Selami Kaytancı: 'Kaç türlü vatan hainliği vardır?!..
Benim sıkça sorduğum bir sorudur bu: Kaç türlü vatan hainliği vardır?!.. Bence, saymakla bitmez!.. Devletin sırlarını düşmanlara satmaktan tutun da evinde aynı ağrı kesiciden mevcutken, doktora bir daha, bir daha yazdırmaya kadar.. hepsi de bana göre vatan hainliğidir… İşini düzgün yapmayan işçi, memur, mühendis, öğretmen… Her kim olursa olsun, devleti maddi manevi zarara uğratan, çocuklarımızın geleceğini çalan kişi, vatanına bilerek veya bilmeyerek ihanet içinde demektir!..
FETO, NATO, BOP ve Evangelizm..
Türkiye petrolleri, ya da ihanetin belgesi!..
Ayrılmış Anne - Babalar Ve Çocuklar!
Peki, çocuklarımızın geleceğini satmak, devleti maddi manevi zarara uğratmak vatan hainliği oluyor da, vatanın - devletin geçmişini satan ne oluyor?!.. Elbette, o da işte vatan hainliğinin bir başka türü oluyor!.. Bu milletin tarihini, tarihi belgelerini satarak medeniyetinin izlerini yok etmek de bu vatana, bu millete yapılan, yapılacak en büyük hıyanetlerden biridir!..
İşte bu hıyanetlerden biri, Osmanlı arşivlerinin, Bulgaristan’a, saman fiyatından bile ucuz bir fiyata, okkası üç kuruşa satılması olayıdır…
1931 Mayıs’ında, asla affedilmesi ve unutulması mümkün olmayan bir gaflet neticesi, dünya arşivcilik tarihinde tek örnek olarak, Osmanlı dönemi arşiv malzemesi, millî hafızamızın bir bölümü, sorumsuz, kültür ve şuurdan habersiz bir iki kişinin gayretiyle kuru ot ve paçavra fiyatına, okkası üç kuruş on paraya Bulgaristan’a satıldı…
Tarihî evrakımız ot balyaları gibi çemberlenip vagonlarla Bulgaristan’a gönderilirken, bu durum Son Posta Gazetesi yazarı İbrahim Hakkı Konyalı tarafından tespit edilerek ilgili makamlara bildirildiyse de maalesef engel olunamamıştır!..
Daha sonra Muallim Cevdet İnançalp, olayın takipçisi olarak, dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye yazdığı bir mektup ile evrak satışının incelenerek, yapılan usulsüzlüğe son verilmesini istemiştir. Bununla beraber gazetelerdeki neşriyat ve Manisa Milletvekili Refik Şevket İnce’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verdiği önerge üzerine, hükümet bu konuda teşebbüse geçmiş, Bulgaristan’a satılan evraktan ancak bir kısmı geri alınabilmiştir. Olaya sebep olanlar hakkında ise, soruşturma açıldıysa da Recep Peker’in başbakanlığı döneminde çıkan umumî af sebebiyle, soruşturma dosyası kapanmıştır!…
Tarihi evraklarımızın Bulgaristan’a hurda kâğıt ve paçavra fiyatına satılması, dönemin basını tarafından şiddetle eleştirilerek satışın durdurulması için kampanyalar başlatılmıştı. Bu şekilde başlayan tepkiler, bir süre sonra sonuç vererek Bulgaristan’a gönderilmek üzere hazırlanan pek çok evrak, bu sayede satılmaktan kurtarılmıştır...
Bulgaristan’a evrak satışıyla ilgili gelişmeler ve olayın ayrıntısının yer aldığı, Osman Ergin’in “Muallim Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi” (Bozkurt Basımevi, İstanbul, 1937) adlı eserinden aynen aktaralım:
İstanbul belediyesinde bulunduğum sırada resmî vazifelerimden birisi de gazetecilerle temas etmek ve belediye işleri hakkında onlara malumat vermekten ibaretti.
Bu münasebetle gazeteciler, hemen her gün odama gelirler, onlarla günün birçok meselelerini konuşurduk. Bir gün yine odamda toplanmışlardı. O günlerde İstanbul Defterdarlığının Maliye evrak hazinesini, okkası üç kuruş on paradan satmış olduğunu ve evrakın balyalar yapılarak ve kısmen dökülüp saçılarak Sirkeci’ye kadar götürülüp, oradan şimendiferle Bulgaristan’a gönderilmekte bulunduğu işitilmekte ve görülmekte idi.
Bunu ilk defa gören ve ortaya atan Son Posta muharrirlerinden İbrahim Hakkı’dır. O da aramızda bulunuyordu. Bu havadisin gazetelere yazılıp yazılmaması mevzuu etrafında görüşülürken İbrahim Hakkı, “Ben bunu yazarım” dedi ve gitti.
