
Songül Kundakçı Cansız
3 Mayıs Türkçüler Günü
3 Mayıs Türkçüler Günü…
Günümüzde Türk Milliyetçileri Günü diyenler de var.
Bugün bir bayramın değil, çekilen bütün acılara rağmen bir ıstırabın, matemin değil bir şuurun uyanış günüdür.
Tarihlere sığmayan Türklük, bir tek güne sığar mı?
Sığmaz elbette ama bir uyanışın eyleme geçiş günü olarak hatırlanmaya değer.
Peki ne oldu da Türkçüler kendilerine böyle bir gün belirlediler?
Hüseyin Nihal Atsız, Orhun dergisinin 1 Mart 1944 tarihli 15. sayısında Başbakan Şükrü Saracoğlu’na bir açık mektup kaleme alır.
Atsız, mektubunda Başbakan Saracoğlu’na “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız” sözlerini hatırlatır. Başbakanın samimiyetini sorgulayan Atsız, Saracoğlu’na bu sözlerinin üzerinden bir buçuk yıl geçtiğini, yurda düşman fikirlerin yayıldığını, Türkçülüğün niçin yalnız sözde kaldığını, ülkü haline gelmediğini sorar.
Atsız, mektubunda Halk Partisi Mebusu Baltacıoğlu İsmail Hakkı’nın Eminönü Halkevindeki konferansında komünistlerin yaptıklarından, İstiklâl Marşı çalınırken ayağa kalkmayanlardan, bir Erkek Lisesinde Türkçülükle alay edildiğinden bahseder; bunlara Halk Partisinin müsamaha göstermesinden dert yanar.
Saracoğlu’nun “Türkçüyüz” demesine rağmen devletin her tarafına “komünist” kadroların yerleştirildiğini söyleyen Nihal Atsız, Orkun dergisinin 16. sayısında “Başvekil Saraçoğlu Şükrü’ye İkinci Açık Mektup” kaleme alır. Mektupta ülkedeki sinsi komünistlerin varlığından şikâyetle Sabahattin Ali, Pertev Naili Boratav, Sadrettin Celal, Hasan Ali Ediz ve Ahmet Cevat gibi komünistlere mevki verilmesini eleştirir.
Atsız, “İsmet girmedi mi daha kodese? / Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?” diyen Sabahattin Ali’nin vatan haini olduğunu söyler, önemli mevkiye getirilmesinden şikâyet eder.
Bu mektuplar üzerine Maarif Vekaleti, Nihal Atsız’ın Özel Boğaziçi Lisesindeki öğretmenlik görevine son verir, çıkardığı Orhun dergisi kapatır.
II. Dünya Savaşı başlarken hükümetin sol yayınlara uyguladığı yasak, savaşın sonuna doğru Türkçü yayınlara uygulanmaya başlar. Bu değişim, hükümetin zikzaklı dış politikasının içteki yansımasıdır.
Bu süreç öğretmenler ve okullar üzerinden ilerler.
Ankara Devlet Konservatuarı öğretmeni Sabahattin Ali, kendisine “vatan haini” dediği gerekçesiyle Atsız’a hakaret davası açar. 26 Nisan 1944’te başlayan mahkeme, 3 Mayıs 1944’e ertelenir. İki öğretmen arasındaki bu dava, ilk duruşmadan itibaren kişisel bir hakaret davası olmaktan çıkarak Türkçülerle komünistler arasındaki bir davaya dönüşür.
Davanın bir sonraki duruşması Ankara’da 3 Mayıs 1944’te yapılır. Kalabalık bir öğrenci grubu, mahkemede Atsız’ı alkışlamaya, “Kahrolsun Komünistler” diye bağırmaya başlar. Bu kalabalık grup, dışarıda da alkış ve tezahürata devam ederek Ulus’a doğru yürüyüşe geçer.
Türkçülüğün komünizme karşı ilk fiilî hareketi olan 3 Mayıs nümayişine çok sert müdahale eden polis, gösteriye katılan gençleri kıyasıya döver, bazı göstericileri gözaltına alır.
Gözaltına alınanlardan biri olan Alpaslan Türkeş, “3 Mayıs günü heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri patladı. Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı” sözüyle o günü anlatır.
Akşam gazetesi sahibi ve başyazarı Necmettin Sadak, gösterilere katılanlar için “Sağ, sol nedir bilmeyen Türk milleti, sağı solu yeni icat ettiğini sanan bu yaramaz çoluk çocuğun kulağını çeker” diye yazar.
Ama milliyetçilerin özde de sözde de Türkçü olduğunu düşündükleri Milli Şef dönemi CHP hükümeti, kulak çekmenin çok ötesine geçer, milliyetçi gençlerin başına demir yumruk olup iner.
Son duruşması 9 Mayıs 1944’te yapılan Sabahattin Ali-Nihal Atsız davasında iftiradan suçlu bulunan Nihal Atsız, 4 ay hapis ve 66 lira para cezasına mahkûm edilir, ancak cezası ertelenir”
İki öğretmenin davası biter, Türkçülerin çilesi başlar.
9 Mayıs’ta davası biten Nihal Atsız ertesi gün Ankara’dan İstanbul’a dönmeye hazırlanırken polis, kaldığı otelde göz altına alır. Sonrasında ülkede Türkçü avı başlar. 3 Mayıs gösterileriyle ilgisi olsun olmasın Turancılar tespit edilip evleri aranır, göz altılar ve tutuklamalar yapılır. Ve tabutluklarda günlerce işkence görürler.
Hâlbuki Başbakan Saraçoğlu, daha önce TBMM’de bir konuşma yaparak “Ben Türkçü bir başbakanım... Türkçülük bizim için kültür meselesi olduğu kadar bir kan meselesidir” demiştir.
Ama devran dönmüştür. Rüzgâr artık batıdan Almanya’dan değil kuzeyden Sovyetlerden esmektedir ve iktidar kuzeyin soğuk rüzgârına kapıyı açar, evlatlarını üşütür.
SSCB’nin II. Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkacağı belli olduğu için komünistlerin üzerine gitmeyen İnönü hükümeti, Türkçüleri günah keçisi ilan eder, yargılanmadan suçlu ilan eder.
Sovyetler işgal ettikleri Türk yurtlarında zulüm yaparken Türkiye’de de Türkçüler hapishanelerde işkenceye uğramaktadır.
İşte bu süreçte Türkçülerin kurduğu Cumhuriyet hükümetinde Türkçüler ve Türkçülük devlet katından sürgün edilir.
Türkçülere açılan davada 23 sanık 65 oturum yargılanır.
“Güneş görmeyen hücrelerde ve toprak altındaki mezarlık gibi bölmeciklerde” bir buçuk yıl hapiste kalırlar, işkencelere maruz kalırlar. Alparslan Türkeş daha sonra yapılan korkunç işkenceyi “Acımasızca parmaklarımdan birini yakalayıp, tırnağımı çektiler” diyerek anlatır.
Dava 29 Mart 1945 tarihli duruşmada sonuçlanır. Nihal Atsız, 4 yıl 3 ay 15 gün hapis ve 3 yıl Adana’da sürgün cezasına mahkûm edilir. Bu karardan yaklaşık yedi ay sonra 23 Ekim 1945’te Askeri Yargıtay bu kararı bozar ve Türkçüler yeniden yargılanır. Türkçülerin yeniden yargılanması 26 Ekim 1945’te neticelenir.
Atsız’ın ifadesiyle “Netice ne oldu?”
“Aylarca aleyhlerinde en gaddarâne şekilde atılıp tutulan Türkçüler; isimleri darağaçlarında ‘vatan hainleri’ ‘darbei hükümet yapacak ihtilâlciler’ ‘Almanya ile iş birliği yapan satılmışlar’ olarak sallandırılan Türkçüler;
Özlü bir vatan ve milliyet anlayışına; Türklüğe, istiklâl, Türk’e hürriyet, içtimaî ve iktisadî refah ve adalet idealine dayanan, şuurlu milliyetçilikleri, imansız telkinlerle Irkçılık-Turancılık şekline sokturulan Türkçüler;
‘Şeyh Sait isyanı müsebbiplerine, Bolşeviklik maznunlarına ve hatta mahpuslarına yapılmamış olan’ en ağır işkenceler ve en bayağı muameleler, haklarında reva görülen Türkçüler;
Mütemadiyen aleyhlerinde sövülüp sayılırken, tek kelime ile nefislerini müdafaa imkânı verilmeyerek, gazabı ilâhî ile yarışmak isteyen fânilerin hışmına uğramış zavallılar derecesine düşürtülerek, her şeyden üstün bildikleri izzetinefisleriyle oynanmak istenen Türkçüler; seleflerinin yiğitlik ve celâdet meziyetlerine bihakkın vâris bulunan şanlı Türk Ordusunun kahraman mümessillerinden teşekkül eden Askerî-Örfî mahkeme tarafından, aleyhlerindeki isnatların hiçbiri varit görülmeyerek, toptan BERAAT ETTİRİLDİLER.”
Beraat ettirildiler, suçsuzdular. Beraat ettirildiler çünkü dava sürecinde Türkiye’de ve dünyada pek çok şey değişmişti. 12 Mart 1947’de Truman Doktrini ilan edilmiş, dünyada Soğuk Savaş başlamıştı. Soğuk Savaş atmosferinin oluşması ve SSCB’den Türkiye’ye yönelen saldırgan üslup sebebiyle dengeler değişmiş, kartlar yeniden dağıtılmaya başlamıştı.Milli Şef, Türkiye’yi tehdit eden SSCB’ye karşı yönünü Amerika’ya, İngiltere’ye çevirmiş, siyasette başka partilere ve demokrasiye kapı aralamıştı ama CHP’yi destekleyen Türkçüler artık onun yanında değildi.
Kaynak: Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Adana- Türkçülüğün 100 Yıllık Hikayesi - Songül Kundakçı Cansız
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.