H. Ali Erdoğan

H. Ali Erdoğan

Ribâ'dan/Faizden Kaçarken Kenz'e, Yağmurdan Kaçarken Doluya Yakalanmak: İslam Ekonomisinde Birey-Toplum İkilemi

Ribâ'dan/Faizden Kaçarken Kenz'e, Yağmurdan Kaçarken Doluya Yakalanmak: İslam Ekonomisinde Birey-Toplum İkilemi

Yağmurdan Kaçarken Doluya Tutulmak

H. Ali ERDOĞAN

Öz

Bu çalışma, varlıklı ve takva sahibi Müslüman bireylerin ribâ (faiz) riskinden kaçınmak amacıyla servetlerini atıl gayrimenkul veya değerli madenler gibi üretken olmayan alanlara yönlendirmesinin, İslam iktisat etiği ve sosyal sorumluluk bağlamında ortaya çıkardığı çelişkileri incelemektedir. Temel argüman, ribâdan kaçınma hedefinin meşru olmakla birlikte, servetin toplumsal dolaşımdan çekilerek "kenz" (biriktirilmiş, hapsedilmiş servet) haline gelmesinin, İslam'ın sosyo-ekonomik amaçlarıyla (makâsıd) çatıştığı yönündedir. Makale, öncelikle İslam iktisadında sermayenin fonksiyonu ve dolaşım ilkesini klasik fıkıh doktrinleri ışığında ele alacaktır. Ardından, bireysel tasarrufların toplumsal refah ve kalkınma üzerindeki etkisini, "zarar vermemek" ve "farz-ı kifâye" sorumluluğu çerçevesinde değerlendirecektir. Son olarak, ribâ-faiz tartışmalarına kısa bir atıfta bulunarak, ribâdan kaçınmak için İslami finansman araçlarının (mudârabe, muşâraka, sukuk vb.) neden daha uygun ve sorumlu bir yol olduğunu ortaya koyacaktır. Çalışma, bireysel dindarlık ile toplumsal sorumluluk arasında dengeli bir yol bulmanın, modern Müslüman için bir zorunluluk olduğu sonucuna varmaktadır.

Anahtar Kelimeler: İslam İktisadı, Ribâ, Kenz, Sosyal Sorumluluk, Atıl Sermaye, İslami Finans, Makâsıd.

Giriş

Müslüman birey, özellikle finansal konularda dinî hükümlere riayet etme konusunda yüksek bir hassasiyet taşır. Bu hassasiyetin odağında, Kur'an-ı Kerim'in kesin bir dille yasakladığı ribâ yer alır.(1) Ancak, haram olan bir fiilden kaçınma çabası, bazen dinin genel ruhuna ve toplumsal hedeflerine aykırı başka sonuçlar doğurabilmektedir. Ribâ içeren bankacılık sisteminden kaçınan varlıklı bir Müslüman'ın, servetini tamamen "güvende" hissettiği, üretken olmayan, atıl varlıklara (ev, arsa, yastık altı altın gibi) yönlendirmesi, bu ikilemin tipik bir örneğidir. Bu davranış, ribâ tuzağından kurtulmuş olsa da, serveti dondurarak ve toplumsal faydadan mahrum bırakarak "kenz" (2) yasağına yaklaşma riski taşımaktadır.

Bu makale, söz konusu ikilemi bireysel dindarlık, sosyal sorumluluk ve İslam iktisadının temel ilkeleri bağlamında analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, salt bir hukuki (fıkhi) değerlendirmenin ötesine geçerek, meseleyi İslam'ın sosyal adalet ve toplumsal refah hedefleri perspektifinden ele alacaktır.

I. Atıl (Pasif) Yatırımın İslami Etik Açısından Değerlendirilmesi

A. Sermayenin Fonksiyonu ve Dolaşım İlkesi

İslam iktisat düşüncesinde para (sermaye), başlı başına bir meta değil, bir değişim aracıdır. Onun değeri, mübadele ve üretim sürecine katılmasından kaynaklanır. Ribâ yasağının temel hikmetlerinden biri, paranın risksiz bir şekilde, üretim ve emek olmadan kendi kendine artmasının önüne geçmektir.(3) Bu bağlamda, servet bir emanet olarak görülür ve bu emanetin toplum yararına işletilmesi teşvik edilir.

Klasik fıkıh doktrini, malın ve sermayenin atıl (hareketsiz) tutulmasını tasvip etmez. İslam hukukçuları, zekât müessesesini sadece bir yardım mekanizması olarak değil, aynı zamanda atıl sermayeyi harekete geçiren bir teşvik aracı olarak da yorumlamışlardır.(4) Nakit para, ticaret malı ve madenler üzerinden bir yıl boyunca ödenmesi gereken zekât, servetin dolaşıma girmesini ve üretim sürecinde değerlendirilmesini ekonomik bir zaruret haline getirir.

B. Sosyal Sorumluluk ve Kolektif Farz (Farz-ı Kifâye)

Gayrimenkul ve yastık altı altın/gümüş gibi pasif yatırımlar, bireysel serveti koruma ve değer artışından faydalanma amacına hizmet eder. Ancak, bu tür yatırımlar doğrudan bir üretim, istihdam, teknolojik gelişme veya reel ekonomik kalkınmaya katkı sunmaz. Oysa İslam toplumunda, Müslüman'ın sorumluluğu sadece bireysel ibadetlerle sınırlı değildir. Toplumun ihtiyaç duyduğu alanlarda (sanayi, tarım, ticaret, bilim) yatırım yapmak bir "farz-ı kifâye"dir.(5) Yeterli sayıda Müslüman'ın bu sorumluluğu yerine getirmemesi, tüm toplumu sorumlu kılar. Bu bağlamda, üretken yatırımlardan kaçınarak serveti atıl tutmak, dolaylı olarak bu kolektif sorumluluğun ihmal edilmesi anlamına gelebilir.

II. Devletin ve Toplumun İhtiyacı Karşısında Bireysel Sorumluluk

Devletin ve özel sektörün yatırım için sermayeye ihtiyaç duyduğu bir ekonomik ortamda, kişisel servetin finansal sistemin dışında tutulması bir sosyal maliyet oluşturur. Bu durum, devletin daha yüksek maliyetlerle dış borçlanmaya yönelmesine veya kalkınma projelerinin sekteye uğramasına zemin hazırlayabilir.

Fıkıh kaidelerinden meşhur "Zarar vermek ve zarara uğramak yoktur"(6) ilkesi, bireyin eylemlerinin topluma zarar vermemesi gerektiğini vurgular. Bir Müslüman'ın tasarruf tercihlerinin makro düzeyde toplumsal bir zarara (örneğin, ekonomik durgunluk, işsizlik artışı) yol açma ihtimali, bu eylemlerin etik olarak yeniden değerlendirilmesini gerektirir. Ribâdan kaçınmanın meşru hedefi, toplumsal refaha ket vuran bir sonuca dönüşmemelidir.

III. Riba/Faiz ve "Tefâvül" (Yasal Faiz) Ayrımı Üzerine Kısa Bir Değerlendirme

Sorunun merkezinde, haram olan ribâ ile modern ekonomideki yasal faiz (tefâvül/fâide) arasında bir ayrım yapılıp yapılamayacağı sorusu yatar.

Klasik fıkıh doktrininde ribâ, temel karakteri itibarıyla iki kategoride tasnif edilmektedir: Ribe'n-Nesîe (vadeye bağlı fazlalık) ve Ribe'l-Fadl (peşin mübadelenin malum olduğu hallerde).(7) Modern finansal sistemdeki konvansiyonel faiz işlemleri, anaparaya garanti edilmiş ve risksiz bir getiri temin etmesi ve bu getirinin öncelikli olarak vade faktörüne dayanması sebebiyle, İslam hukukçularının (fukaha) ekseriyeti tarafından "Ribe'n-Nesîe" kapsamında mütalaa edilmekte ve bu niteliği dolayısıyla dinen gayrimeşru (haram) addedilmektedir.(8)

Riba (Tefecilik Bağlamında): Bu kavram, hukuki illeti gereği mutlak surette yasaklanan, kayıt dışı ve keyfiliğe müsaade eden, borçlunun finansal aczinden istifade eden, bireyler arasında cereyan eden ve açık bir sömürü (zulüm) unsuru barındıran tefecilik uygulamalarını niteler. Kur'an-ı Kerim'in yasakladığı bu "haksız ve karşılıksız fazlalık" hükmü, enflasyonun sıfır olduğu ideal bir iktisadi ortamda, anaparanın üzerine eklenen reel artış için geçerlidir.

Buna mukabil, modern ekonomilerdeki kurumsal faiz, özellikle enflasyonist baskıların bulunduğu piyasalarda, paranın zaman değerini (time value of money) ve satın alma gücündeki erozyonu telafi etmeye matuf, kayıtlı, yasal çerçevelerle düzenlenmiş ve denetlenen nominal bir artış mekanizmasıdır. Bu perspektiften bakıldığında, enflasyon oranını aşmayan bir faiz oranı, hakiki manada bir artış (fazlalık) teşkil etmemekte; bilakis, sermayenin reel değerinin muhafazası işlevi görmektedir. Örneğin, %45 enflasyonun gözlemlendiği bir ekonomide, %40 oranındaki bir faiz, reel bazda pozitif bir getiri sağlamamakta, aksine anaparada %5'lik reel bir kayba işaret etmektedir.

Bazı çağdaş düşünürler (örneğin Fazlurrahman), Kur'an'ın yasakladığı ribânın, borçluyu ezen "fahiş tefecilik" olduğunu ve modern, düşük oranlı, üretimi finanse eden faizin bu kapsamda değerlendirilmemesi gerektiğini savunmuşlardır.(9) Ayrıca, enflasyonun paranın değerini aşındırması nedeniyle, nominal faizin bir tazminat olarak görülebileceği (faiz-enflasyon ayrımı) iddia edilmiştir. Ancak, bu görüşler henüz İslami finans çevrelerinde ve fıkıh akademilerinde (örneğin, İslam Fıkıh Akademisi) genel kabul görmemiş; modern faizin de ribâ yasağının kapsamına girdiği yönündeki geleneksel görüş ağırlık kazanmıştır.(10)

Bugün İslam dünyasında çözüm bekleyen sorunların aşılabilmesi için dinî nassların bağlam, hikmet ve gaye odaklı bir şekilde okunmasına ihtiyaç vardır. Dinî metinleri bağlamından kopuk, lafzî, zahirî ve literal bir tarzda okumak ve anlamak; sorun çözmekten çok, yeni sorunlar üreten skolastik bir yöntemdir. Bu tespit, tarihî bir tecrübeye dayanmaktadır. Nitekim Osmanlı döneminde devletin borçlanma konusunda içine düştüğü bazı krizler yaşanmıştır. Bu krizleri aşmak amacıyla birtakım geçici (palyatif) tedbirler alınmıştır. Altın ve gümüş para yerine kullanılmak üzere “kaime” adı verilen kâğıt paralar (banknotlar) basılmış ve para vakıfları kurulmuştur. Bu para vakıflarından alınan borçlar için %15’e kadar faiz ödemesi yapılmıştır. Borç karşılığında yapılan bu fazla ödemeye “riba” yerine “istiglal” adı verilmiştir. Ancak bu mali sorunu çözmek için ihtiyaç duyulan, teorik bir çerçeve sunabilecek ilmî temeller geliştirilememiş; içtihat ve fetva düzeyinde nihai bir çözüme ulaşılamamıştır. (11)

IV. Önerilen İslami Finansman Yolları: Bir Uzlaşı Arayışı

Ribâya bulaşmadan hem bireysel dindarlığı korumak hem de toplumsal kalkınmaya aktif bir şekilde katkıda bulunmak mümkündür. İslami finans, risksiz faiz yerine risk ve kâr paylaşımını esas alan bir dizi alternatif sunar:

1. Mudârabe: Sermaye sahibi ile emek sahibinin (mudârib) belirli bir kâr payı oranında anlaşarak iş yaptığı ortaklık. Sermaye sahibi tüm riski üstlenir, mudârib ise emeğini ortaya koyar.(12)

2. Muşâraka: İki veya daha fazla tarafın sermaye ve emeklerini bir araya getirerek kurduğu ortaklık. Kâr önceden belirlenen oranda paylaşılır, zarar ise sermaye payları oranında dağıtılır.(13)

3. Sukuk (İslami Tahvil): Varlığa dayalı, kâr-getiri paylaşımını esas alan menkul kıymetler. Yatırımcı, belirli bir projenin mülkiyetine hissedar olur ve projenin getirisinden pay alır.

