Dr. Ufuk Necat Taşçı: İsrail’in Katar saldırısı: Abraham, İbrahim olur mu?
İstanbul
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ufuk Necat Taşçı, İsrail’in Katar'da Hamas'a yönelik saldırısının arka planını ve saldırının yansımalarını AA Analiz için kaleme aldı.
***
İsrail 9 Eylül 2025, salı günü Katar’da Hamas yetkililerine saldırdı. Bölgeyi ve dünyayı şok eden bu gelişme hem bölge ülkeleri hem de uluslararası kamuoyu tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Saldırı, Hamas heyetinin ABD tarafından sunulan ateşkes şartlarını istişare etmek adına bulunduğu Doha'da gerçekleşti. Hamas’tan yapılan açıklamada, Hamas müzakere heyetine yönelik İsrail saldırısının başarısız olduğu ancak 5 kişinin şehit olduğu duyuruldu. Aynı şekilde Katar ise İsrail saldırısı sonucu 1 güvenlik görevlisinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
Saldırı ile alakalı açıklama yapan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise Katar’da Hamas’a yönelik olarak düzenlenen saldırının bizzat İsrail tarafından yapıldığını duyurdu. 9 Eylül Salı günü belki de Orta Doğu ve uluslararası ilişkiler tarihi açısından önemli bir parametre olarak literatürde yerini alacak. Çünkü İsrail’in, ABD’nin önemli müttefiklerinden, en büyük ABD üssünü topraklarında barındıran Katar’a saldırması zaten sınırları zorlayıcı bir saldırganlıkken, Katar’ın İsrail-Hamas arasında arabulucu olarak barış şartları konuşulduğu esnada bombalanması hem Orta Doğu’nun hem de gelecekteki ilişkiler ağının oluşumu açısından büyük önem teşkil ediyor.
Dünyadan tepkiler ve ABD’nin açıklamaları
Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), İngiltere, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve elbette Türkiye gibi birçok aktörün direkt olarak kınadığı, ABD’nin ise tekrarının yaşanmayacağı hususunda Katar’a garanti verdiği saldırı, birçok anlamda hem İsrail hem de bölge adına dengeleri değiştirecek bir hüviyete bürünebilir. Aynı şekilde henüz mayıs ayında ABD Başkanı Donald Trump’a 400 milyon dolarlık uçak hediye eden, ABD’ye en az 1,2 trilyon dolar yatırım yapacağını duyuran Katar’a yönelik bu saldırı, ABD’nin dış politika önceliklerini de etkileyecek düzeydedir.
Hem Trump hem de Beyaz Saray’daki yetkililerce yapılan açıklamalar, ABD'nin İsrail'den değil kendi ordusu tarafından saldırı hakkında bilgilendirildiği yönündeydi. Bu açıklamalardan, İsrail’in saldırısı hakkında ABD’nin önceden bilgilendirilmediği anlamı çıkabileceği gibi, saldırının hedefine tam olarak ulaşamaması ile ABD’nin Katar ve bölge ülkeleriyle sorun yaşamamak adına inkâr ettiği de düşünülebilir. Nitekim Katar’dan yapılan açıklamada saldırıdan 10 dakika sonra ABD tarafından bilgilendirildikleri ifade edildi.
Katar Başbakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, Netanyahu’nun daha evvel açıkladığı sözde ‘Büyük İsrail’ planına atıf yaparak, bunun Körfez ülkelerini kastedip kastetmediğini kameralar önünde sorguladı ve kritik bir dönemece girildiğini, bölgenin tümünden karşılık verilmesi gerektiğini ifade etti. 17 Temmuz’da Anadolu Ajansı Analiz için kaleme aldığım yazımda, İsrail’in ‘rogue state’, yani ‘haydut devlet’ olma sürecine değinmiştim. Nitekim Katar’dan gelen açıklamalarda da bu duruma paralel benzetmeler yapıldı. Bu ise hem ABD hem İsrail hem de Körfez ülkelerinin bundan sonra yapabileceklerine dair bazı emareler içeriyor.
Abraham Anlaşmaları İbrahim Anlaşmaları’na dönüşür mü?
ABD’nin özellikle son Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi ile daha da aşikâr olduğu üzere girişmek zorunda olduğu bir hegemonya savaşı var. Çin’e karşı üstünlük kurma yolunda Rusya’yı yanına çekmek için Ukrayna’yı kurban etmeyi dahi göze alan Trump, ŞİÖ Zirvesi ile bunun çok da kolay olmayacağını anlamış olsa gerek. Nitekim İsrail’in, ABD çıkarlarına bigâne kalan, bir devletten ziyade terör oluşumu gibi politikalar benimsemesi ve bunu ABD ile ilişkilerinin dahi önüne koyuyor olması, Washington'u Çin ile yaşayacağı hegemonya mücadelesinde oldukça zora sokacak bir unsur. 36-37 trilyon dolarlık iç borç, Epstein dosyasının gölgesi, dünyada son 25 yılda yitirdiği ‘Tanrı Devleti’ imajı ve İsrail uğruna kurban ettiği sosyoloji, ABD’yi Çin’e karşı daha da kırılgan hale getiriyor.
Göreve geldiği günden itibaren Rusya’yı yanına alarak, Moskova-Pekin hattında gedik açmaya çalışan ve böylelikle Çin’i dengelemek isteyen, Orta Doğu’yu savaşlar değil ama Abraham Anlaşmaları aracılığıyla siyasi olarak tasarlamaya çalışan ve akabinde Asya-Pasifik’e odaklanmayı düşünen ABD’nin, İsrail’in son Katar saldırısıyla bu hususta muvaffak olabilme ihtimali de eskiye nazaran zayıflamış durumda. Zira Katar’a yönelik saldırıdan günler öncesinde BAE'nden ABD’ye yollanan; ‘Batı Şeria’nın olası ilhakının Abraham Anlaşması’nı bitireceği’ mesajını müteakiben yaşananlar, İsrail’in vahşet dolu işgal politikalarının ABD önünde yeni engeller çıkaracağını gösteriyor.
ŞİÖ Zirvesi'nde Rusya’yı amiyane tabirle Çin’in elinden almanın sandığı kadar kolay olmayacağını idrak eden, daha öncesinde Rusya ile yakınlaşmak adına Trans-Atlantik ittifakını dahi gözden çıkaran ABD’nin, bir de Abraham Anlaşmaları'nın sekteye uğramasıyla yaşayabilecekleri, Washington adına parlak bir geleceği işaret etmiyor.
Bölge ülkelerinin yaptığı ilk açıklamalarla gösterdiği üzere, Katar saldırısı sonrasında fikir ayrılıklarını bir kenara bırakarak İsrail’e karşı ortak bir tutum takınması, Trump’ın Abraham Anlaşmaları'nın yerine Körfez ve bölgenin İbrahim Anlaşmaları'nı imzalamasına kapı dahi aralayabilir. Yani ABD, İsrail’i durduramadığı, İsrail saldırganlığını, yayılmacılığını engellemediği ve dizginleri ele alamadığı bir senaryoda, İsrail uğruna kendi dış politik önceliklerini dahi yitirebilir. ABD’nin bu noktada yenmesi gereken ilk düşman ne Çin ne de Rusya, ancak bizatihi İsrail’de ve ABD içerisinde onlarca yıldır Washington'u nüfuzu altına almış olan Siyonist lobidir.
[Dr. Ufuk Necat Taşçı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak:AA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.