H. Ali Erdoğan
Kelime-i Şehâdetin Ontolojik Ve Epistemolojik Derinliği
Kelime-i Şehâdetin Ontolojik Ve Epistemolojik Derinliği
The Ontological and Epistemological Depth of the Declaration of Faith (Kalima-i Shahada)
H. Ali ERDOĞAN
ÖZET
İslâm dininin inanç temelini teşkil eden Kelime-i Şehâdet, geleneksel olarak İslâm’a girişin sözlü bir manifestosu ve formel bir şartı olarak kabul edilmiştir. Bu çalışma, mezkûr ifadenin salt bir giriş ritüelini ifade etmekten ziyade, bireyin kendi varlığını, Yüce Yaratıcı’nın birliği (Tevhîd) hakikatine dair ontolojik bir delil ve şâhit olarak konumlandırdığı derin bir epistemolojik ve varoluşsal iddia olduğunu temellendirmeyi amaçlamaktadır. Makalede, “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh” ifadesindeki “şehâdet” kavramının, hukukî bağlamdaki gözlemsel tanıklıktan (şühûd) ziyade, varlığın nihâî hakikati (hakîkatü’l-vücûd) hakkında tahkîkî bir idrake ve bu idrakin bir tezâhürü olan kesin bir bildirime dayandığı argümanı işlenmektedir. Bu çerçevede, merkezî bir referans noktası olarak Âl-i İmrân sûresinin 18. âyeti (“Şehidallâhu ennehu lâ ilâhe illâ huve...”) ele alınmakta; Allah, melekler ve ilim ehlinin şehâdeti ile müminin kendi varlığı üzerinden yaptığı bu varoluşsal şehâdet arasındaki bağ ontolojik ve epistemolojik düzlemde tahlil edilmektedir. Nihayetinde makale, Kelime-i Şehâdet’i, müminin sathî bir kabul düzeyinden (taklîd) çıkarak, tüm varlığıyla ortaya koyduğu tahkîkî imanın en üst düzeydeki tezahürü ve “en büyük iddiası” olarak yeniden okumayı önermektedir.
Anahtar Kelimeler: Kelime-i Şehâdet, Tevhîd, Îmân, Şehâdet, Tahkîk, Âl-i İmrân 3/18, Ontoloji, Epistemoloji.
ABSTRACT
The Kalimat al-Shahādah (The Word of Testimony), which forms the foundational creed of Islam, has traditionally been regarded as a verbal manifesto and formal requirement for entering the religion. This study aims to substantiate the argument that this declaration is not merely an initiatory ritual but a profound epistemological and existential assertion through which the individual posits their own existence as an ontological proof and witness to the Oneness of the Creator (Tawhīd). The article elaborates on the premise that the concept of "shahādah" (testimony) in the phrase "Ashhadu an lā ilāha illallāh" is based not on observational testimony (shuhūd) in a legal sense, but on a verified comprehension (tahqīq) of the ultimate truth of existence (haqīqat al-wujūd) and a definitive declaration stemming from this comprehension. Within this framework, verse 18 of Surah Al-Imran ("Shahida Allāhu annahu lā ilāha illā Huwa...") is analyzed as a central reference point; the relationship between the testimony of God, the angels, and the people of knowledge, and the believer's own existential testimony based on their being is examined on ontological and epistemological grounds. Ultimately, the article proposes a rereading of the Kalimat al-Shahādah as the grandest manifestation and "greatest assertion" of verified faith (īmān al-tahqīqī), expressed through the believer's entire existence, transcending a level of superficial acceptance (taqlīd).
Keywords: Kalimat al-Shahādah, Tawhīd, Faith (Īmān), Shahādah, Verification (Tahqīq), Al-Imran 3:18, Ontology, Epistemology.
GİRİŞ
İslâm’ın görünür beş temel esasından ilki ve en önemlisi olan Kelime-i Şehâdet, lafzî sâdeliğine rağmen, İslâm inanç sistematiği, kelâm ve İslâm felsefesi açısından muazzam bir derinliği hâizdir. Klasik fıkıh doktrininde, bir bireyin İslâm ümmetine dâhil olmasının ilk ve asgarî şartı kabul edilen bu ifade[1], avamın anlayışının ötesinde, müminin dünya görüşünü inşâ eden, ahlâkî ve hukukî mükellefiyetlerini anlamlandırdığı temel bir zemini teşkil eder. Bu çalışma, Kelime-i Şehâdet’in “Ben şahitlik ederim ki...” (eşhedü) ifadesine, bireyin kendi varlığını bir şâhit olarak ortaya koyduğu varoluşsal ve bilgisel (epistemolojik) bir anlam yükleyen bir yaklaşımı akademik bir çerçevede ele almayı hedeflemektedir. Bu yaklaşım, şehâdeti, “gözle görülmeyen bir olguya dair bildirim”den ziyade, “varlığın en temel hakikatini idrak ve ilân etme” ve dolayısıyla “iddiaların en büyüğünü” dile getirme eylemi olarak tanımlar.
I. Kelime-i Şehâdet'in Klasik Anlamı ve Tahkîkî Boyutu
Kelime-i Şehâdet, “Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim” anlamına gelir. Klasik kelâm ve fıkıh eserleri, bu ikrarın geçerliliği için genellikle “dil ile ikrar, kalp ile tasdik” şartını öne çıkarır[2]. Ancak burada ele alınan perspektif, bu ikrarın sadece taklidî ve geleneksel bir kabullenme düzeyinde kalmaması gerektiğine, bilâkis tahkîkî bir idrak ve kesin bir bilgi (yakîn) neticesinde gerçekleşmesinin onu ontolojik bir iddiaya dönüştürdüğüne işaret eder.
İmanda taklîd mertebesinden tahkîk mertebesine yükseliş, “eşhedü” fiilinin taşıdığı anlamın derinlemesine kavranmasıyla doğrudan alakalıdır. Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) de belirttiği üzere, şehâdet sadece zâhirî bir söz değil, aynı zamanda Allah’ın zâtı, sıfatları, fiilleri ve nübüvvetin hakikatine dair ilim ve kesin inancın bir ifadesidir[3]. Bu makalenin temel tezi, bu kesin bilgi ve idrakin sadece dışsal delillerden değil, aynı zamanda müminin kendi varlığının içkin (embodied) bir delil ve şâhit olarak tecrübe edilmesinden neşet ettiğidir.
II. Âl-i İmrân Sûresi 18. Âyet ve Varlığın Şehâdeti
Bu yorumun temel dayanak noktalarından biri, Yüce Allah’ın, meleklerin ve ilim ehlinin Tevhîd’e olan şehâdetini beyan eden Âl-i İmrân sûresi 18. âyet-i kerîmedir:
شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِماً بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ
“Allah; kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmadığına, kendisinin ve meleklerin ve ilim sahiplerinin de (aynı şekilde) hak ve adalet üzere (daima) şahitlik ettiklerine şahitlik etti. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Âl-i İmrân 3/18)
Bu âyet, Tevhîd hakikatinin sadece bir emir veya inanç konusu olmanın ötesinde, kozmik ve entelektüel varlığın tamamı (Allah’ın Zâtı, melekler ve ilim sahipleri) tarafından tasdik ve ilân edilen bir gerçeklik (hakikat) olduğunu göstermektedir[4]. Makalenin öne sürdüğü özgün yorum, bu kozmik ve entelektüel şehâdet halkasına, müminin kendi varlığı üzerinden yaptığı şehâdeti de eklemektir. Buna göre mümin, “Benim yaratılmış varlığım da, bir âyet, bir işaret, bir belge olarak bu hakikate şahitlik eder” iddiasındadır.
Bu yaklaşım, bireyi, pasif bir dogma kabul edicisi olmaktan çıkarıp, aktif ve kendi varlığıyla delil getiren bir şâhit (şâhid) konumuna yükseltir. İnsanın yaratılışı, fıtratı, bedenî ve ruhî kompleksliği, Allah’ın varlığı ve birliğine dair en güçlü delillerden (âyetlerden) biri olarak kabul edilir[5]. Bu bağlamda, “Başka hiçbir delil ve işaret olmasa dahi, benim varlığım ‘Lâ ilâhe illallâh’ hakikatini ispat eder” şeklindeki bilinç hâli, tahkîkî imanın en yüksek mertebelerinde ortaya çıkan “büyük iddia”yı formüle eder.
III. Şehâdet: Ontolojik Bir Çözümleme ve En Büyük İddia
Bu çalışma, Kelime-i Şehâdet’i bir Müslümanın hayatındaki en büyük varoluşsal iddia olarak tanımlamayı önermektedir. “Şâhit olmak” (şehâde) eylemi, ekseriyetle bir olaya fizikî olarak tanıklık etmek (müşâhede) ve bunu bildirmek olarak anlaşılır. Ancak burada ileri sürülen “şehâdet”, kişinin kendi yaratılmışlık durumunu (mahlûkiyet) idrak ederek, bu varoluşun kendiliğinden ve başıboş olamayacağını, mutlak ve yegâne bir İlâhî Varlık tarafından yaratılmış olmasının zorunluluğunu, bilgisel (epistemolojik) ve vicdanî bir kesinlikle kabul etmesi ve bunu ilân etmesidir.
Bu şehâdet, “Lâ ilâhe illallâh” cümlesindeki nefy (olumsuzlama/red) ve ispat (olumlama) dengesinin, kişinin kendi iç âleminde ve varlık tasavvurunda gerçekleştirilmesidir[6]. “Lâ ilâhe” ile her türlü sahte tanrı, put ve mutlaklaştırılmış nesne (nefs, madde, ideoloji vb.) zihnen ve kalben reddedilirken; “illallâh” ile bu mutlaklık, Vâcibü’l-Vücûd olan Allah’a hasredilir. Bu red ve ispat işleminin sağlam bir zemini, kişinin kendi varlığının yaratılmışlığı ve faniliği üzerine inşa edilir.
Bu minvalde şehâdet:
1. Varoluşsal Şehâdet: Kişinin kendi “mahlûk” oluşunu, “Hâlık”ın varlığına ve birliğine dair en temel ve somut delil olarak sunmasıdır.
2. Tahkîkî Îmânın Tezahürü: Taklidî imanın aksine, tefekkür, tezekkür ve derin bir nazar (bakış) yoluyla elde edilen ve “aynelyakîn” mertebesine yaklaşan bir kesinliğin dildeki ifadesidir.
SONUÇ
Kelime-i Şehâdet, bu tahlil ışığında, salt bir dinî formelitenin ve hukukî bir şartın ötesine geçerek, bireyin tüm varlığını kuşatan, ontolojik ve epistemolojik temelleri olan köklü bir beyan ve iddiaya dönüşmektedir. Mümin, sadece nakledilmiş bir dogmayı kabul eden değil, kendi yaratılmışlığını, Yüce Yaratıcı’nın varlığına ve birliğine karşı canlı bir alâmet, yaşayan bir âyet olarak şahit gösteren aktif bir özne konumuna yükselir.
Bu “En Büyük İddia”, müminin dünya görüşünü son derece sağlam bir zemine oturtarak, dindarlığın ahlâkî ve sosyal mükellefiyetlerdeki olgunluk ve tekâmülünü de tetikler. Zira kendi varlığını dahi Allah’ın birliğine delil addetmekte olan bir şuur, bu birliğin yeryüzündeki tezahürü olan adaleti, merhameti ve hikmeti ayakta tutma sorumluluğunu da aynı derecede derinden hissedecektir. Bu çerçevede Kelime-i Şehâdet, teorik Tevhîd’den amelî ve ahlâkî Tevhîd’e geçişin en güçlü ve şuurlu manifestosu olarak yeniden anlaşılmayı hak etmektedir.
DİPNOTLAR
[1]: Bk. Buhârî, “Îmân”, 2; Müslim, “Îmân”, 1.
[2]:Bk. Teftâzânî, Sa‘deddin, Şerhu’l-Akaidi’n-Nesefiyye, thk. Ahmed Hicâzî es-Sekkā, Kahire: Mektebetü’l-Külliyâti’l-Ezheri
[3]:Gazzâlî, Ebû Hâmid, İhyâ’u Ulûmi’d-Dîn, Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, ts., I, 143.
[4]:Bk. Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul: Eser Neşriyat, 1979, II, 1138-1141; Kur’an Yolu Tefsiri, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2014, I, 520-522.
[5]:Bu, Kur’an’da sık sık insana “kendi nefsinde” delillere bakmasının emredilmesiyle de uyumludur. Bk. ez-Zâriyât, 51/20-21.
[6]:Bu konuda benzer bir tahlil için bk. Hanefi, Hüseyin, “Kelime-i Şehâdetin Anlamı Üzerine”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, 2012, c. 23, sy. 3-1, s. 120-125.
KAYNAKÇA
1. Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl. el-Câmiʿu’ṣ-Ṣaḥîḥ. I-VIII, Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 1407/1987.
2. Diyanet İşleri Başkanlığı. Kur'an Yolu Tefsiri. I-V, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2014.
3. Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed. İhyâ’u Ulûmi’d-Dîn. I-IV, Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, ts.
4. Hanefi, Hüseyin. “Kelime-i Şehâdetin Anlamı Üzerine”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, 2012, c. 23, sy. 3-1, ss. 115-132.
5. Müslim, Ebü'l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî. el-Câmiʿu’ṣ-Ṣaḥîḥ. I-III, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992.
6. Teftâzânî, Sa‘deddin. Şerhu’l-Akaidi’n-Nesefiyye. Thk. Ahmed Hicâzî es-Sekkā, Kahire: Mektebetü’l-Külliyâti’l-Ezheri
7. TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA). “Kelime-i Şehâdet” md. İstanbul: TDV Yayınları, 2002.
8. Yazır, Elmalılı M. Hamdi. Hak Dini Kur’an Dili. I-IX, İstanbul: Eser Neşriyat, 1979.


Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.