H. Ali Erdoğan: İslâm Fıkh'ında Ma'ruf (Örf ve Adet )
İslâm Fıkh'ında Ma'ruf ( Örf Ve Âdet )
"Ma'ruf" ( معروف ) kelimesi sözlükte; bilinen, tanınan, benimsenen şey, iyi muamele, tatlı dil, ihsan gibi anlamlara gelmektedir. Dinî terim olarak İslâm'ın hükümleri, genel prensipleri ve emirleri uyarınca yapılması ve söylenmesi gereken her söz ve fiile, İslâm'ın hoş gördüğü her şeye "ma'ruf" adı verilmiştir. (1) Dinin ahlaki vechesini anlamamıza yardımcı olan "ma'ruf" kelimesi Kur'an'da farklı şekillerde 38 kez geçmektedir. "Maruf" kelimesinin dilimizdeki karşılığı "örf ve âdetler"dir.
Bu yazı, bilinmesi ve öğrenilmesi gereken çok daha önemli dini konular var iken hitan (erkek çocuklarının sünnet edilmesi) konusunu gündemlerine alıp tartışan kimseleri için yazılmıştır. Emek vererek hazırladığım bu yazıyı onlar ve onlar gibi düşünenleri uyarmak için hazırladım. Öncelikle bu konu ile doğrudan ilgili olan, Kur'an'ın bir çok ayetinde atıflar yapılan, hüküm vermede belirleyici bir rolü olan "ma'ruf" (örf ve âdet) diye bir gerçeklik olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bakalım dudak bükmeden ve burun kıvırmadan -ki bu tavır Kur'an'ın "ilhad" diye eleştirdiği bir duruştur- "sen hala buralarda mısın, biz o merhaleleri geçeli yıllar oldu" havasına girmeden sonuna kadar sabırla okuyabilecekler mi?
Erkek çocuklarının sünnet edilmesini eleştiren, bunun fıtratı değiştirme ve şirk olduğunu iddia edenler genellikle "mealci" gruplardır. "Kur'an bize yeter" sloganı ile Kur'an'da bulamadıkları herşeyi reddeden bu gruplar arasında bu tez gittikçe taraftar bulmaktadır. Yahudilikte dini bir gereklilik olan sünnet, islam ümmetinde ise yaygın bir teamül ve bir örf (ma'ruf) olarak uygulanmaktadır. Müslüman halk nazarında âdeta dini kimliğin bir simgesi haline gelmiştir. Bugün için bu konuyu gündeme alarak tartışmak islam kimliğine yapılan sinsi bir saldırının parçasıdır. Buna alet olanlar bunun farkında olmasalar da... Dini ve sosyolojik gerçeklerden gafil olan bu gruplar neye alet olduklarının farkında bile değillerdir. Halbuki Kur'an boşluğa inen veya kendinden önceki herşeyi sil baştan yıkan ve yeniden inşa eden bir kitap değildir. İnsan ve toplum hayatını ilahi emirlere uygun şekilde ıslah etmek birinci amacıdır. Kur'an, inzal olduğu dönemdeki kimi uygulamaları kaldırmış, kimine sükut etmiş, kimini de teşvik etmiştir. Bir uygulama Kur'an'da geçmiyor veya tanzim edilmiyor diye ret edilemez. Kur'an'ın dinin temel prensiplerine uygun olan "ma'ruf"a dokunmadığını, hatta bir çok ayetinde ona atıflarda bulunduğunu görmekteyiz. Buna en bariz örnek Bakara/236 ve A'raf/199'dur:
لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةًۚ وَمَتِّعُوهُنَّۚ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَـاعاً بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ
"Kadınları boşarsanız, onlarla birleşmemiş ve mehir de belirlememiş olursanız malî bir sorumluluğunuz yoktur. Zengin olan gücüne göre, eli dar olan da gücüne göre onlara "ma'ruf" (örfe göre) bir şeyler versin. Bu iyiler için bir borçtur." (1)
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ
“Sen af yolunu tut, örf ile emret ve cahillerden yüz çevir." (2)İslam Fıkhı'nda ma'ruf (örf), fer'i/yardımcı bir kaynaktır. Bazı hallerde örf ile amel nas ile amel gibi kabul edilmiştir. Zira “Müslümanların iyi gördüğü Allah katında da iyidir.” Nass bulunmayan konularda örfün, nassın yerini tutacağı, dünyevî işlerde ve sosyal hayatta içtimaî/ma'şeri vicdanın ölçüt olduğu ve esasen bu alandaki nasların da örften kaynaklandığı kabul edilir. Kitap ve Sünnet’teki düzenlemelerin sınırlı, hayat olaylarının sınırsız olması gerçeği karşısında bu iki kaynakla uyumlu fıkhî çözümler üretmek üzere kendi içinde tutarlı metotlar çerçevesinde ictihad etmenin kaçınılmaz olduğuna dikkat çeken fakihler, yer yer İslâm’ın evrensel bir din olma özelliğini de vurgulayarak hangi dönemde veya coğrafyada olursa olsun toplumun ihtiyaçlarına kayıtsız kalınamayacağını ve üretilecek çözümlerin başarısının sosyal gerçeklikle uyumuna bağlı olduğunu ifade ederler. İslâm’ın teşrî‘ siyasetiyle örtüşen bu yaklaşım fıkhî hükümlere etkisi bağlamında örf ve âdete yoğun atıflar yapılmasına imkân sağlamıştır.
Geçerli veya geçersizliği hakkında özel nas veya icmâ bulunmadığı gibi kıyas kapsamına da girmeyen, fakat aklî ölçülere ve diğer şer‘î düzenlemelerin bütününe (makāsıdü’ş-şerîa) uygunluk gösteren menfaatlere (mesâlih-i mürsele) veya fıkhın genel ilkelerine dayanılarak yapılan ictihadda örfün belirleyici bir rol oynadığı açıktır. Toplumun ihtiyaçlarını, yararlarını ve değer telakkisini belirlemede örfün önemli bir gösterge olduğunu dikkate alan fakihler bu gerçeği, “âdet insanın ikinci tabiatıdır” ve “İnsanları âdetlerinden koparıp çıkarmada güçlükler vardır” gibi ifadelerle dile getirmişlerdir.
Örfün fıkhî hükümlerin uygulanmasındaki rolü:
A- Soyut fıkhi kural elde etme faaliyeti,
B- Fıkhi kuralın somut olaylara uygulanması şeklinde ortaya çıkar.
Birinci grupta daha ziyade bir fıkıh doktrinine bağlı olarak olaylara çözüm üretme (tahrîc) durumunda bulunan fakihlerin örfe dayalı fıkhî sonuçları yeni örflere göre gözden geçirmeleri söz konusudur. Örfün bu anlamdaki rolü hakkında 'zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesinin inkâr edilemeyeceği' kuralına ağırlık verilerek yapılan izahlarda bu ihtiyacın kurucu devir ictihadları bakımından da geçerli olduğuna, özellikle Ebû Yûsuf’un hâkimlik yapmasının ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin esnafla temas halinde olmasının toplumun örf ve âdetlerinden haberdar olmalarını sağladığına ve gerektiğinde yeni örflere göre önceki çözümlerde değişiklik yaptıklarına dikkat çekilir (İbn Âbidîn, II, 128-130). İleriki dönemlerde fıkıh düşüncesinin donması ve mezhep hükümlerinin toplumun ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmesi problemi üzerinde durulurken de bu durumun mezhep imamlarından nakledilen görüşlerin toplumdaki gelişmelere ve özellikle örflerdeki değişmelere göre yorumlanmamasıyla yakından ilgili olduğuna dikkat çekilir (Şehâbeddin el-Karâfî, Furûķ, I, 175-177; el-İhkâm, s. 231-243; Alâeddin et-Trablusî, s. 128-130).
İkinci gurupta fıkhi kuralın somut olaylara uygulanması çerçevesinde özellikle şu durumlarda örfün özel bir öneme sahip olduğu görülür:
I. Hâkimin takdir yetkisini kullanması. Bazan hukukî olayın, bazan hukukî sonucun ve bazan her ikisinin takdiri şeklinde gerçekleşen bu yetkiyi kullanırken hâkim örf ve âdetlerden yararlanır. Örfün bu anlamdaki rolü, yargıcın ictihad yoluyla belirlenmiş hükümleri hukukî uyuşmazlıkları çözme faaliyetiyle sınırlı olmayıp müctehidin nasları anlama çabasıyla da ilgilidir. Meselâ âyetteki nafaka miktarıyla ilgili “bi’l-ma‘rûf” ifadesinin doğru anlaşılabilmesi örften yararlanmayı gerekli kılar. Cessâs bu tür ictihadı hiçbir fakihin karşı çıkmadığı istihsan türü olarak zikreder.
II. İrade beyanlarının yorumlanması.
Müftü ve hâkimlerin ikrar, talâk, yemin, vakıf gibi konularda ilgililerin irade beyanlarını yorumlarken özellikle lafzî örfleri, akidlerin taraflara sağladığı hakları ve yüklediği vecîbeleri belirlerken özellikle amelî örfleri dikkate almalarının vazgeçilmez bir gereklilik olduğu fıkıh eserlerinin değişik bölümlerinde ısrarla belirtilir. Âdetin delâletiyle hakikat anlamının terkedileceğini, örfle tayin edilen veya sabit olanın nasla tayin edilmiş veya sabit olmuş gibi kabul edileceğini, örfen mâruf olanın özel olarak şart koşulmuş gibi sayılacağını (Serahsî, el-Mebsût, XIX, 41; Kâsânî, V, 72; Mecelle, md. 37, 40, 43-45) belirten kaideler 'örf'ün bu konudaki rolüne yapılan birer vurgu niteliğindedir.
III) Muhâkeme usul hukukunda tarafların delillerinin değerlendirilmesi. Özellikle başka ispat vasıtalarıyla desteklenemeyen durumlarda, meselâ karı kocanın bazı ev eşyalarının mülkiyetinin kime ait olduğuyla ilgili ihtilâflarında örf ve âdet taraf beyanlarının doğruluğunu tesbit açısından yardımcı bir role sahiptir. Fakat bazı eserlerde “tahkîmü’l-âde” (âdetin hakem kılınması) şeklinde ifade edilen durumların çoğunda, halin veya buzâhir-i hâlin tahkiminin veya karînelere göre hüküm verilmesinin kastedildiğine dikkat edilmelidir.
Netice olarak örfün fıkıhtaki rolü ve etkisinin, hukukun kültürel sıhhatini kontrol yönünde işletilmesinin İslâm âlimlerinin hukuk tefekküründe tuttuğu yerin fürû eserlerindeki verilere göre değerlendirilmesi, usul açısından yapılacak değerlendirmelerde ise İslâm hukuk metodolojisinde delillerin işletilmesiyle ilgili temel kurgunun, 'örfün' re’y, hâcet, zaruret ve maslahat gibi üst kavramlarla ve makāsıd düşüncesiyle irtibatının, dolayısıyla işlevini daha çok istihsan ve istislah metotları aracılığıyla yerine getirdiğinin dikkate alınması gerekir. (3)
H. Ali ERDOĞAN
Adana, 20.08.2025
(1) Bakara/236
(2) A’râf Suresi/199
(3) TDV İslâm Ansiklopedisi https://share.google/22WktroQJxFrlPcYN
Kaynak:Adanapost
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.