H. Ali Erdoğan
Allah'a Yakınlık Yolunda Esmâ-İ Hüsnâyı Temsil İlkesi: Azamet ve Kibriyâ Sıfatlarının İnhisarı
Allah'a Yakınlık Yolunda Esmâ-İ Hüsnâyı Temsil İlkesi: Azamet ve Kibriyâ Sıfatlarının İnhisarı
The Principle of Representing the Divine Names in Human Proximity to God: The Exclusivity of the Attributes of Majesty and Grandeur
Özet:
Bu makalenin amacı, kulun Yüce Allah'a yakınlık kazanmasının en temel ve kestirme yolunun, O'nun Esmâ-i Hüsnâ'sı (Güzel İsimleri) ile ahlaklanmak suretiyle mümkün olduğu tezini ele almaktır. İnsan, sahip olduğu potansiyel itibarıyla ilâhî isim ve sıfatları yansıtabilecek bir kabiliyette yaratılmıştır. Ancak, "Azamet" ve "Kibriyâ" sıfatları, Kur'ân ve hadisler ışığında mutlak ve münhasır bir şekilde sadece Allah Teâlâ'ya aittir. Bu iki sıfat, ilâhî hâssa olarak ele alınmış; diğer kemal ve cemal sıfatlarının ise insana yansımasının, onun Allah'a yakınlık (kurb) mertebesinin bir göstergesi olduğu ortaya konulmuştur. İblis örneğinde görüleceği üzere, bu iki sıfatın insan tarafından sahiplenilmeye kalkışılması, haddi aşma ve ilahlık taslama anlamına gelmekte ve kişiyi ilâhî rahmetten uzaklaştırmaktadır. Dolayısıyla, Allah'a yakın olmanın yolu, O'na ait olanı O'na bırakarak (tefvîz), insana yaraşan tevazu ve huşû ile donanmak ve diğer güzel isimleri nefsinde temsil etmeye çalışmaktan geçmektedir.
Anahtar Kelimeler:
Esmâ-i Hüsnâ, Allah'a Yakınlık, Tevazu, Azamet, Kibriyâ, Ahlak, İblis
ABSTRACT
This article aims to address the thesis that the most fundamental and direct way for a servant to gain proximity to God is through embodying His Beautiful Names(al-Asmā' al-Ḥusnā). Human beings are created with the inherent potential to reflect divine names and attributes. However, based on the Qur'an and Hadith, the attributes of "Azamah" (Majesty) and "Kibriyā'" (Grandeur) belong exclusively and absolutely to God alone. These two attributes are treated as divine exclusivities, while it is posited that the reflection of other attributes of perfection and beauty in humans indicates their degree of proximity to God. As seen in the example of Iblis (Satan), any attempt by humans to claim these two attributes constitutes transgression and claiming divinity, leading the individual away from divine mercy. Therefore, the path to proximity to God lies in relinquishing what belongs to Him alone, adorning oneself with the humility and reverence befitting a human, and striving to represent His other beautiful names within oneself.
Keywords:
Divine Names, Proximity to God, Humility, Majesty, Grandeur, Ethics, Iblis
Giriş:
Her müminin nihai hedefi, Yüce Yaratıcı'sına layıkıyla kul olabilmek, O'nun rızasını kazanmak ve ebedi saadete nail olmaktır. Bu ulvi gayenin merkezinde ise "Allah'a yakın olma" arzusu yer alır. Ne var ki, bu yakınlığın (kurb) nasıl tahakkuk edeceği konusu, üzerinde derinlemesine düşünülmeyi gerektiren teolojik bir meseledir. İslam düşünce geleneğinde, insanın "Allah'ın ahlakı ile ahlaklanması"nın bu yolun mihenk taşı olduğu ifade edilmiştir. Nitekim Hz. İbrahim'in "halîl" (yakın dost) vasfı, onun ilâhî sıfatlarla olan ilişkisi bağlamında ele alınmıştır. Bu perspektiften bakıldığında, insanın "âyet" ve "âyine" olma potansiyeli ön plana çıkar; yani o, bir yandan kâinattaki ilâhî ayetleri okuyacak bir bilince sahipken, diğer yandan ilâhî isim ve sıfatları yansıtacak bir ayna olarak yaratılmıştır.
Bu makale, işbu temel kabule dayanarak, insanın Allah'a yakınlık yolunda Esmâ-i Hüsnâ'yı temsil etmesinin merkezi rolünü inceleyecektir. Ancak bu temsilde kritik bir sınır bulunmaktadır: "Azamet" ve "Kibriyâ" sıfatlarının mutlak ve münhasır olarak sadece Allah'a ait oluşu. Çalışmamız, bu iki sıfatın neden ve nasıl bir ilâhî hâssa (münhasıran Allah'a ait özellik) olduğunu, Kur'ân-ı Kerim ayetleri, sahih hadisler ve İslam alimlerinin yorumları çerçevesinde analiz edecektir. Ayrıca, bu sınırın ihlalinin, İblis örneğinde somutlaştığı üzere, kişiyi nasıl bir inkâr ve uzaklaşma sürecine sürüklediği gösterilecektir. Nihayetinde, kemal ve cemal sıfatlarıyla ahlaklanmanın, insanı nasıl bir "hakîkat" mertebesine taşıdığı ve bu mertebenin "en kestirme yol" olarak addedilmesinin gerekçeleri ortaya konulacaktır.
1. Teorik Çerçeve: İnsan ve Esmâ-i Hüsnâ İlişkisi
İslam antropolojisi, insanı yalnızca maddi bir varlık olarak değil, aynı zamanda ruhani ve manevi bir öz olarak tanımlar. Kur'an-ı Kerim'in, "Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zâriyât, 51/56) ayeti, bu ibadetin şekilsellikten öte, bir bilinç ve hali (state) gerektirdiğine işaret eder. İnsanın "ahsen-i takvim" (en güzel biçim) üzere yaratılmış olması (Tîn, 95/4), onun ilâhî isimlere en kapsamlı bir şekilde mazhar olabilecek bir kabiliyette yaratıldığının göstergesidir.
Sûfî düşüncede, insanın bu konumu "Allah'ın ahlakı ile ahlaklanın" hadisi şerifi ile daha da netlik kazanır. Buradaki "ahlaklanma", pasif bir bekleyiş değil; aktif, özverili ve sürekli bir nefs terbiyesi sürecidir. Kul, bu süreçte kendinde bulunan, ancak nisbi ve sınırlı olan güzel vasıfları, Mutlak Olan'ın kaynağından besleyerek kemale erdirir. Nitekim Hz. İbrahim "hakikat" arayışı içerisinde putları kırmış, nihayetinde "halîl" makamına erişerek ilâhî sıfatlarla dost olmuştur. Bu dostluk, onun Allah'ın vahdaniyetini (tevhîd) temsil etmesi ve ilâhî isimlerin hakikatlerine vakıf olmasıyla mümkün kılınmıştır.
Bu çerçevede, insanın cömertlik, merhamet, adalet, şefkat, ilim gibi vasıflarla bezenmesi, sırasıyla "el-Kerîm", "er-Rahîm", "el-Adl", "er-Re'ûf", "el-Alîm" isimlerinin insandaki yansımalarıdır. Kul, bu isimleri ne kadar çok ve güzel bir şekilde temsil ederse, o nispette Allah'a yakınlaşır. Çünkü bu, onun yaratılış amacına uygun hareket ettiğinin ve ilâhî ahlak ile hallendiğinin bir göstergesidir.
2. Azamet ve Kibriyâ: İlâhî Hâssa Olarak İki Sıfat
Esmâ-i Hüsnâ içerisinde, diğer isim ve sıfatlardan farklı bir konuma sahip olan iki isim vardır: Azamet ve Kibriyâ. Bu iki sıfat, isim olmaktan ziyade, Allah'ın Zât'ını kuşatan, O'nun uluhiyetinin ve rububiyetinin zaruri gereği olan sıfatlardandır. Nâsıruddîn el-Beyzâvî gibi müfessirlerin de işaret ettiği gibi, Câsiye Suresi'nin 37. ayetinde, "Göklerde ve yerde büyüklük (kibriyâ) O'na aittir"(1) buyrulmak suretiyle bu sıfatın Allah'a has kılındığı vurgulanmıştır. Ayetin devamında, "O, Azîz ve Hakîm'dir" ifadesiyle de bu büyüklüğün kudret ve hikmetle beraber olduğu bildirilmiştir.
Konuya ışık tutan bir kutsi hadiste şöyle buyurulduğu rivayet olunmuştur: "Azamet izârım, Kibriya ise ridâmdır. Her kim bu iki konuda benimle mücadele ederse ona azap ederim"(2). Buradaki "rida" (gömlek/kaftan) ve "izar" (belden aşağı sarılan örtü) benzetmeleri oldukça manidardır. Bu iki giysi, insan bedenini tamamen kuşattığı gibi, Azamet ve Kibriyâ sıfatları da Allah'ın Zât'ını, isimlerini ve fiillerini her yönüyle kuşatmıştır. Hiçbir boşluk ve paylaşım kabul etmezler. Bu bir "elbise" meselesidir ve bu elbiseyi giymeye kalkışmak, ilâhî hükümranlık alanına tecavüz anlamına gelir.
Aynı gerçek, Bakara Suresi'ndeki Hz. Adem kıssasında açıkça görülmektedir. Allah'ın, meleklere Adem için secde etmelerini emretmesi üzerine, İblis bu emre itaat etmemiş ve "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın" (A'râf, 7:12) diyerek kıyas yapmaya ve büyüklük taslamaya (istikbar) kalkışmıştır. İşte bu tavır, Kibriyâ sıfatına ortak olma, dolayısıyla ilâhî elbiseyi giyme teşebbüsüdür. Bunun neticesi ise, ayette belirtildiği üzere, onun kâfirlerden olmasıdır (Bakara, 2:34).
3. İblis Örneği: Sınırın İhlali ve Sonuçları
İblis (Şeytan), Azamet ve Kibriyâ sıfatlarının ilâhî hâssa olduğunu kabul etmeyerek bu sınırı ihlal eden en tipik ve uyarıcı örnektir. Onun hatası, kendisini yaratılış maddesi (ateş) itibarıyla Hz. Adem'den (toprak) üstün görmesi ve bu üstünlük iddiasıyla doğrudan ilâhî emre karşı çıkmasıydı. O, "Büyüklük tasladı (estekbere) ve kâfirlerden oldu"(3). Buradaki "istikbar", sadece bir kibir hali değil, aynı zamanda hakkı kabul etmeme, hakkın karşısında büyüklenme ve nihayetinde hakkı batıl ile örtme eylemidir.
İblis'in bu tavrı, onu ilâhî rahmetten ebediyen uzaklaştıran bir küfre dönüşmüştür. Bu durum, Allah'a yakın olma yolunun, öncelikle O'na karşı haddini bilmekten ve O'na ait olanı O'na teslim etmekten (tefvîz) geçtiğini gösterir. Kul, kendinde gördüğü herhangi bir üstünlüğü, güzellik veya başarıyı, nihai kaynağı olan Allah'tan bilmediği ve bunu kendi nefsine mal etmeye başladığı an, İblis'in düştüğü hatanın eşiğine gelmiş demektir. Bu, yakınlık değil, uzaklaşmanın başlangıcıdır.
4. Kula Yakışan Vasıflar: Tevazu ve Huşû
Allah'a ait olan Azamet ve Kibriyâ'yı O'na bırakan kul, kendisine yakışan vasıflarla donanır. Bunların başında tevazu (alçakgönüllülük) ve huşû (Allah'a derinden saygı duyma) gelir. Tevazu, kulun aczini, fakrını ve her an Allah'a muhtaç olduğunu idrak etmesidir. Huşû ise, bu idrakin kalpte yerleşik bir hal ve duyguya dönüşmesidir.
Kul, ne kadar ibadet ederse etsin, ne kadar ilim sahibi olursa olsun, bu iki vasıftan uzaklaştığı anda, farkında olmadan "benlik" iddiasına girebilir. Oysa gerçek kemal, kulluğunun farkında olmaktır. Nitekim bir başka hadiste Allah'ın, "Kudret ve azametim hakkı için, siz kendinize karşı ne kadar aciz ve tevazuu gösterirseniz, ben sizi o derece yükseltirim" buyurduğu rivayet edilir. Bu, ilâhî bir kanundur: Kul kendi makamını küçülttükçe, Allah onun manevi makamını yükseltir. Kul, Azamet ve Kibriyâ'yı Allah'a bırakıp tevazu ile bezendikçe, diğer Esmâ-i Hüsnâ'yı temsil etme liyakatini kazanır ve böylece Allah'a gerçek manada yaklaşmış olur.
5. Kestirme Yolun Pratiği:
Temsil ve Tevazu Dengesi
Öyleyse, "en kestirme yol" olarak ifade edilen şey, zahiri çokluk içinde birliği yakalama sanatıdır. Bu yol, iki ayağı üzerinde sabit durur:
1. Temsil (Esmâ-i Hüsnâ ile Ahlaklanma):
Kul, Allah'ın cemal ve kemal sıfatlarını kendi küçük dünyasında aksettirmek için gayret eder. Cömert olmaya, adil olmaya, merhametli olmaya, sabretmeye, affetmeye, ilim öğrenmeye çalışır. Bu, onun fiilen Allah'a yakınlık arayışıdır.
2. Tevazu (Azamet ve Kibriyâ'yı O'na Bırakma):
Kul, bu güzel vasıfları kazanma yolunda gösterdiği her türlü ilerlemeyi, nihai olarak Allah'ın bir lütfu ve yardımı olarak görür. Başarıyı Rabbinden, kusuru nefsinden bilir. Asla "büyüklenme" ve "ben yaptım" duygusuna kapılmaz. Bu ise, onun kalben Allah'a yakınlığının garantörüdür.
Bu iki unsur bir arada işlediğinde, kulun amelleri sırf Allah için halis kılınmış olur. İbadet ve ahlak, gösterişten (riya) ve kendini beğenmişlikten (ucb) uzak, safi bir kulluğa dönüşür. İşte bu hal, kalbin Allah'a en açık olduğu andır ve manevi yolculukta en hızlı ilerleyiş bu saflıkla mümkün olur.
Sonuç
Allah'a yakın olmanın en kestirme yolu, O'nun Esmâ-i Hüsnâ'sı ile ahlaklanmak, ancak bu süreçte "Azamet" ve "Kibriyâ" sıfatlarının mutlak ve münhasır olarak yalnızca Allah Teâlâ'ya ait olduğu şuurunu asla kaybetmemektir. İnsan, ilim, merhamet, adalet, cömertlik gibi cemal ve kemal sıfatlarını temsil etmekle, yaratılış amacına uygun hareket eder ve ilâhî ahlak ile donanır. Bu, onun Allah'a yakınlık mertebesini artırır.
Ancak, bu temsilin meyve verebilmesi ve kişiyi İblis'in düştüğü hataya düşmekten koruyabilmesi için, temelinin sağlam bir "tevazu" ve "huşû" ile atılması zaruridir. Kul, nefsinde tecelli eden her türlü güzelliğin kaynağının Allah olduğunu bilmeli ve asla "büyüklenme" hastalığına kapılmamalıdır. Nihai büyüklük ve yücelik, ridası ve izarıyla ancak Allah'a yakışır. Kula yakışan ise, bu hakikati kavrayarak kulluğunun gereğini yerine getirmek ve O'na layıkıyla kul olma gayreti içinde olmaktır. İşte bu dengeyi kurabilen bir mümin için, Allah'a yakın olmanın yolu kısalır ve bu ulvi hedef, erişilmez olmaktan çıkarak yaşanabilir bir hakikate dönüşür.
DİPNOTLAR
(1)Câsiye Suresi, 45/36-37.
(2) Müslim, Sahih, el-Bir babı, c. III, s. 2023, H. No 2620; Ebû Dâvud, Libas babı, c. IV, s. 350, H. No 4090; İbn Mâce, Ez-Zühd, c. II, s. 1397 H. No 4174; Ahmed, El-Müsned, c. II, s. 376, 414, 427-442.
(3)Bakara Suresi, 2/34.
KAYNAKÇA
· Kur'an-ı Kerim.
· Beyzâvî, Envârü't-Tenzîl ve Esrârü't-Te'vîl.
· Aclûnî, İ. Keşfü'l-Hafâ.
· Gümüşhanevî, A. Râmûzu'l-Ehâdîs.


Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.