Üç Abide Şahsiyet - Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç

Üç Abide Şahsiyet - Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç

Akif gerçekçiliğinde ise Sezai Karakoç‘tan ziyade Necip Fazıl‘a yakındır. Şairane hülyaları, ütopyaları, güzel ama uzak tahayyülleri yoktur. Olanı söyler, gördüğünü dile getirir, olmasını istediğini, realitenin sınırları içerisinde, terennüm eder.

Üç Abide Şahsiyet - Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç

Akif gerçekçiliğinde ise Sezai Karakoç‘tan ziyade Necip Fazıl‘a yakındır. Şairane hülyaları, ütopyaları, güzel ama uzak tahayyülleri yoktur. Olanı söyler, gördüğünü dile getirir, olmasını istediğini, realitenin sınırları içerisinde, terennüm eder.

Kaç hazine aşikâr olup bilinir? Altınları, zümrüt, yakut ve elmasları kaç kişi görür? Kaç hazine hak ettiği değere gider? Yerin altında öylece kalmaz, sürur olur, güç olur, kuvvet olur?

Büyük insanlar da birer hazinedirler. Işıkları vardır, bahaları vardır belki paha biçilemez.

Koşulmalı onlara altına koşar gibi…

Ama koşar mı onlara hiç beşer?

O maddi altınlara meftundur, mana altınlarını boş verir.

Zaten bundan değil midir bunca iflası, bunca fakr u sefaleti.

Mana fakiri hangi altınlarla zengin olabilir ki?

Mana hazinelerimizden Akif

Mana hazinelerimizden biri de merhum Mehmet Akif‘tir. O gerçek şair, o sükut şair, o gönüllü sürgün, o menkıbeleri, idealleri olan Akif

Akif tam bir şair’di. Yalnızdı tüm önemli şairler gibi…

Az konuşurdu, sohbetler de oturur, oturur, sonra birden vedalaşarak kalkar giderdi.

Zihninde sorular vardı, cevaplarını öğrenmek istediği sorular…

Kendiyle alakalı değildi elbet merakları, toplumun çektiği, uğradığı ıstıraplardı onun derdi.

Akif’in sanatını tanımlaması

Kişi kendini en iyi bilir. Bu denebilir evet. Birini en iyi kendisi bilir şayet öğrenmek ve bilmek isterse.

Zannederim Akif‘i de, sanat, şiir ve muhteşem eseri Safahat‘ı da en iyi kendisi açıklamış. Hem de ne açıklama…

(Yeni neslin bu manalardan uzak kalmış olması ne hazindir)

Şöyle demiş Akif:

“Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim, 
Ne hüviyette şu karşında duran eş’arım:
Bir yığın söz ki, samîmiyeti ancak hüneri; 
Ne tasannu’ bilirim, çünki, ne san’atkârım.
Şi’r için “göz yaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa; 
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.”

Akif işte bu. Hepsi bu.

Ama elbet tevazu göstermiş “sanatını sadece samîmiyet ile vasfederek.” Onun şiirinde derin manalar da vardır, kalıcılık, emek ve başarı da…

Belki denebilir sanatının en önemli vasıflarından biri “samîmiyetiydi.” Bu şüphesiz bir gerçeklik de zaten samimi olmayan bir ürünün “sanat” olabilmesi mümkün değildir.

 
Akif ve şairlik

Akif tam bir şairdi(her ne kadar merhum Necip Fazıl onu şairden ziyade ‘nazım’ olarak vasfetmişse de)

Aslında burada ilginç bir gerçeklik vardır.

Necip Fazıl Türkiye’nin en büyük ve en bilinen (Sultan-üş Şuara) şairlerindendir. Ama onun ahlakı, karakteri şairlikle pek uyuşmaz.

Mesela Sezai Karakoç her haliyle tam şairdir. Münzeviliğiyle, nesrindeki (dahi) şairanelikle… (Hem üslup hem de içerik olarak)

Üstad Karakoç nesrinde dahi çok şairanedir. Ütopyalarını söyler, mühayyel güzellikleri dile getirir. Olması çok zor gerçeklikleri ifade eder. Tüm bunlar tam şairce bir tutumdur.

Ama Necip Fazıl bir şairi bırakın, bir nasirde dahi bulunması pek görülemez derecede gerçekçidir. Şüphesiz onun da realite dışı cümle ve manaları vardır ama bunları onun şairaneliğinden ziyade bedenine sığamayan ruhuna, beynine sığamayan düşüncelerine ve mekânına sığamayan aksiyon coşkusuna bağlamak gerekir.

Akif de şairliğiyle, Sezai Karakoç gibi, bir münzeviydi.

Mesela, bir dereceye kadar gönüllü gittiği(şapka takmamak için olduğu da söylenir) Mısırsürgününde Abbas Hilmi Paşa‘nın konuğu olarak yaşarken tam bir münzeviydi. Mihmandarının köşkünün müştemilatında(elbette çok hatırlı bir konuk olarak) ihtiyar ettiği uzun bir yalnızlıktaydı.

Akif gerçekçiliğinde ise Sezai Karakoç‘tan ziyade Necip Fazıl‘a yakındır. Şairane hülyaları, ütopyaları, güzel ama uzak tahayyülleri yoktur. Olanı söyler, gördüğünü dile getirir, olmasını istediğini, realitenin sınırları içerisinde, terennüm eder.

Merhum Akif‘in doğum veya vefat yıl dönümü değil. Yalnız Safahat‘ı tekrar okumaya başlamışken, onu yad etme babında, bunları yazmamalık edemedim.

Allah, tüm ehli İslam ölmüşlerine olduğu gibi, ona da gani gani rahmet etsin ve mevcut ile ati nesilleri onun ilim, irfan ve feyzinden mahrum etmesin.

 

Resul Davutoğlu

ulukanal.com / yazının devamı..

 

 

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler