye'deki olayların akışı üstündeki nüfuzunu uzun bir süre önce kaybetti. Nasıl bir işbirliği içinde olmaları gerektiğine dair sıkça görüş ayrılığı yaşıyor olsalar da Rusya ve İran hâlâ Suriye'deki ana güçler ve Esed rejimine aşikâr bir şekilde payanda oluyorlar. Türkiye her ikisiyle de müzakere ediyor ve bazen somut sonuçlar elde edebiliyor. Halbuki ABD'nin etkisi askeri birimlerini bulundurduğu küçük bölgelerle sınırlı ve oralarda dahi müttefiki olan PKK/PYD'nin davranışları üzerinde tam bir kontrol sağlayamıyor.

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

[1] https://www.aa.com.tr/en/americas/opinion-what-can-turkey-expect-from-trump/683708

 

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler