Kur’an ve İnsan
Kur’an ve İnsan
Kur’an, Allah katından insanın kurtuluşu için ve onun hayatta karşılaşacağı tüm sorunları çözen apaçık bir kitap olarak indirilmiştir.Onda, gerçekliği olmayan, yaşanamayacak ve uygulanamayacak hiçbir şey yoktur.
Hz. Aişe’den (ra) rivayet edilen bir hadiste de açıkça ifade edildiği gibi, “Peygamber (sas) yürüyen, canlı bir Kur’an’dı”. Bu, Kur’an’ın Peygamber Efendimiz tarafından en mükemmel bir biçimde yaşandığını, bundan da öte “ümmet” adı verilen topluluk içinde yaşanabilirliğinin kesin olarak kanıtlandığını gösterir.
Kur’an’ın bize gösterdiği düşünce ve zihniyet dünyası, merkezinde Allah inancının bulunduğu, her şeyin tek olan bir yaratıcı etrafında şekillendiği bir dünyadır. Merkezde Allah’ın bulunduğu (theocentric) bu sistemde Allah fikri, yukarıdan aşağıya her şeye hâkim olur ve yine her şeye O’nunla ilişkisi çerçevesinde bir anlam ve değer verilir.
Kur’an’da geçen ve varoluşun anlaşılması için birer anahtar görevi yüklenen kelime veya kavramlar, en başta Allah ile, sonra da çeşitli anlam öbekleri içinde, kendi aralarında son derece güçlü bir bütün ve sağlam bir anlam örgüsü oluştururlar. Sözgelimi “mü’min” veya “müslim”, Allah’a inananların, “kâfir” ise O’nu inkâr edenlerin adıdır. “Cennet”, dünyada Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirenlerin ahiretteki yurdu, “cehennem” ise inanmayanların ceza görecekleriyerdir.
Kur’an’da beşer (Al-i İmran: 47, 79), abd (Bakara: 178, 221) ve insan (Nisa: 28) gibi adlarla anılan ve Allah’ın biricik muhatabı olarak görülen insan, yine Kur’an’ın ifadesiyle Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Sayılan bu üç kelime, insanın üç değişik anlamda ve bütün yönleriyle göz önünde bulundurulduğunun göstergesidir. Buna göre her şeyden önce insanın bir dış görünüşü (beşer kelimesinin kökü olan b-ş-r cild, deri anlamlarına da gelir) vardır. Sonra onun abd kelimesiyle ifade edilen, Allah’tan başka bir varlığa ibadet etmemesi gereken, ancak Allah’a yönelen bir doğası vardır. İnsan kalabilmesi için bu anlamda bir kul olması gerekir. Üçüncü olarak da ünsiyet gibi anlamlara kök teşkil eden insveya insankelimeleriyle Allah’la insan arasındaki bir iç bağlantının varlığına dikkatlerimiz çekilmektedir.
Gayb, yani gözle görülmeyen manevi âlem ile şehadet, yani gözle görülen maddi âlem arasında bir geçit olarak yaratılan insan, en güzel anlatımını tasavvufta bulan şekliyle, Allah ile yaratılmışlar arasındailahi emrin nakledilmesi için bir aracıdır; Allah hakkında en güçlü delildir. Halife adı ona, Allah’ın zat isimlerini keşfedebilen, gerçeğe ulaşma gücünü kendinde bulunduran ve Allah’ın koyduğu sınırları koruyan bir özellikte yaratılmış olmasından dolayı verilmiştir.
Böylece o, yaratılışın gayesidir. İnsanın duyuları dünya ile yüzyüzedir, anlayışı ise gayba uzanır.Kuşkusuz böylesine üstün niteliklerle donatılmış insanın hangi insan olduğu sorulabilir. Bu insan Allah’ın hitabını anlayan, yaratılış amacına uygun davranan insandır; tasavvufi terimiyle kısaca “insan-ıkâmil”dir (yetkin insan). Bu mükemmel insan, zuhur mertebesinde, yani yaratılış sıralamasında varlıklar arasında en son aşamada olmasına rağmen, yetkinlikler konusunda, anlam ve değer bakımından her şeyden önce gelir. Muhyiddin ibnü’l-Arabî şöyle diyor: “… halifelik ancak insan-ı kamil için gerçekleşti. Allah, insan-ı kâmil’in dış suretini âlemin hakikatleriyle suretinden, batıni çehresini de kendi sureti üzere inşa kıldı”.
Öyleyse yetkin insan, değerli hazineler üzerine vurulan mühür gibidir ve o varolduğu sürece âlem, onun yaratılış gayesinin anlamı ve bu anlamın da Allah’ın ayetleri olduğu gerçeği daima korunmuş olacak, Allah’ın koyduğu sınırları (had) hiç kimse aşamayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.