Yüzyılın Anlaşması ve Filistinlileri tehcir planı

Yüzyılın Anlaşması ve Filistinlileri tehcir planı

70 yılı aşkın bir süredir devam eden işgal süresince Filistinlilerin sürgün edilme projeleri hiç gündemden düşmedi. Fakat böyle bir projenin yakın zamanda uygulamaya alınması bölgeselden daha öte küresel bir depremi tetiklemeye gebedir.

Yüzyılın Anlaşması ve Filistinlileri tehcir planı

70 yılı aşkın bir süredir devam eden işgal süresince Filistinlilerin sürgün edilme projeleri hiç gündemden düşmedi. Fakat böyle bir projenin yakın zamanda uygulamaya alınması bölgeselden daha öte küresel bir depremi tetiklemeye gebedir.

İstanbul

İsrail otoritesi Gazze’yi her ay en az bir kez bombalamayı adet haline getirdi. Son olarak geçtiğimiz günlerde yine misilleme bahanesiyle Gazze’nin güneyini F16 uçakları ile bombaladı. Diğer yandan İsrail’in daimî olarak Gazze üzerindeki baskıları arttırarak yerli halka bu toprakları yaşanmaz hale getirmek için elinden geleni yaptığını söylemeye artık hacet olmasa gerek. 2006 yılından beri uyguladığı sistematik ambargonun yanı sıra Gazze’nin dışarıya açılan kapısı olan Refah Sınır Kapısı üzerinde kontrolü ve geçişi sınırlarken, var olan tünellerin tamamını da yıkmış durumda. Bu noktada zaten sıkıntılı bir durumda olan bölgenin sistematik olarak bombalanması ise artık İsrail’in buradaki halkı kaçırtmak istediği yönündeki iddiaları güçlendiriyor.

Gazzelilerin Sina Yarımadası’na taşınması hususunu bugüne kadar İsrailli uzmanlar ve siyasîler gündeme taşırken, bu mevzu ilk kez 8 Ağustos 2014 tarihinde, bir Arap devleti ve lideri tarafından Filistin Devlet başkanı Mahmut Abbas’a teklif edilmiştir.

İsrail, bilindiği üzere, devlet olarak teşekkülünden bu yana Filistin topraklarını hukuksuz bir şekilde işgal ettiği gibi Gazze’yi de elde etmek için sürekli yeni adımlar atmakta. Gazze’nin gündeme ilk gelişi aslında İsrail'in eski müsteşarlarından İgor Ayland'ın 1956 yılında Gazzelilerin Sina yarımadasında bir bölgeye tehcirini teklif etmesiyle başlamıştı. Günümüze gelinceye dek gündemden düşmeyen bu teklif, son olarak Trump’ın ABD başkanı olmasıyla birlikte uluslararası gündeme de taşınmış ve son yıllarda daha ziyade Mısır’da Sisi’nin darbe ile iktidara gelmesiyle birlikte ele alınmıştır. Zira Sisi’nin iktidara gelme diyeti olarak Filistinlilerin Sina’ya kabulü talep edilmişti.

Filistinlilerin tehcir edilmesi senaryosu, çok kolay ve hemen kabul edilebilir bir ihtimal olarak gözükmüyor. Bunun gerçekleşmesi için öncelikle İsrail’de yapılacak seçimlerden sonra aşırı sağcı bir iktidarın ortaya çıkması gerekiyor.

Gazzelilerin Sina Yarımadası’na taşınması hususunu bugüne kadar İsrailli uzmanlar ve siyasîler gündeme taşırken, bu mevzu ilk kez 8 Ağustos 2014 tarihinde, bir Arap devleti ve lideri tarafından Filistin Devlet başkanı Mahmut Abbas’a teklif edilmiştir. Bu teklif Mahmut Abbas’ın reddiyle gündemden düşmüş gibi gözükse de sadece Filistinlilerin gündeminden düştüğü, bölge ülkelerinin gündemine ise yeni girmiş olduğu anlaşılıyor. Zira Filistinlilerin Sina’ya taşınmasının görüşülmesi amacıyla İsrail Başbakanı Netanyahu Şubat 2017’de Ürdün'ün Akabe kentinde ABD eski Dışişleri Bakanı John Kerry, Ürdün Kralı 2. Abdullah ve Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile bir araya gelmişti. Bu görüşmeler İsrail tarafından basına sızdırılarak bir uluslararası gündem oluşturulmaya çalışılmakta.

Senaryonun tatbiki için İsrail’in Mısır ile resmî bir ittifak oluşturması ve bunu takiben bölgedeki aktörlerin de Filistin meselesinin çözümü konusunda acziyetlerini ikrar etmeleri de gerekiyor.

Gazzelilerin Sina Yarımadası’na sürülmesi hususu Trump’ın Amerikan başkanı olması ile doğrudan ABD gündemini meşgul eder hale gelmiştir. Trump’ın Orta Doğu’ya barış getireceğim iddiası ile yola çıkması bir yana, başkan olduğu günden bu yana yaptıklarıyla barış getirmese de çok ciddi yaralar açacağı kesin gözükmektedir. Filistinlilerin uluslararası hukuktan doğan meşru haklarını hiçe sayarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan Trump’ın kararı, uluslararası aktörler tarafından doğrudan İsrail’in Filistinliler üzerindeki baskı politikalarına destek olarak değerlendirilmiştir. Yine İsrail’e desteğini her fırsatta dile getiren Trump’ın yakın çalışma arkadaşlarının birçoğunun Yahudilerin aşırı kanadına destek veren ve kendileri de bizzat Yahudi olan kimselerden oluştuğu biliniyor. Burada ön plana çıkan önemli isimlerin başında damadı David Kushner gelirken, yine Yahudi bir danışmanı olan David M. Friedman İsrail büyükelçiliğine atandı. Ayrıca Trump’ın göreve getirdiği ve görevden azlettiği bakanlarının ve danışmanlarının arasında da Yahudilerin sayısı çok dikkat çekiyor.

Trump’ın başkanlık döneminde ABD’nin uluslararası hukuk çerçevesinde yasadışı kabul ettiği Yahudi yerleşimcilerin liderlerini kendi yemin törenine çağırmış olması da yine İsrail’e verdiği desteğin önemli göstergelerinden. Uluslararası hukukun yok sayıldığı bir diğer husus ise mültecilerin geri dönüş hakkı üzerinde kurgulanmıştır. Trump’ın damadı ve aynı zamanda başdanışmanı olan Kushner, Filistinli mülteci tanımını değiştirmeyi teklif ederek onların uluslararası hukuktan kaynaklanan statülerini değiştirmeyi hedeflemektedir. Mülteci tanımında yapılacak herhangi bir değişiklik Filistinli mültecilerin geri dönüş de dahil olmak üzere hemen tüm haklarının ellerinden alınması anlamına gelmektedir.

Bölge ülkeleri açısından değerlendirildiğinde, özellikle son yıllarda yaşanan birtakım olaylar Ürdün ve Mısır’ı da bu fikri kabule yaklaştırmış gözüküyor. Mısır’ın özellikle darbe sonrasında inşa ettiği sistemin uluslararası arenada kabulü açısından İsrail’in ve dünya Yahudi lobisinin yakın desteğini almış olduğu anlaşılıyor. Bu fikri destekleyerek Mısır yönetiminin bir diyet ödediği aşikâr. Diğer taraftan Arap Baharı ile birlikte Ürdün çok zorlu bir sürecin içerisine girmiştir. Bir taraftan bölge ülkelerinden aldığı göçmenlerin ülke ekonomisine getirdiği yük, diğer taraftan ülkenin sahip olduğu ekonomik sorunlar yönetimi zor durumda bırakmakta. Bu minvalde ülke ekonomisini rahatlatmak için Kral Abdullah’ın Yahudi lobilerinin de desteği ile ABD’den ve diğer Batı ülkelerinden ciddi yardımlar aldığı biliniyor. Tüm bunların diyeti olarak da Kral Abdullah’ın Gazzelilerin tehcir edilmesi fikrini kabul ettiği söyleniyor.

Filistinlilerin tehcir edilmesi senaryosu kanaatimizce çok kolay ve hemen kabul edilebilir bir ihtimal olarak gözükmüyor. Bunun gerçekleşmesi için öncelikle İsrail’de yapılacak seçimlerden sonra aşırı sağcı bir iktidarın ortaya çıkması gerekiyor. Ayrıca İsrail’in Mısır ile resmî bir ittifak oluşturması ve bunu takiben bölgedeki aktörlerin de Filistin meselesinin çözümü konusunda artık acziyetlerini ikrar etmeleri gerekiyor. Bu noktada elbette bölge ülkelerine bakıldığında her ne kadar bunu açıkça ifade etmeseler de fiiliyatta tamamının kendi iç sorunlarıyla boğuşuyor olmaları Siyonist rejimi cesaretlendiriyor. Burada İsrail’in hedeflediği ve kendi amacına hizmet edecek bir diğer husus, özellikle Gazze bölgesini ekonomik olarak zayıf düşürerek buradaki halkı göçe zorlamaktır. Bu minvalde son yapılan araştırmalardan birinde Gazze’de yaşayan gençlerin her dördünden birinin artık Gazze dışında bir yerde yaşamak istediğini ortaya koyması epey önemli bir gelişme.

