Herhangi bir teklif gelmeden bir makama talip olunmaz!
Herhangi bir teklif gelmeden bir makama talip olunmaz!
Ehil ve liyakatli olmadığı için hakkını veremeyeceği bir görevi hırsla talep etmesi fecî bir âhiret felâketidir.
Ashâb’dan Ebû Zer -radıyallâhu anh- bir gün Peygamber Efendimiz’e -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “Yâ Rasûlallâh! Beni vâli tâyin eder misin?” demiştir.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise şöyle karşılık vermiştir:
“Ey Ebû Zer! Sen zayıf bir adamsın. İstediğin vazîfe ise büyük bir emânettir. Bu emâneti ehil olarak alan ve üzerine düşeni yapanlar müstesnâ, aslında bu vazîfe kıyâmet gününde bir rezillik ve pişmanlıktır.” (Müslim, İmâre, 16)
Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- başka bir hadislerinde de Ebû Zer -radıyallâhu anh- hakkında şöyle buyurmuştur: “Şu gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebû Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur.” (Tirmizî, Menâkıb, 35)
Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Ebû Zer’in -radıyallâhu anh- ahlâkını, karakterini, zühde meylini, dünyâya hiç değer vermeyişini iyi bildiği hâlde, onu idâreciliğe tâyin etmemiştir.
Zîrâ “ahlâkî fazîlet” ile “idârecilik dirâyeti” farklı şeylerdir.
Nice fazîletli kimseler vardır ki, idârecilik kâbiliyetleri yoktur.
Görev İstenmez Liyakate Göre Verilir
İnsanların riyâset husûsunda sâhip oldukları hırs ve Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu husustaki tavrı ile alâkalı olarak, Ebû Mûsâ el-Eş’arî -radıyallâhu anh-’ın anlattığı şu hâdise çok mânidardır:
“Amcamın oğullarından ikisiyle Allâh Rasûlü’nün huzûruna girmiştim.
Onlardan biri "Yâ Rasûlallâh! İdâresini Cenâb-ı Hakk’ın sana verdiği vazîfelerden birine bizi âmir tayin et!” dedi. Öteki de benzeri bir şey söyledi.
Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Vallâhi biz, tâlip olanı veya vazîfe hırsı bulunanı yönetici yapmıyoruz!” (Buhârî, Ahkâm, 7; Müslim, İmâre, 15)
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisinden herhangi bir vazîfe talep etmemiş olan Ebû Mûsâ Hazretleri’ni ise Yemen’e vâli tâyin etti. Çünkü o, vazîfeye tâlip olmamış, Rasûlullâh Efendimiz (sav) onda müşâhede ettiği liyâkate istinâden kendisine bu emâneti tevdî etmiştir.
Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- da, hilâfet makâmına geçip halk kendisine bey’at ettikleri vakit, minbere çıkarak şöyle buyurmuştur:
“Ben, hiçbir zaman hilâfet istemedim, ona rağbet etmedim. Gizli ve âşikâr hiçbir şekilde bunu Allâh’tan dilemedim. Çünkü hilâfette benim rahatım yoktur.”
İslam medeniyetinde takva sahibi, insan-ı kamil, salih, ilim irfan sahibi zatlar, şekli ne olursa olsun, resmî görevleri teklif edilir edilmez kabul etmeyi takvayla bağdaştırmamışlardır. Özellikle resmî görevlere talip olmayı hiç uygun görmemişlerdir. Bunun sakıncalı oluğunu düşünmüşlerdir.
Göreve talip olmakta, amirlerin etkisi altında kalma, suyuna gitme riski söz konusudur. Fakat bunalım dönemlerinde istemeden de olsa bir görev tevdi edildiği zaman, genel olarak onu kabul etme zorunluluğu vardı. Kabul etmeyenler sıkıntılara maruz kalabiliyorlardı. Bu sebeple, takva sahibi alimler, teklif edilen görevi kabul etmekle, baştan görevi talep etmek arasında fark olduğunu düşünmüşlerdir. Kolay kolay reddedilmeyen bir görevi kabul etmek, bir anlamda “haramı helal kılan bir zaruret” olarak görülebilir.
Görevlendirmede Ehliyet Ve Liyakat Esastır
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sahabeden Abdurrahmân bin Semüre -radıyallâhu anh-’a şu tavsiyede bulunmuştur:
“Ey Abdurrahmân! Emîrliğe tâlip olma! Eğer senin talebin üzerine sana emîrlik verilirse, istediğin şeyin sorumluluğu sana yüklenir. Eğer sen tâlibi olmadan sana emîrlik verilirse, o işte yardım görürsün.” (Buhârî, Eymân, 1; Müslim, İmâret, 19)
Bir makâma tâlip olmadığı hâlde o makâma ehliyet ve liyakat gereği getirilen, ibadet zihniyet ve ciddiyeti ve samîmiyetle gayret gösteren kimselere Allâh Teâlâ yardım eder.
Ehil ve liyakatli olmadığı için kişinin hakkını veremeyeceği bir vazîfeyi hırsla talep etmesinin fecî bir âhiret felâketi olduğu, yine bir hadîs-i şerîfte şöyle ifâde buyrulmaktadır:
“Siz memuriyet alma husûsunda pek istekli davranacaksınız. Hâlbuki (elde etmek için) çırpındığınız o vazîfe, kıyâmet gününde bir pişmanlık sebebi olacaktır.” (Buhârî, Ahkâm 7. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 39, Kudât 5)
Bu hususta bütün ümmete büyük bir vazîfe düşmektedir. Bu ise, emânetin tevdî edileceği liyâkatli kimseleri en güzel bir şekilde yetiştirmek ve onları uygun mevkîlere tâyin etmektir.
Örnek Lider
Liderlerde ve idârecilerde bulunması gereken ahlaki vasıfların ve kalbî dirâyetin en güzel numûnelerini, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayâtında seyredebiliriz.
O, dâimâ kifâyet miktârı ile geçinir, hattâ çoğu zaman fakr u zarûret içinde yaşar, ashâbını doyurmadan kendisini doyurmazdı.
Ümmetinin sevincini kendi sevincine tercih ederdi.
Mescid-i Nebevî’nin inşâsında mübârek sırtında taş taşımış, bir sefer esnâsında ateş yakmak üzere ashâbıyla odun toplamış, bizzat ve fiilen hizmet etmek sûretiyle bütün idârecilere örnek olacak ulvî numûneler sergilemiş ve “Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.” (Deylemî, Müsned, II, 324) buyurmuştur.
Böylece ashâbının yaşadığı şartları bizzat yaşamış, onların sevinciyle sevinmiş, derdiyle dertlenmiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.