Peygamber Aşığı Mucavirler İle
Bir Hatıra
Peygamber Aşığı Mucavirler İle
Bir gün Ravza-i Mutahhara içinde namaz kılmak üzere saf tutuyorduk. Bir sütunun arkası için yaşlı zenci bir zat “Hâzâ mekânî” (burası benim yerim) hâzâ mekânî diyerek kendisine namaz yeri açmaya çalıştığını gördüm. Mescid-i Nebevî içinde, üstelik Ravza-i Mutahhara içinde, bir kişinin özel yeri olabilir mi diye adamın yüzüne baktım. Aslen Türkiyeli olup ve Medine’de ikamet etmekte olan seksen yaşlarında bir zat benim şaşkınlığımı fark etti. “Evet” dedi. “Burası Orta Afrika ÇAD ülkesinden bu zencinin yeri. Yirmi senedir bütün namazlarını burada kılıyor, hatta bütün vakitlerini burada geçiriyor” dedi, sonra bu zat ile dost oldum. Durmadan Hadis okuyordu. Namaz sonlarında "YA TÜRK İRFAN" diye beni arar, birkaç cümle sohbet ederdi. Hemen kitaplarının başına dönerdi.
Bu olay üzerine mücavirleri arayıp bulmaya, onlarla yakın olmaya çalıştım. İmrenilecek çok enteresan manzaralara şahit oldum. Bir gün akşam namazından sonra yaşayışlarını yakından gözlemek üzere aralarında yer bulup oturdum. Genç, yaşlı dünyanın çeşitli yerlerinden Peygamber sevdasıyla Medine’ye yerleşen, Hz. Peygamber’e mücavir (manevi komşu) olan bu zevatın yaşayış tarzlarına muttali olmaya çalışıyordum. Her biri ayrı milletten oldukları halde birbirlerini yakından tanıdıklarını fark ettim. Hepsinin birleştikleri husus; Peygamber sevdası. Biri kalkıyor iki rekat namaz kılıyor, ardından salavat ve tespihat başlıyor. Bu esnada başka biri kalkıp iki rekat nafile namaz kılıyor. Ardından o da salavat ve tespihata başlıyor. Biraz tespihata devam ettikten sonra kalkıyor iki rekat namaz daha kılıyor. Aralarında seccadelerini çekmek, ucunu katlamak gibi hafif şakalaşmalar da oluyor. Birbirleriyle basit ama kendileri için önemli olabilecek imkanları nasıl samimiyetle paylaştıklarına şahit oldum. Öyle güzel bir hayat sürüyorlar ki imrenmemek mümkün değil.
Bir defasında gene aralarına geçip oturdum. Bu esnada mücavirlerden biri yerinden ayrıldı. Ya Peygamber Efendimiz’i ziyarete, veya başka bir yere gitmişti. Yeri belli olsun diye seccadesi serili duruyordu. Mısırlı bir zat geldi, burada serili seccadeyi kaldırarak oturmak, istedi. Mucavirler “Buranın sahibi var” diye işaret ettiler. Bu zat yüksek sesle Arapça olarak “Mescid’in sahibi mi olur?” dedi ve oturmaya kalktı. Tekrar ikaz ettiler. Adam sesini yükseltti. Münazaranın sürdüğünü görünce, ben ayağa kalktım, adamı işaretle çağırdım, yerime oturtmak istedim. Mücavirler “Hayır olmaz” dediler. “Bu zat, burada Peygamber Efendimiz’in yanında yüksek sesle konuşuyor. Bunun buraya oturmaya hakkı yok.” dediler. Hücurat Suresi’nin ayetlerini okudular. Bu esnada bile o kadar sessiz idiler ki, meramlarını fısıltı ile ifade ediyorlardı desem yerinde olur.
Bir defasında da, Mescid-i Nebevî içinde yaşlı bir zata aslen Medineli olanların özel ilgi gösterdiklerine şahit oldum. Bembeyaz elbiseler içinde güzel giyimli bir zat. Yanına varıp oturdum. Benim ilgimi fark etti ve benimle konuşmaya başladı. Bu esnada İstanbullu zengin bir zat yanıma gelip oturdu, dinlemeye başladı. Konuşmaları ona tercüme ediyordum. Kendisi Evlad-ı Rasül’den imiş. Vakitlerini genellikle Mescid-i Nebevî içinde geçiriyormuş. Başka bir ifade ile Medine’de Medineli bir mücavir. İstanbullu kişi, İstanbulda boğaza nazır evinin olduğunu, bu zatı İstanbul’a davet etmemi ve evinde isterse aylarca misafir edeceğini, hatta hastaysa tedavi ettirebileceğini söylememi istedi. İsteğini Arapça’ya tercüme edip aktardım. Bize şöyle cevap verdi; “Ben Medine-i Münevvere’den, peygamber semtinden, değil birkaç hafta, birkaç gün bile ayrılamam”. Bunun üzerine ben bir hadis okudum. Hadis-i Şerif’in son kısmı şöyle idi: “Kim benim yolumu severse, beni sevmiş olur. Kim de beni severse Cennet’te benimle beraberdir” Hadis'in son cümlesini "Men ehabbenî kâne maiye Fi'- Cenneh" (Kim beni severse Cennet'te benimle beraberdir) cümlesini tekrara başladı. Beş altı sefer tekrar etti. Hem tekrar ediyor, hem de gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Peygamber sevgisini doruk noktada yaşayan bu zatı heyecanla seyrettik. Yanından ayrıldığımızda içimizi peygamber sevgisinin huzmeleri kaplamıştı, yolumuza ışık saçıyordu.
Daha pek çok örnek tespit ettim. Medine'de, Mekke'de, Peygamber sevdalısı , Allah dostu başka kişiler de gördüm. Pandemi dolayısı ile Peygamber sevdalıların, Mescid-i Nebevi'de, Kabe sevdalılarının Mescid-i Haram'da bulunmaları yasaklanmıştı. Kabe önünde bir sütun dibinde altı sene yaşayan Yemenli Zengin alim görmüş sohbet etmiştim. Gene yedi yıldır Kabe yakınında hayat sürdüren Kayserili Talip Efendiyi mekanında ziyaret etmiştim. Cıvardaki bir vakıf odasında yüz iki yaşında özbekistanlı bilgin Mahmut Efendi'yi ziyaret etmiştim. Pandemi kaldırılınca Ravzatülmutahhara'da ve Mescid-i Haram'da bunların yeniden var olacaklarını umuyorum.
MESCİD-İ NEBEVİ'DE CİBRİL KAPISINDA OSMANLI TUĞRASI. (Sultan Abdülmecid Tuğrası)
Fotoğraf: İrfan Küçükköy
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.