H. Ali Erdoğan

H. Ali Erdoğan

Kur’an’ın Aslî Fonksiyonu Hatırlatmaktır (Zikr): Modern Dinî Söylemde Bilgi-Amel Dengesi Üzerine Bir İnceleme

Kur’an’ın Aslî Fonksiyonu Hatırlatmaktır (Zikr): Modern Dinî Söylemde Bilgi-Amel Dengesi Üzerine Bir İnceleme

H. Ali Erdoğan

Özet

Bu makale, Kur’an’ın nüzul amacını 'zikir' (hatırlatma) kavramı merkezinde analiz etmektedir. Modern dönemde sıklıkla öne çıkan “Kur’an Yeter” veya “Kur’an’daki İslam" söylemleri, çoğu zaman epistemolojik bir meraktan ziyade, amelden uzak bir bilgiçlik (riyaü’l-ilm) ve dinî söylemin araçsallaştırılması riskini taşımaktadır. Oysa Kur’an-ı Kerim, kendisini sürekli olarak “zikir” olarak nitelemekte ve aslî fonksiyonunun, insanın fıtratında mevcut olan ancak unutulan tevhidî ve ahlakî ilkeleri hatırlatmak olduğunu vurgulamaktadır. Allah katında tek dinin İslam (tevhid ve teslimiyet) olduğu (Âl-i İmrân 3/19) gerçeğinden hareketle makale, temel sorunun cehaletten ziyade, bilinen hakikatlerin hayata geçirilmemesi (ihmal) olduğunu iddia etmektedir. Bu çerçevede, Kur’an’ın hatırlattığı itikadî, amelî ve ahlakî ilkeler sistematize edilmiş ve nihai hedefin, bilginin “satırdan sadra”, yani teoriden pratiğe ve kalbe intikal etmesi olduğu sonucuna varılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Kur’an, Zikir, Hatırlatma, Ahlak, Amel, Tevhid, Bilgiçlik, Modern Dini

Giriş

Kur’an-ı Kerim, yaklaşık yirmi üç yıllık bir süreçte, belirli bir toplumsal ve tarihî bağlamda nâzil olmuş, ancak mesajı ve rehberliği ile kıyamete kadar tüm insanlığı muhatap almaya devam eden son ilahî kitaptır. Modern dönemde, özellikle geleneksel dini yorumlara yönelik eleştirel bir tavrın sonucu olarak, “Kur’an Yeter”, “Kur’an’daki İslam” gibi söylemler öne çıkmaktadır. Bu söylemler, samimi bir arayışın ifadesi olabildiği gibi, çoğu zaman modern insanın hem geleneksel dini otoritelere hem de vahyin tarihsel tezahürüne mesafeli duruşunun bir tezahürüdür.

Ancak Kur’an’ın kendi tanımına bakıldığında, onun temel işlevinin, insanlığa yepyeni ve bilinmez bir hakikati bildirmekten ziyade, zaten insan fıtratında (ontolojik olarak) mevcut olanı “hatırlatmak” olduğu görülür. Nitekim Kur’an, “Şüphesiz bu (Kur’an) bir zikirdir (hatırlatmadır)” (Sâd 38/49) ayetiyle bu hususu açıkça ortaya koyar. “Zikir” kavramı, bu bağlamda, dinin teorik ve entelektüel bir mesele olmaktan çıkarılıp, pratik, ahlakî ve varoluşsal bir gerçekliğe dönüştürülmesinin anahtar kavramıdır.

Bu makale, Kur’an’ın aslî fonksiyonunun “zikir” olduğu tezinden hareketle, modern dini söylemdeki aşırı vurgunun bilgiden ziyade “amel” ve “ihlas” üzerinde olması gerektiğini savunacaktır. Çalışma, öncelikle “zikir” kavramının Kur’an’daki anlam çerçevesini çizecek, ardından “tek din” anlayışı çerçevesinde İslam’ın evrenselliğine değinecektir. Daha sonra, “Kur’an’daki din” iddiasının arka planındaki sorunlu zihniyet eleştirisine geçecek ve Kur’an’ın hatırlattığı temel ahlaki ilkeleri sistematize edecektir. Makale, sorunun kökeninin cehalet değil ihmal olduğunu vurgulayarak, “zikir”in nihai hedefi olan “satırdan sadıra” geçişin ehemmiyeti ile sonuçlandırılacaktır.

1. Kur’an’ın “Zikir” Olarak Fonksiyonu

“Zikir” kelimesi, Arapçada “anmak, hatırlamak, zikretmek” anlamlarına gelen ẕ-k-r kökünden türemiştir. Kur’an’ı Kerim’de birçok ayette Kur’an’ın kendisi için kullanılan en temel vasıflardan biridir. “Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz” (el-Hicr 15/9) ve “Zikri (Kur’an’ı) ve her şeyi açıklayan Kitab’ı indiren, âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir” (Sâd 38/1) ayetleri, bu bağlamda doğrudan örnek teşkil etmektedir.

Kur’an’ın “zikir” olması, onun salt bir bilgi kaynağı olmadığını, aksine bilginin unutulduğu veya göz ardı edildiği yerde devreye girerek onu canlandıran, uyandıran ve harekete geçiren bir işleve sahip olduğunu gösterir. Bu, insanın yaratılışındaki (fıtrat) temel gerçeklerle uyumludur. Kur’an’a göre insan, “ahid” almış (A‘râf 7/172), iyiyi ve kötüyü ayırt edecek bir yetenekle (nefs) donatılmıştır. Ancak aynı insan, “unutma” (nisyan) özelliğine de sahiptir. İşte “zikir”, bu unutkan varlığa, aslını ve sorumluluklarını hatırlatmaktır.1

Klasik müfessirler bu noktayı vurgulamışlardır. Örneğin Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210), “zikir”i “fıtratın sesi” olarak yorumlar. Ona göre Kur’an, insanın yaratılışında mevcut olan tevhid bilincini uyandırmak ve onu unuttuğu Rabbiyle buluşturmak için inmiştir.2 Benzer şekilde, İmam Gazzâlî (ö. 505/1111), ilmin ancak amele dönüştüğünde değer kazanacağını, aksi takdirde kişiye yük olacağını ifade eder.3

Dolayısıyla Kur’an’ın amacı, dini sıfırdan inşa etmek değil, unutulmuş, üstü örtülmüş veya tahrif edilmiş olan fıtrî dini bilinci (hanîf) yeniden canlandırmak ve bu bilinci amele dönüştürmektir.

2. “Tek Din” Anlayışı Ve İslam’ın Evrensel Mesajı

Kur’an’ın “zikir” oluşu, onun mesajının evrenselliği ve sürekliliği ile doğrudan bağlantılıdır. Kur’an, Allah katında geçerli olan tek dinin “İslam” olduğunu bildirir: “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır” (Âl-i İmrân 3/19). Buradaki “İslam” terimi, dar anlamıyla Hz. Muhammed’in (s.a.s.) tebliğ ettiği dinin adı olmanın ötesinde, kelime anlamıyla “teslim olma”, yani Yaratıcı’ya mutlak bir şekilde boyun eğme ve O’nun birliğini (tevhid) kabul etme halini ifade eder.

Bu nedenle Kur’an, kendisinden önceki peygamberlerin tebliğ ettiği hakikatlerin de aslında “İslam” olduğunu haber verir. Nuh, İbrahim, Musa ve İsa (a.s.) gibi tüm peygamberler, aynı tevhid esasını vazetmişlerdir:

“Nuh’a emrettiğini size de din kıldı. (Ey Muhammed!) Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Dini dosdoğru tutun, onda ayrılığa düşmeyin.” (eş-Şûrâ42/13)4

Bu, tarih boyunca hak dinin tevhid dini olduğu, peygamberlerin ise bu bir ve tek dini insanlara “hatırlatan” elçiler olduğu anlamına gelir. Kur’an’ın getirdiği hükümlerin bir kısmı, önceki şeriatları neshetmiş olsa da, inanç, ahlak ve ibadetin temel maksatları değişmemiştir.

3. Modern Dinî Söylemde “Kur'an'daki Din” İddiasının Sorunları

Modernite ile birlikte, geleneğin otoritesinin sorgulandığı bir süreçte, “doğrudan Kur’an’a dönüş” şeklinde özetlenebilecek bir söylem güç kazanmıştır. Bu söylem, teoride meşru ve hatta gerekli görünebilir. Ancak pratikte, bu iddia çoğu zaman epistemolojik bir meraktan çok, “riyaü’l-ilm” (ilmi gösteriş için kullanma) ve “entelektüel tatmin”e hizmet eden bir hal alabilmektedir.

Kur’an, bilginin kişiyi amele sevk etmesi gereken bir araç olduğunu vurgularken, modern dini söylemde bilgi, bazen kendi başına bir amaç, hatta bir statü ve prestij aracı haline gelebilmektedir. Bu durum, İmam Şâtıbî’nin (ö. 790/1388) el-Muvâfakât adlı eserinde işaret ettiği gibi, şer’î hükümlerin anlaşılmasında “maksat”ın değil, “aracın” öne çıkması sorununa yol açar. Şâtıbî, ilmin, kişiyi takvaya ve amele götürmediği sürece bir faydası olmayacağını, hatta kişiyi kibre sürükleyebileceğini belirtir.5

Kur’an, bu türden bir yaklaşımı, “zannî bilgiye” dayalı bir sapma olarak nitelendirir: “Onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez.” (Necm 53/28).

Dolayısıyla “Kur’an’daki dini keşfetme” iddiası, samimi bir niyetle ve Kur’an’ın bütünlüklü maksatları (makâsıd) doğrultusunda yapılmadığı takdirde, dinî anlayışı daha da karmaşık hale getirmekte, bireysel yorumları mutlaklaştırmakta ve nihayetinde toplumsal birliği (ümmet) zedeleyebilmektedir. Oysa Kur’an, birleştirici bir “zikir”dir.

4. Kur’an’ın Hatırlattığı Temel Ahlaki İlkeler

Kur’an’ın insanlığa hatırlattığı temel ilkeler, hemen her sağduyulu toplumda kabul gören evrensel ahlak kurallarıdır. Kur’an, bu ilkeleri insan fıtratına uygun olarak sistematizeetmiş ve onları ilahî vahyin otoritesi ile pekiştirerek kalıcı kılmıştır. Bu ilkeleri şu başlıklar altında toplamak mümkündür:

4.1. İtikadî İlkeler:

· Tevhid: Allah’ı birlemek ve yalnızca O’na kulluk etmek (el-Bakara 2/21, 163).

· Şirkten Sakınmak: Allah’a ortak koşmaktan kaçınmak (Lokmân 31/13).

· Ahirete İman: Hesap gününe kesin bir şekilde inanmak (el-Bakara 2/4).

4.2. Amelî İlkeler:

· İbadet: Namaz, oruç, zekât gibi farz ibadetleri yerine getirmek (el-Bakara 2/43, 183).

· Helal Kazanç: Riba (faiz), rüşvet, hırsızlık ve gasp gibi haramlardan kaçınmak (el-Bakara 2/275; en-Nisâ 4/29).

4.3. Ahlakî ve Sosyal İlkeler:

· Adalet: Her koşulda adil olmak, zulmetmemek (en-Nahl16/90).

· Doğruluk (Sıdk): Sözde ve işte dürüst olmak (el-Ahzâb33/70).

· Emanete Riayet: Kendisine emanet edilene hıyanet etmemek (en-Nisâ 4/58).

· Şefkat ve Merhamet: Özellikle ebeveyn, akraba, yetim ve yoksullara karşı merhametli olmak (el-İsrâ 17/23-24).

· Kanaat ve Şükür: Sahip olunan nimetlere karşı şükür içinde olmak (İbrahim 14/7).

· Sabır ve Tevekkül: Sıkıntı ve musibetlere sabretmek, işlerini Allah’a havale etmek (Âl-i İmrân 3/200; et-Talâk 65/3).

· Nefis Tezkiyesi: Kibir, haset, kin, öfke ve cimrilik gibi kalbi hastalıklardan arınmak (eş-Şuarâ 26/88-89; el-Hucurât 49/12).

Bu liste daha da uzatılabilir. Ancak görüleceği üzere, bu ilkelerin büyük çoğunluğu, insan aklı ve fıtratı tarafından da tasdik edilen evrensel iyiliklerdir. Kur’an’ın yaptığı, bu unutulmaya yüz tutmuş değerleri hatırlatmak, onları bir sisteme kavuşturmak ve insanı, bildiği halde yapmadığı bu ilkeler konusunda uyarmaktır.

5. Sorunun Kaynağı: Cehalet Değil, İhmaldir

Kur’an’ın muhatabı olan insanın temel sorunu, genellikle mutlak bir bilgisizlik değil, “bilineni uygulamama” (ihmal) ve “gaflet” halidir. Kur’an, insanı “cahil” bir varlık olarak değil, daha çok “unutkan” (nesûl) ve bazen de bildiğine rağmen isyan eden bir varlık (kâfir, zâlim, fâsık) olarak tanımlar.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) bir hadisi bu gerçeği çarpıcı bir şekilde ortaya koyar:

“Kıyamet günü, bilgisiyle amel etmeyen âlimin azabı, cahilden daha şiddetli olacaktır.”6

Buradan hareketle, faydasız ilmin ve amelden yoksun bilginin, sahibi için bir külfet ve vebal olduğu söylenebilir. İnsan, bilmediğinden değil, bildiğini hayata geçirmediğinden dolayı sorumludur. Bu nedenle Kur’an’ın “zikir” işlevi, sadece bilgi transferi değil, aynı zamanda bir uyarı (inzar) ve harekete geçirme çağrısıdır (teşvik).

6. Dini Yaşamada “Zikirden Sadr’a” Geçiş

Kur’an’ın nihai hedefi, bilginin davranışa, teorinin pratiğe, “satır”lardaki ifadelerin “sadır”larda (gönüllerde) yer edinmiş bir iman ve ahlaka dönüşmesidir. Tasavvufi gelenekte sıkça kullanılan “satırdan sadra” ifadesi, bu dönüşümü özetler.

Kur’an, sadece okuyup anlaşılacak bir metin değil, hayata geçirilecek bir hayat rehberidir. Bu gerçek, şu ayette çok net bir şekilde eleştirilir:

“Siz insanlara iyiliği emredip de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki siz Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (el-Bakara 2/44)

Bu ayet, bilgi ile amel, söz ile eylem arasındaki tutarsızlığa dikkat çekmekte ve “zikir”in, bireyin önce kendi nefsinden başlaması gereken bir içsel süreç olduğunu vurgulamaktadır. Gerçek anlamda bir hatırlama, kişiyi pasif bir bilgi tüketicisi olmaktan çıkarıp, aktif bir “salih amel” üreticisi haline getirir.

Sonuç

Kur’an-ı Kerim, kendisini “zikir” olarak tanımlayarak, aslî fonksiyonunun insanlığa yabancı ve yepyeni bir hakikat sunmaktan ziyade, onun fıtratında dercedilmiş ve unutulmaya yüz tutmuş olan tevhidî ve ahlakî değerleri hatırlatmak olduğunu ortaya koymuştur. Allah katında tek din, tüm peygamberlerin tebliğ ettiği “İslam” yani teslimiyettir.

Modern dönemdeki “Kur’an’ı anlama” vurgusu, samimi bir arayış olabildiği gibi, çoğu zaman amelden uzak, entelektüel bir gösteriye ve dinî söylemin araçsallaştırılmasına dönüşme riski taşımaktadır. Oysa Kur’an, bilgiçliği (riyaü’l-ilm) değil, ihlaslı ameli ve güzel ahlakı merkeze alır. İnsanlığın temel sorunu, bilmemek değil, bildiğini yaşamamak, yani ihmal etmektir.

Bu nedenle, gerçek anlamda bir dini yenilenme (tecdid), dini yeniden formüle etmek veya yorumlamak değil, Kur’an’ın hatırlattığı kadim ve evrensel ahlak ilkelerini gündelik hayatta pratiğe dökmekle mümkündür. Yapılması gereken, Kur’an’ı salt bir bilgi ve tartışma konusu olmaktan çıkarıp, onu “satırdan sadra” taşıyarak, hayatın her anına rehber kılmaktır. Kur’an’ın “zikir” oluşu, onun bu canlandırıcı, uyandırıcı ve dönüştürücü gücünün bir teminatıdır.

Kaynakça

1. Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin. Şuabü’l-İman. Thk. M. Saîd b. Besyûnî Zağlûl. 7 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1990.

2. Gazâlî, Ebû Hâmid. İhyâu Ulûmi’d-Dîn. 4 Cilt. Kahire: Dârü’l-Ma‘ârif, 1967.

3. İbn Kayyim el-Cevziyye. el-Fevâid. Thk. Muhammed AzîzŞems. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2000.

4. Kur’an-ı Kerim Meali. Çev. Diyanet İşleri Başkanlığı. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2015.

5. Râzî, Fahreddin. Mefâtîhu’l-Gayb (et-Tefsîru’l-Kebîr). 32 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1981.

6. Şâtıbî, İbrahim b. Musa. el-Muvâfakât fî Usûli’ş-Şerîa. Thk. Abdullah Dıraz. 4 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 1997.

7. Taberî, Muhammed b. Cerîr. Câmiu’l-Beyân an Te’vîliÂyi’l-Kur’ân. Thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî. 26 Cilt. Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2001.

Dipnot:

1. Bkz. İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Fevâid (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2000), s. 95-96. İbn Kayyim, insanın unutma (nisyan) özelliğini ve zikrin bu özelliğe bir panzehir oluşunu detaylandırır.

2. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1981), c. 21, s. 14.

3. Ebû Hâmid Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn (Kahire: Dârü’l-Ma‘ârif, 1967), c. 1, s. 45-50.

4. Muhammed b. Cerîr Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîliÂyi’l-Kur’ân (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2001), c. 21, s. 523-525.

5. İbrahim b. Musa Şâtıbî, el-Muvâfakât fî Usûli’ş-Şerîa(Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 1997), c. 2, s. 302.

6. Ebû Bekr Beyhakî, Şuabü’l-İman (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1990), c. 2, s. 288, Hadis No: 1586. Hadis, farklı varyantlarla birçok kaynakta zikredilmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
H. Ali Erdoğan Arşivi