İbrahim Halil Sipahi

İbrahim Halil Sipahi

Doğan görünümlü Şahin’ler,

Doğan görünümlü Şahin’ler,

Türk toplumu üzerinde etkili olmak, insanları yönlendirerek kendi istikametlerine yönlendirmek, dört asra yakın süredir emperyalist ve siyonistlerin, her dönemde de siyasilerin vazgeçilmez ve en etkili silahı olmuştur.

Bu silah ile insanları  etkileyerek, korkutmuş, sindirmiş ve etkisiz hale getirmişlerdir. Dini kendi tekellerinde ve kontrolünde tutmak üzere, ya kendilerinin direktiflerini yerine getirecek din adamlarını, (İmam,Hoca efendi, Şeyh, Şıh)  kendilerine bağlamış, yada kendileri din adamı  (İmam,Hoca efendi, Şeyh, Şıh) yetiştirerek, Türk ve İslam coğrafyasına görevlendirmişlerdir. Bunlar hakkında bugün bizzat emperyalistlerin başta İngiliz Lord Curzon olmak üzere önemli birçok siyasetçileri ve komutanlarının hatıralarından aktarılan belge ve bilgi günyüzüne çıkmıştır.

Din üzerinde oynanan oyunlar, Osmanlının zayıflama süreci ve yıkılışının da önemli etkelerinden biridir. Zaten esas itibari ile de emperyalistler bunu amaçlanmışlar ve maalesef başarılı olmuşlardır.

İşte bütün bu yaşanan sıkıntılar, Osmanlı’nın son döneminde okuma yazma oranının yüzde 13 civarında olması. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması ve yapılan inkilaplar neticesinde. Şeyh, Şıh ve Hoca Efendilerin  kendilerine veya efendilerinin isteklerine göre inşa etmeye çalıştıkları İslam dinini, insanların daha kolay öğrenebilmesi ve anlayabilmesi için.  Ulu Önder M.Kemal ATATÜRK, “Diyanet İşleri Başkanlığı”’nı kurarak, Kuran’ı Kerim’i ve “Sahihi Buhari Hadisis-i Şerif Küllüyatı”’nı Türkçeye çevirilmesini sağlamıştır.

Ancak buna rağmen hala bugün dahi, dini öğrenmekte kolay yolu seçenler, ya dinden uzaklaşmakta yada yine eski usule uyarak dini kendi yorumları tekellerinde bulundurmaya çalışan, İmam, Şeyh, Şıh ve Hoca Efendilerin ağızlarına bakarak onlarınyönlendirmelerine tabi oluyorlar.

Okumak, araştırmak, bilgilenmek, anlamak ve mukayese etmekten aciz insanlar öyleki, cevresinde veya bir toplulukta karşılaştıkları, sohbet esnasında iki ayet bir  hadis okuyan güzel sesi ve akıcı  hitabı olan bir zata, “Hocam” diye itibar etmekte. Hele birde bunu yaparken ayet ve hadislerin arapçasını okuduktan sonra, Türkçe açıklamasını yapıyorsa itibarını biraz daha artmaktadır. Bu misal yanlış anlaşılmasın! sözümüz gercek din adamlarına değildir asla. Milletin dini duygularını istismar edenlerden bahsediyoruz.

Bugün size merhum bir bakanın ağzından dinlediğim bir anısı ile bizzat kendi şahit olduğum birçok vakadan en öne çıkanı olmak üzere iki olayı paylaşacağım.

 

Bu olayların kahramanlarına(!) (Lawrence)’lere, ben bizim milletin en önemli modifiye araç tarzı olan Şahin marka otomobillerin bir lüks modeli sayılan  Doğan marka otomobillere benzetilmesinden esinlenerek “Doğan görünümlü Şahinler” diyorum.

 

Birinci olayımız Kenan Ağabey;

Beş dönem Konya milletvekili seçilmiş, çeşitli hükümetlerde içişleri bakanı ve Başbakan yardımcılığı yapan merhum M.Faruk Sükan’ın kendisinden bizzat dinlediğim bir hatırasıdır.

M.Faruk Sükan; “Bakanlık yaptığım dönemde, saygın bir iş adamı ile tanıştım, yaşça benden büyük,  mütevazı, saygınlığı ve ağırlığı olan bir kişi olması münasebetiyle kendisinin de onayı ile ağabey diye hitap ettiğim kişinin adı Kenan idi.

Kenan ağabey ile sık sık görüşüyorduk, sohbeti tatlı kendisini dinleten, dinlerken de hayran bırakan bir zattı.

Onun sohbetleri ve davranışları İslam hakkındaki görüşleri benimde İslami duygularımın gelişmesine neden oldu.

Ramazan ayı geldi ve hemen her akşam iftarda ve teravih namazlarında beraber olduk, hatta çoğu zaman teravih namazlarını da Kenan ağabey kıldırdı.

Ben bakanlıktan ve dolayısıyla Ankara’dan ayrıldıktan sonra Kenan Ağabeyle bir müddet sonra irtibatımız kesildi. Aradan yaklaşık üç-dört yıl geçmişti, bir gün gazetede bir ölüm ilanı gözüme ilişti, Kenan ağabey diye tanıdığımız zat vefat etmiş ve cenazesi Sinagog’dan kaldırılacaktı.”

 

İkinci olayımız, Mehmet Ali Öztürk (John Borton) Hizbullah;

1986 yılında birkaç günlüğüne Diyarbakır’a görevli olarak gitmiştim. Diyarbakır’ın merkezinde bulunduğum yere yakın olan camiye  zaman zaman vakit namazlarını kılmak için gidiyordum. Caminin bahçesinde içinde çay ocağının da olduğu, cemaatin oturup namaz vaktini beklediği, sohbet ettiği kapalı ve açık iki bölümden oluşan bir yer vardı.

Hemen her camiye gittiğimde bu bölümde Cemaatle vaaz türü sohbet eden gür sakallı bir zat dikkatimi çekti. Bazı vakitler imam olup namaz kıldıran bu zatın Arapçası ve kıraatı güzeldi. Diyarbakır lehçesi ile akıcı bir Türkçesi vardı. Kimolduğunu sordum, adının Mehmet Ali ÖZTÜRK olduğu ve caminin olduğu sokakta bulunan bakkal dükkânını işlettiğini öğrendim. Bazı zamanlarda ve ramazan aylarında da camide vaazda veriyormuş. Konuşması hareket ve davranışları nedense bende antipati uyandırdı.

Bu zat hakkında biraz araştırma yaptıktan sonra, aslen Diyarbakırlı olduğu, genç yaşta buradan ayrılmış 1977 yılında geri dönmüş ve bakkal dükkânı çalıştırmaya başlamış olduğu bilgisine ulaştım. Yinede bu bilgi beni tatmin etmemişti. Kuran’ı çok iyi derecede okuyan ve bilen Diyarbakır lehçesi ile mükemmel Türkçe konuşan, aynı şekilde Kürtçe bilen çevrede çok sevilen itibar gören bu zat ta nedense beni rahatsız eden bir şeyler vardı.

Bunu Diyarbakır emniyetinde ve MİT şubesinde görev yapan iki arkadaşımla da paylaştım. Diyarbakır’da kaldığım sürece gerek cami gerekse zat’ın bakkal dükkânına uğradığımda benim bakışımdan tedirgin oluyordu. Birkaç gün sonra Diyarbakır’dan ayrıldım.

Fakat aklıma o kadar takıldı ki, bir türlü kafamdan atamıyordum. Bir gece aklıma, Afganistan da görev yaptığım dönemde tanıştığım, arkadaş olduğum, ABD subayı ile yaptığım sohbet geldi. Bir ara sohbetlerimiz esnasında bana Rusya’nın Ermenistan ve Bulgaristan da İsrail’in de Yunanistan da yetiştirdiği ve Türkiye’ye gönderdiği din adamlarından bahsetmişti.

1991 yılında Türkiye’de Hizbullah’ın faaliyetlerinin yoğunlaşması ile tekrar Diyarbakır’a gittiğimde yine aynı camiye gittim ve bu zat yine cami avlusunda cemaatle sohbet ediyordu. Fakat bu sefer etrafında sıfır taraşlı başlarında sarık olan uzun sakallı gençlerden olan kalabalık bir topluluk vardı ve zatı ayakta dinliyorlardı. Bu defa kalbime düşen şüphe içimi daha da kemirmeye başladı. Dönemin emniyet birimleriyle de bu zat hakkındaki kuşkularımı tekrar paylaştım.

Ağustos 1995’de ben görevden ayrıldım. Aradan altı yıl geçtikten sonra 24 Ocak 2001 yılında Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar  OKKAN’ın şehit edilmesi üzerine  yapılan tahkikatte;

Bakkal Mehmet Ali Öztürk adlı şahsın aslen Amerikalı olduğu, Asıl Adı John BORTON olup ,Amerika’da Boston da doğan  Türkçe, Kürtçe ve Kuran’ı öğrenen 1969 yılında Bulgaristan göçmeni olarak İstanbul’a gelen, bir müddet burada yaşadıktan sonra 1977 Yılında Diyarbakır’a gelerek yerleşen. 1990 başlarında Hüseyin VELİOĞLU nu yanına alarak Türkiye de  Hizbullah’ı kuran ve eylemlerini yöneten.21 Ocak 2001 de Gaffar OKKAN suikastını düzenleyen kişi olduğu tespit ediliyor.

 

İşte Lawrence, Topal Molla, Kenan Ağabey, M.Ali Öztürk( john Borton) Fethullah Gülen, adları her neyse daha binlerce Doğan görünümlü Şahin’ler bu ülkede cirit atıyor. Bu devleti yönetenler ve bu millet uyanmadıkça cirit atmaya bizleri uyutmaya, aldatmaya kandırmaya devam edecektir.

 

 

İbrahim Halil SİPAHİ

13.03.2018/adanapost.com

twitter.com/ihalilsipahi

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Halil Sipahi Arşivi