4. İslami Bankalar ve Katılım Hesapları: Bu kurumlar, mevduat toplamak yerine, fon toplama (kâr-zarar ortaklığı hesapları) ve bu fonları yukarıdaki yöntemlerle reel sektöre kanalize etme işlevi görür.

Bu araçlar, sermayenin atıl kalmasını engelleyerek, bireysel kazancı toplumsal faydayla buluşturan etik bir zemin sunar.

Sonuç

Müslüman birey, ribâ gibi açık bir haramdan kaçınırken, servetini yönetme biçiminin İslam'ın daha geniş sosyal ve ahlaki hedefleriyle uyumlu olup olmadığını da sorgulamakla yükümlüdür. Ribâdan kaçınma adına serveti atıl varlıklara hapsetmek, "kenz" yasağına yaklaşmak ve toplumsal sorumluluğu (farz-ı kifâye) ihmal etmek anlamına gelebilir. Bu, bir bataklıktan kurtulup diğerine düşmek gibidir.

Gerçek anlamda takva sahibi bir Müslüman, sadece haramlardan kaçan değil, aynı zamanda malını Allah yolunda ve toplumun faydasına harcayan (14), sermayesini üretken yatırımlarla değerlendirerek toplumsal refaha ve kalkınmaya katkı sunan kimsedir. Günümüzde, İslami finansman araçları bu dengeli yolu izlemek için yeterli imkânlar sunmaktadır. Bireysel kurtuluş endişesi ile toplumsal sorumluluk arasında kurulacak sağlıklı bir denge, modern Müslüman'ın hem dünyası hem de ahireti için en isabetli yol olacaktır.

Dipnotlar

1. Bakara Sûresi, 2:275-279.

2. "Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acıklı bir azabı müjdele!" Tevbe Sûresi, 9:34.

3. Muhammed Bakır es-Sadr, İslam Ekonomi Doktrini (İktisaduna), çev. Adem Esen vd. (İstanbul: Bir Yayıncılık, 1987), 553-560.

4. Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, 4. bs., c. 3 (Dımaşk: Dâru'l-Fikr, 1997), 1835.

5. Muhammed Hamidullah, İslam'a Giriş, çev. Kemal Kuşçu (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1961), 145.

6. İbn Nüceym, el-Eşbâh ve'n-Nezâir (Beyrut: Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1999), 123.

7. Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, 3: 241-251.

8. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali (İstanbul: Bilmen Yayınevi, ty.), "Riba Bahsi"; Ayrıca bkz. İslam Fıkıh Akademisi, Kararlar ve Tavsiyeler, çev. Taha Cabir Alvanlı (İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı, 2000), 15. Karar.

9. Fazlurrahman, "Riba and Interest", Islamic Studies 3, sy. 1 (1964): 1-43.

10. İslam Fıkıh Akademisi, Kararlar ve Tavsiyeler, 15. Karar.

11. Osmanlı maliyesindeki bu üç mesele (kaime, para vakıfları ve kronik kriz), 19. yüzyıl boyunca devletin yaşadığı mali sorunların ve bu sorunlara üretilen çözüm arayışlarının tipik örneklerini teşkil eder.

* Kaime (Kağıt Para) Basılması: Kırım Savaşı'nın (1853-1856) yarattığı ağır mali yükü hafifletmek için başvurulan bu tedbir, Osmanlı Devleti'nin ilk kağıt para deneyimidir. Kaime, altın ve gümüş sikkelerin (gerçek para) yerini tutamamış, itibarı düşük ve "kaim" (geçici) bir para birimi olarak kalmıştır. Bu konunun detaylı analizi için bkz. Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme, 2. bs. (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2022), 185-202; aynı yazar, Paranın Tarihi (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021), 287-295.

* Kaime'nin mali ve siyasi arka planı üzerine bir analiz için bkz. Abdülhamid Kırmızı, "Son Dönem Osmanlı Maliyesi Üzerine Değerlendirmeler", Osmanlı Araştırmaları, sy. 48 (2016): 215-240.

*1. yüzyıl Osmanlı maliyesindeki genel çöküş ve kaime deneyiminin daha geniş bir bağlamda ele alınışı için bkz. Halil İnalcık ve Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, c. 2, 1600-1914, çev. Ayşe Berktay (İstanbul: E Yayınları, 2006), 845-855.

* Para Vakıfları ve İstiglal Sistemi: Klasik dönemde, İslam hukukunda yasaklanan "riba" (faiz) sorununu aşmak için oluşturulmuş yaratıcı bir finansal kurumdur. Bu konunun en önemli otoritesi merhum Prof. Dr. Mehmet Genç'tir. Bkz. Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2000), 215-245, özellikle "Esham ve İstiglal Sistemi" başlıklı bölüm. Genç, para vakıflarının nasıl çalıştığını, "istiglal" adı verilen ve pratikte %10-15 civarında getiri sağlayan sistemin, "faiz" kelimesi kullanılmadan "kâr payı" mantığıyla nasıl işletildiğini detaylandırır.

* Para vakıflarını ve mudaraba gibi İslami finansman yöntemlerini karşılaştırmalı olarak inceleyen bir çalışma için bkz. Murat Çizakça, İslam Dünyasında ve Batı'da İş Ortaklıkları Tarihi, çev. Nurettin Elhüseyni (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2009), 180-210.

* Nihai Çözüm Bulunamaması ve Mali Krizin Sonu: Alınan tüm tedbirlere rağmen (kaime, para vakıfları, dış borçlanma, esham tahvilleri vb.) köklü bir mali reform gerçekleştirilememiş ve kriz kronikleşmiştir. Bu durumun en somut kanıtı, Osmanlı Devleti'nin iflasını ilan ederek gelir kaynaklarının önemli bir kısmının yönetimini uluslararası bir komisyona devretmek zorunda kaldığı 1881 Düyûn-ı Umûmiye İdaresi'dir. Genel bir çerçeve için bkz. Stanford J. Shaw, "The Nineteenth-Century Ottoman Tax Reforms and Revenue System", International Journal of Middle East Studies 6, sy. 4 (1975): 421-459; Ali Akyıldız, Osmanlı Maliyesinde Malikâne Uygulaması (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2006), 25-48.

* Sonuç olarak, burada bahsedilen tüm konular, Osmanlı İktisat Tarihi disiplini içinde yaygın kabul görmüş ve özellikle Şevket Pamuk ve Mehmet Genç gibi önde gelen akademisyenlerin çalışmalarıyla detaylandırılmıştır.

12. Sabahaddin Zaim, İslam, İnsan ve Emek (İstanbul: İFAV Yayınları, 1993), 98.

13. Zaim, İslam, İnsan ve Emek, 101.

14. Bakara Sûresi, 2:261, 265.

Kaynakça

· Bilmen, Ömer Nasuhi. Büyük İslam İlmihali. İstanbul: Bilmen Yayınevi, ty.

· Hamidullah, Muhammed. İslam'a Giriş. Çev. Kemal Kuşçu. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1961.

· İbn Nüceym. el-Eşbâh ve'n-Nezâir. Beyrut: Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1999.

· İslam Fıkıh Akademisi. Kararlar ve Tavsiyeler. Çev. Taha Cabir Alvanlı. İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı, 2000.

· Rahman, Fazlur. "Riba and Interest". Islamic Studies 3, sy. 1 (1964): 1-43.

· Sadr, Muhammed Bakır es-. İslam Ekonomi Doktrini (İktisaduna). Çev. Adem Esen vd. İstanbul: Bir Yayıncılık, 1987.

· Zaim, Sabahaddin. İslam, İnsan ve Emek. İstanbul: İFAV Yayınları, 1993.

· Zühaylî, Vehbe ez-. el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh. 4. bs. C. 3. Dımaşk: Dâru'l-Fikr, 1997. D

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
H. Ali Erdoğan Arşivi