Halihazırdaki tüm şartlar ve ahval İsrail’in lehine gözükse de İsrail’i bekleyen birçok bilinmeyen karanlık nokta da yok değil. Tehcire ilişkin bir hamle ve denemenin geri tepme ihtimali çok yüksek olduğu gibi, bu girişim İsrail’in uluslararası kamuoyu önünde barışçıl çözüm arama stratejilerinin tamamının iflası anlamına gelecektir. Yine böyle bir hamle başlatıldığında yalnızca İsrail tarafı değil Mısır üzerinde oluşacak bir Arap ve İslam dünyası baskısı Mısır’a geri adım attırabilir ve bu durum yine İsrail açısından uluslararası kamuoyu önünde önemli bir yenilgi anlamına gelecektir.

Gazze’de yaşayan Filistinlilerin Sina Yarımadası’na tehcir edilmesini sağlamak için İsrail’in güç kullanma olasılığının yanı sıra, diğer yandan bunu barışçıl yollarla da başarma ihtimali bulunuyor. Bunun için ise bölgede bulunan Arap ülkelerinin bunu kabul etmesi gerekiyor. Bu çerçeveden değerlendirildiğinde, Trump’ın damadı ve başdanışmanı David Kushner’in özellikle 2019 yılında “yüzyılın anlaşması” gündem maddesiyle bölge ülkelerini tek tek ziyaret etmiş olması tesadüfi olmasa gerek. Fakat buna karşılık özellikle bölge ülkelerinin birçoğunun iç savaş ve çatışmalar ile boğuşuyor olması, onların Filistin meselesini birinci gündem maddesi olarak değerlendirmelerine engel oluyor. Ayrıca birçoğunun pamuk ipliğine bağlı olan rejimlerinin böyle bir hamleyi göze alması kendi ülkelerindeki sokakları hareketlendireceği de yüksek ihtimal.

Son olarak Gazzelilerin tehcir edilme planının akamete uğramasının kuvvetle muhtemel olduğunu da belirtelim. Aslına bakıldığında 70 yılı aşkın bir süredir devam eden işgal süresince Filistinlilerin sürgün edilme projeleri hiç gündemden düşmemiştir. Fakat böyle bir projenin yakın zamanda uygulamaya alınması bölgeselden daha öte küresel bir depremi tetiklemeye gebedir. Bu durum başta ABD olmak üzere birçok uluslararası aktörü korkutuyor. Bununla birlikte İsrail’in bu planı ve niyeti bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Bu yüzden bölge halkları ve ülkelerinin daha uyanık bir şekilde bu meseleye eğilmeleri gerekiyor.

Biraz dikkatli bakıldığı zaman bugün Trump’ın “yüzyılın anlaşması” dediği meselenin, Amerika’daki Cumhuriyetçiler tarafından ilk defa gündeme getirilen bir husus olmadığı hemen anlaşılacaktır. 2002 yılında dönemin ABD ulusal güvenlik danışmanı olan Condoleezza Rice o dönemlerde yaptığı bir açıklamada Büyük Ortadoğu Projesinden (BOP) bahsetmiş ve bu proje kapsamında yeni bir dünya düzenin varlığını zikretmişti. Bu minvalde Sudan’ın ve Yemen’in ikiye bölünmesinden Suriye iç savaşına, bugün yaşadığımız birçok meseleye o günden işaret etmişti. Bu sebeple aslında bugün “yüzyılın anlaşması” olarak konuşulan birçok konu bundan 10 yıl sonra önümüze gelecektir/getirilecektir. Bu sebeple bugün bölge ülkelerinin daha bir uyanık olması gerekiyor.

Sonuç olarak İsrail’in bölgedeki baskısını ve askeri operasyonlarını yoğunlaştırması bugün burada yaşayan halkların giderek daha zor günler geçireceği anlamına gelmiyor; aslında bölgeyi genel olarak gelecekte daha zor ve sıkıntılı günlerin beklediği anlamına geliyor. İsrail her ne kadar yakın zamanda hedeflediği bir tehciri gerçekleştirecek sosyal ve siyasi ortama şu anda sahip olmasa da bölge ülkelerinin bu kaotik ortamdaki durumlarından istifade ile gelecekte bir gün onları böyle bir göçe razı etmek için yatırımlar yapmakta. Aslında bugün Gazze’deki baskısını sebepsiz yere her geçen gün arttırması ve bölgeyi sürekli olarak bombardımana tabi tutmasının arkasında geleceğe yatırım yapma saiki yatmaktadır.

[“Mısır'da Toplum ve Siyaset” kitabının yazarı Dr. Gökhan Bozbaş, Necmettin Erbakan Üniversitesi'nde öğretim üyesidir]

 

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler