
Songül Kundakçı Cansız
Yayla günlüğü - 3
Yayla günlüğü - 3
Köpekler ve İnsanlar
Bugün yaylada gökyüzü bulutlu, hava oldukça serin ve sis gitgide koyulaşmakta. Sanki yaz mevsimi gitmeye hazırlanıyor. Ağustos ayında üzerimizde kışlık hırkalar, yelekler, ayaklarda çoraplar…
Her yerde göç çiçekleri çıkmış, yaylacılara kalkın gidin artık, rahat edelim der gibi topraktan pembe pembe baş kaldırmışlar.
Evimizin önündeki paşayı attan indiren çiçekleri sarı sarı baktı, son günlerini yaşadığı belliydi. Çiçekler yavaş yavaş ölüyor. Papatyaların bembeyaz çiçekleri parlaklığını yitirdi; gülhatmiler tek tük çiçek açıyor. Çiçeklerin hepsi tohuma durdular. Bu hafta onları dipten kesmeli diye düşünüyorum. Seneye daha canlı çıkmaları için bu önemli. Toprak ananın evinde gerçekleşen bir dönüşüm bu. Çiçekler ölerek tazeleniyor.
Kapılarının önüne çıkan kadınlar bu havada yıkanan çamaşırlar da kurumaz, serecek yer de yok diye birbirleriyle dertleşiyorlar. Burada herkes birbirine akrabadır dense yeridir. Dağ başında yabancıya yer yok.
Ben her gün yaptığım gibi dış kapının önüne koyduğum köpek mamasına baktım, bitmiş. Kaba tekrar mama koydum, su kabına da taze su... Mama köpekler içindi ama artık sadece kirpiler yiyor. Ortalıktan insanlar çekilince ilk akşamdan geliyor kirpiler. Ben ürkmesinler diye bazen yukarı kata çıkıp pencereden onlara bakıyorum. Beni görünce kaçmıyorlar, başlarını önüne eğip sanki utanarak bekliyorlar. Biri yerken diğeri kenarda sırasını bekliyor; itişme, didişme, kavga yok. Yedikten sonra sularını da içip gidiyorlar.
Köpekler mi? Onları düşününce insanlığımdan utanıyorum.
Daha geçen hafta yayladaki metruk bir evde sekiz yavruyu birlikte büyütmeye çalışan iki anne köpek vardı. Kapının önüne koyduğum su ve mama bu anne köpekler içindi. Annenin birinin ön ayağı kırıktı. Yayla sakinken gün içinde ve gece sürekli gelen bu zavallılar, insanlar çoğaldıkça sadece geceleri daha az gelmeye başladılar; yavrularını korumak için, insanlardan korktukları için. Zavallı diyorum çünkü onlar birer anneydi. Metruk evin önünde yatıp ikisi birden yavruları emziriyordu. Karnı doyan yavrular evin içindeki tahtın altına saklanıyordu. Hepsi birbirinden güzel sekiz yavru ve iki anne…
Annelik duygusu sadece insana mahsus değil ki... Rahmetli annemin sözünü hatırlıyorum “Ah ah, köpekler de ana olmasın” derdi.
Yakın zamanda vefat eden komşumuz mühendis beyefendi, apartmanın bahçesindeki kediye “defol git şuradan” diye kızan yaşlı bir bayan komşumuza şöyle demiş: “O da senin gibi bir doğurgan, bir anne, niye kötü davranıyorsun ona?”
Bayan da demiş ki: “Hadi git işine, ben kedi miyim?”
Anne annedir, hayvanı insanı fark eder mi? Bütün annelerin derdi yavrusunu korumak.
İşte bu iki anne köpeği ve yavruları yaylada birileri belediyeye şikâyet etmiş. Kimseye zararı olmayan bu hayvanları şikâyet edenler evinin önüne hayvanlar için bir kap su, bir lokma yemek koymamış, dünyanın sadece kendileri için yaratıldığını düşünen birileri olmalı diye düşünüyorum.
Halbuki çok yakında hepsi yayladan inecek ve yayla boşalacak. Buna rağmen dağ başındaki hayvanları şikâyet etmişler, çünkü seslerinden uyuyamıyorlarmış, etrafı kirletiyorlarmış, korkuyorlarmış…mış, mış da mış mış... Gözünün üstünde niye kaşın var diyen hesabı bahane ararsan çok ama asıl mesele merhamet yok.
On gün önce gece sabaha kadar hayvanlar bağırdı, çam ağaçları uğuldadı, rüzgâr sesleri evlere getirdi. İnsanlar huzursuzca yataklarında dönüp durdular. Bazıları köpek havlamalarını depreme yordu, korkuyla bekledi. Benim gibi bazıları da köpeklerin adı batasıcaları (domuz) kovaladığını düşündü.
Ve gecenin sabahında anne ve yavrularına yemek götürenler her gün koşarak çıkan yavruları göremediler. Akşama doğru olanları gören biri, hepsinin toplatılıp barınağa götürüldüklerini söyledi.
Sonuç ne mi oldu?
Götürülen köpekler sır oldu, kimse bu konuda ağzını açmadı. Akıbetleri bilinmiyor.
Kaçabilen diğer köpekler insanlardan uzak dağların yücelerine doğru kaçtılar, aç ve susuzlar. Başlarına gelecek felaketlerden korkuyorlar, eşkıya olmaya karar verdiler.
Artık yayladaki insanların çoğu huzurlu, kimse korkmuyor, köpeklerden şikâyet etmiyor.
Artık sadece ağlayan bebeklerin, çocukların sesleri duyuluyor, bebek bezleri çöplerden dışarı fırlıyor gezmek için. Plastik şişe atıkları özgür, poşetler bayram çocuğu gibi sevinçten oradan oraya uçuyor. Sinekler mutlu mu mutlu… Her yer tertemiz, pırıl pırıl, mis gibi(!)…
Hatta insanların adını anmak istemediği domuzlar bile mutlu, yaylada rahat rahat gezecekleri için…
Ama ağaçlar, sincaplar, kuşlar, kirpiler bizi de şikâyet ederler endişesiyle huzursuz… Dün bir sincap kesilen bir çam ağacının üstünde ağlıyordu.
Artık geceleri bir çam ağacının altında yavru köpeklere ve annelerine yapılanları ormanın asıl sakinleri hayvanlar ve ağaçlar fısıl fısıl birbirlerine anlatıyorlar. Ya bizi de dağımızdan, toprağımızdan, kökümüzden ederlerse endişesiyle artık hepsi uykusuz… Taşlar, kayalar bile endişeli, ya bizi de birileri fark ederse diye… Zira maden dağları duman duman…
Bana öyle geliyor ki ağaçlar şarkı söylemiyor artık, homurdanıyorlar ve şikayetleri mavi semaya doğru bulut bulut yükseliyor.
Toprak ana üzgün… Ormanın ruhu sıkılıyor. Cennet ormanı cehenneme çeviren zalimlerden kurtulmak için yağmur, dolu, fırtına gibi silahlarını alıp gelmesi için kışı çağırdılar. Havanın soğuması boş yere değil.
Velhasıl kelam köpekleri kovdular, ağaçları kestiler, odunları çaldılar, dağların bağrını deldiler.
Sonra da havasına suyuna, taşına toprağına, kuzusuna kurduna zarar verdikleri yurtları için “Her köşesi cennetim, bir başkadır benim memleketim” diye avaz avaz nutuk attılar, şarkılar söylediler.
Sevdiklerini Allah’a emanet ettiler, Allah’tan merhamet dilediler ama Allah’ın onlara emanet ettiği dilsiz hayvanlara merhamet etmediler.
Sözde insanlar!
20. 08. 2025
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.