Sakın okumayın!..
Elli yaşın üzerindekiler hatırlayacaklardır; bizim çocukluğumuzda bir türkü çıkmıştı ve çok popüler olmuştu. Komşumuzun o hayranı olduğumuz gramafonunda, taş plağa kaydedilmiş bu türküyü bir daha bir daha dinlerdik: “Ak bıçak kara bıçak; babam dükkan açacak / EVLENMEYİN ERKEKLER, NAYLON KIZLAR ÇIKACAK!..” Mucip Arcuman’ın bu taş plak kaydını, şimdi internete girip nostaljik olarak dinleyebilirsiniz.
Allah’ım, naylon kız nasıl bir şey olacak acaba, diye de çocuk aklımızla hayal kurardık. Sonra değil naylon kızlar, her şeyin naylonu, sahtesi çıktı. Etrafımız sahte eşyadan, sahte eşya şöyle dursun da, “sahte insan”dan geçilmez oldu…
Jane Mariot isimli bir İngiliz büyükelçi, İngiliz Avam Kamarası’na “Arap Dünyasında Eğitim” başlıklı bir rapor sunmuş. Raporda çok ilginç ve insanı çok çok düşündüren bilgiler mevcut. Büyükelçi, Araplar’daki eğitim yönelimlerini istatistik olarak vermiş. Buna göre, en zeki öğrenciler, tıp ve mühendislik fakültelerine gidiyorlar. İkinci derecedeki öğrencilerin tercihi işletme ve iş idaresi fakülteleri… Bu ikinci derece öğrenciler, fakülteyi bitiriyorlar ve birinci derecedeki doktor ve mühendislerin yöneticisi oluyorlar…
Bundan sonrası daha vahim bir durum arz ediyor!.. Üçüncü derecedeki öğrenciler, siyasala, siyasete yöneliyorlar ve birinci ve ikinci derecedeki mezunlara hükmediyorlar!.. Daha daha vahim olanı nedir biliyor musunuz?!.. Sıkı durun!.. Dördüncü derecedekiler, yani eğitimde başarısız olanlar, ordu ve emniyete yöneliyorlar ve kendilerinden üstün zeka seviyesine, yetenek ve bilgiye sahip olanları, siyaset ve iktisada tahakküm ederek, iktidardan düşürüyor, mahkum ediyor, hatta idam ediyor, öldürüyorlar!..
Bitmedi!.. Bunların hepsinden daha vahimi, dehşet verici olanı, âdeta hepsinin üstüne “tüy diken”i ise, asla hiçbir okula gitmeyenler, “DİN ADAMI” oluyorlar ve herkesin kendilerine itaat etmelerini sağlıyorlar!..
Şimdi bu raporu okuyunca, “Aha!.. Vallahi adam tam da bizi anlatmış!..” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Bu durum, bu sorun, yalnız Araplar için geçerli değil, bizim için de aynıyla vâki bir durumu arz ediyor. Hemen aklınıza bir yığın isim gelmiştir. İsterseniz sizin aklınıza gelen birkaç ismi ben de sıralayayım: Mesela, Fetö, mesela Fetö’leşme yolunda hızla yol alan cübbeli cübbesiz molla müsveddeleri !.. Değil mi?!.. Adamlar ilkokul mezunu; ama peşlerinden birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü kademeden nice nice çok okumuş, çok zeki, çok yetenekli, çok sıfatlı kişiyi sürüklüyorlar ve kendilerine itaat ettiriyor, köle ediyorlar!..
Şimdi diyeceksiniz ki, bu adamlar üniversite okumadı ama “medrese” okudu!.. Doğru, bunlar medreselerde dirsek çürüttüler ama o eski “medrese”lerde değil!.. Eski medreseler, günümüzün üniversiteleri idi ve orada tüm bilimler öğretilirdi. Şimdiki medrese taslaklarında ise, sadece Arapça ve din bilimleri okutuluyor. Araplarda da böyle, diğer İslam ülkelerinde de böyle!.. Dört başı mamur, tüm ilim ve bilimleri okumuş din adamı yetiştirilmiyor maalesef!..
Ben size bir başka çarpıcı örnek vermek istiyorum… Şu bizim “Çiftlikbank”ın kurucusu Dombili Mehmet, eğitim öğrenim bakımından dördüncü derece bir insan olmasına rağmen, nice nice birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü derecedeki kişileri peşine takıp bir ekonomik felakete sürüklemedi mi?!…
Para pul, mal mülk, maddi şeylerin bir şekilde telafisi mümkündür; ama bizi “DİN – İMAN – İNANÇ” alanında peşinden sürükleyen kişilerin, bizim başımıza örecekleri çorapların, ne yazık ki, öbür dünyamız, ebedi hayatımız dikkate alındığında, telafisi asla mümkün değildir!..
“Kurtarıcılardan Kurtulmak Zor” başlıklı yazımızda, “Bu kadar çok kurtarıcı bekleyen “SAF” insanın olduğu bir dünyada, bu kurtarıcıların elinden kurtulmak, neredeyse Azrail’in elinden kurtulmak kadar zor!..” demiş ve “SAF” dediğimiz insanları da kategorize etmiştik: “Bu ‘saf’ların bir kısmı ‘APTAL’ anlamında iken, bir bölüğü de ‘TEMİZ’ anlamında ‘saf’tır. Eh, belki bir bölüğünü de hem ‘aptal ve cahil’, bir bölüğünü de hem ‘temiz ve cahil’ olarak kategorize etmek gerekecek.” demiştik.
Ben Facebook hesabımda, “Size, ‘okumayın, araştırmayın, sorgulamayın’ diyenlere inat, eğer kendinizi seviyorsanız, ebedi hayatınızı düşünüyorsanız, okuyun, araştırın, sorgulayın!..” demiştim de çok haksız, aptalca eleştiri ve saldırılara maruz kalmıştım. Hem de çok çok okumuş olduğunu iddia edenler tarafından!..
Gerçek iman, önce ‘şüphe’ ve ‘sorgulama’ ile başlar!.. Evet şaşırmayın, gerçek iman, önce şüphe ve sorgulama ile başlar!.. “Tevhid” inancının temeli olan “LÂ İLÂHE İLLALLAH” ifadesi, “LÂ İLAHE” ile, yani “İlah yoktur!..” şüphesi, sorgulaması ile başlar. Ardından da “İllallah” (Allah’tan başka) kavramı, teyidi gelir. Bu söylem bizi, okumaya, araştırmaya, sorgulamaya iten bir ifadedir.
Diğer bir söylemle, İslam’da makbul olan iman, “İBRAHİMİ İMAN”dır. İbrahim Aleyhisselam, şahsen benim hayranlık derecesinde çok çok sevdiğim, çok zeki ve çok FERASETLİ bir peygamberdir. Sorgulayan bir insandır İbrahim Peygamber… Önce yıldızları Rab edinmiş, onların üzerine, onlardan daha büyük ve parlak “Ay”ın doğduğunu görünce, “Güçsüz olan, benim Rabb’im olamaz!..” deyip “Ay”ı Rab edinmiştir. Ancak, gündüz olup da onlardan daha parlak ve büyük “Güneş” doğunca, “Ay”ı da terk edip “Güneş”i Rab edinmiştir. Nihayet akşam olup Güneş batınca, “Yok olan bir şey, benim Rabb’im olamaz!..” diyerek “noksan sıfatlardan münezzeh” Allah’ı bulmuştur.
Hz. İbrahim, Allah’a ölüleri nasıl dirilteceğini sormuştur. Allah, “Şüphen mi var?!..” dediğinde ise, “Hayır!.. Ama kalbimin mutmain olması için soruyorum!..” demiştir. Ardından da Allah u Zülcelal, İbrahim’e bir kuşu yakalayıp dört parçaya bölerek her bir parçasını bir dağa bırakıp sonra çağırmasını istemiş; kuş dirilip kendine döndüğünde, “MUTMAİN İMAN – GERÇEK İMAN”a kavuşmuştur. Bu örneği bize Kur’an’da anlatan Allah, bizi de “SORGULAYICI” olmaya davet etmektedir. Demek ki, MAKBUL OLAN İMAN, SORGULAYICI – MUTMAİN OLAN İMANDIR!..
Allah Kur’an-ı Mübin’de 680 küsur yerde, “oku, aklet, düşün, araştır…” derken, bazı “akılsızlar”, aklını kullanarak sağlam bir imana, inanca ulaşmaya çalışanları, aklını putlaştırmakla suçlama zavallılığını gösteriyorlar ne yazık ki!.. Madem aklımızı kullanmamız “aklımızı putlaştırma” oluyor, o zaman Allah neden bu kadar çok yerde akletmemizi emrediyor acaba?!.. Tabii, bu soruya da ancak “aklını kullananlar” doğru cevap verebilirler!..
Ben şimdi sizlere “aklını kullanma” konusunda çok çarpıcı bulduğum bir örnek vermek istiyorum. Gençliğimde, Said-i Nursi’nin hemen hemen bütün eserlerini okumuştum. Rahmetli bilge adam dedem, Said-i Nursi’yi görmek, sohbetini dinlemek için tâ Isparta’ya gitmişti. Babamın manifatura dükkanının ismi de, “Nur Manifatura” idi. 27 Mayıs ihtilalinde, evimizdeki Risale-i Nurları, evimizi basmaya geleceklerini öğrendiğimiz jandarmalardan kurtarmak için, babamla birlikte arı kovanının içine saklamıştık.
Gençliğimde, “imanımı güçlendirsin” diye okuduğum Risale-i Nurlar’da, bilgim, aklım fikrim gelişip de sorgulayarak okumaya başladığımda, insanı hayrete düşüren garabetlerin olduğunu fark etmeye başladım. İşte size o garabetlerden biri:
“Hazret-i Cebrail, ‘Sakine’ adıyla bir sayfada yazılı ‘İsm_i Âzâm’ı, peygamberimizin yanında, Hazreti Ali’nin kucağına düşürdü. Hz. Ali diyor ki: ‘Ben Cebrail’in şahsını yalnız gök kuşağı şeklinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum.’ Dünyanın başından kıyamete kadar ilimler ve önemli sırlar bize, tanıklık derecesinde açıldı. Kim ne isterse sorsun, sözümüzden şüpheye düşenler zelil olurlar!..” ( Said-i Nursi, On Sekizinci Lem’a, Cilt II, sayfa 193)
Şimdi aklımızı kullanarak sorgulayalım: 1. “Sakine” isimli bu “sayfa”, çok çok büyük bir kitap olmalı; zira kıyamete kadar olacak bütün ilimleri ve önemli sırları içeriyor. 2. Asıl sorun ve sıkıntı, Cebrail, Hz. Ali efendimize bir kitap getirmişse, bu, Hz. Ali’nin “peygamber” olmasını ilzam eder. Zira Allah, ancak peygamberlere kitap göndermiştir. Bu durumda, Hz. Ali peygamber olmuyor mu?!.. 3. Said-i Nursi’nin ifadesine göre, Cebrail, bu kitabı “düşürmüş”tür. Acaba Cebrail, bu kitabı kime getiriyordu ki düşürdü ve de nasıl düşürdü?!.. 4. Hz. Ali, bu kitabı neden Peygamberimize vermedi?!.. 5. Peygamberimiz, yanı başında olup biten bu durumu görmedi mi?!.. Gördüyse, neden bir şey demedi?!.. 6. Cebrail, Kur’an’ı hep sözlü olarak getirirken, neden bunu yazılı kitap halinde getirdi?!.. 7. Düşürdüğüne göre, neden alıp asıl sahibine vermedi?!.. 8. Bu olaydan, bugüne kadar neden hiçbir kitapta bahsedilmedi?!.. 9. Nasıl oluyor da 1.400 sene sonra, Said- i Nursi’nin bundan haberi oluyor?!.. 10. Bu kitap, şu anda kimin veya kimlerin elinde?!.. AKLIMIZI ÇOK MU KULLANDIK?!.. ÇOK MU SORGULADIK?!.. AKLIMIZLA BU GERÇEKLERİ KAVRAYAMAZ MIYIZ?!..
Her şeyinizi çaldırın; ama ebedi hayatınızı çalmalarına izin vermeyin. Buna itirazınız varsa, “SAKIN OKUMAYIN!..” Körü körüne, sorgulamadan, araştırmadan, incelemeden takılın birinin peşine!.. Nasıl olsa sizin gibi koyunları güdecek ve de tüylerinizi yolacak birileri çıkar!.. Ha, fazla aramanıza da gerek yok!.. Bakın, ben varım burada!.. İyi kaz tüyü yolarım!.. Hem de yabancıya gitmemiş olur!..
Naylon kızları boş verin de, sizi ahiretinizden edecek, birtakım hurafeler peşinde koşturan NAYLON HOCALARDAN, SAHTE HOCALARDAN UZAK DURUN!.. OKUYUN, AKLEDİN, ARAŞTIRIN, SORGULAYIN; ZİRA MÜSLÜMAN, FERASET SAHİBİ İNSAN OLMALIDIR!..
Selami Kaytancı
13.04.2018, Adana
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.