Ertesi gün (4 Haziran 1931) çıkan Son Posta gazetesinde, “Okka ile satılan kıymetli evrak meselesi” başlığı altında bir yazı çıktı… Bu yazısında hadiseyi uzun uzadıya anlattıktan sonra, bizzat evrak daha mahzenden çıkarıldığı sırada orayı gezmiş ve görmüş olan İbrahim Hakkı şu tafsilatı veriyordu.
“ Oradaki koridor, harman halinde dökülmüş kâğıtlarla dolu idi. Çemberliyorlardı. Arkada yüzlerce torba kâğıt yığılmıştı. O suretle ki, içeri girmek mümkün değildi!.. Evvelâ Bekir Ağa (hademe) bu torbaların üzerine çıktı ve elimden tutarak beni yukarı çekti. Bu kısımda teksif edilmiş birçok kıymetli vesikalar, defterler göze çarpıyordu. Burasını gözden geçirdikten sonra, sıra aşağı kata geldi. Burada lalettayin aldığım kâğıtların içinde, altın yaldızlı mecmua parçaları; Silistre, Varna, Tuna vilayetlerine ait kalelerin tamirine, zeamet, tımar vesikalarına, ulufenamelere, matbah masraflarına, vakıflara ait birçok tarihî mülknameler vardı… Bunlar değersiz kâğıt parçaları değil, on binlerce kuruş ve lira sarfıyla bile yerlerine konması mümkün olmayan vesikalardı!..”
Tarihî evrakın okka ile satıldığı şayiası bu suretle gazete sütunlarına da geçince, o ana kadar buna ihtimal vermeyen ve havsalaları almayan kimselerde de artık şüphe kalmamıştı.
Yine o gün, odama Muallim Cevdet de geldi. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Hasta olduğu için, eskisi gibi günlük gazeteleri de takip etmiyor, yalnız mühim ve ilmî şeyler olursa, kendisinin haberdar edilmesini arkadaşlarından ve dostlarından rica ediyordu.
Muallim Cevdet’i, bu felâketten ve bu cinayetten haberdar ettim. İhtimal vermedi ve inanmadı!.. Gazeteyi ve oradaki resimleri gösterdim. Bu sefer de yerinde oturamadı. Yıldırımla vurulmuşa döndü. Bir müddet hüngür hüngür ağlamaya başladı. Azıcık yatışınca, biraz daha izahat istedi; verdim. Derhal yerinden kalktı. Sultanahmet Meydanına doğru gitti. Yarım saat sonra, elinde bir kucak vesika olduğu halde geldi ve “Bunları beşer kuruşa çocukların elinden aldım, tarihî evrak bu hale getirilir mi?!..” dedi. Hâlâ ağlıyordu. Kendisini teskine ve teselliye çalıştım; ne mümkün!..
Nihayet yapılacak muameleyi söyledim, zaten cesur ve pervasız olmakla beraber daha ziyade cesaretlendi. Fakat olan olmuş, atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Bununla beraber bir tarihçi, bir ilim adamı sıfatıyla keyfiyyetten hükümeti, Türk Tarih Cemiyeti’ni ve hemen hamur haline getirilerek kâğıt yapılmaması için Bulgar Tarih Cemiyeti’ni haberdar etmesini söyledim ve daha bazı tedbirlere müracaat olunmasını da anlattım. Razı oldu. O akşam dört beş arkadaş tüccardan Debreli Fuad’ın evinde toplanacaktık. Cevdet de geldi. Orada bu mevzu etrafında daha etraflı görüştük. Ertesi gün Cevdet, elinde birtakım yazılar olduğu halde geldi. Başvekil İsmet Paşa’ya müracaat ediyor! Yazdığı yazıyı okudu. Kendisini bir kat daha cesaretlendirdim ve yazısını derhal teksir, bir kaç gün sonra da Belediye Matbaasında tab ettirdim. …
BULGARLAR’A SATILIRKEN YERE DÜŞEN VE YİRMİ KURUŞA BENDENİZE VERİLEN MÜHİM VESİKALARDAN BAZILARI:
1- Üç yüz elli sene evvelki bir askerî vesika: 1096-1099-1101 senesi Viyana seferine dair parçalanmış “yol masarifi defteri”; bundan hangi tarih kitabı bahseder?!.. Bu ne mühim vesikadır?!.. Hangi askerî müverrih buna muhtaç değildir?!..
2- Uygurca anahtar… Dünyada ancak üç müze ile yalnız Ayasofya kütüphanesi “kadim Uygurca metinler”e maliktir. Şimdiye kadar bir Türk âliminin Uygurca metinleri halle yarayacak bir anahtar yaptığı meçhul idi!.. İşte bu vesika, o müşkülü hallediyor... Bu, nasıl satılır?!.. Komisyona göre, Uygurca’nın hiç ehemmiyeti yoktur!.. Çünkü maliyeye taallûku bulunmaz!..
3- Zırhlı Orhaniye’nin 1286 senesine ait mühimmat defteri: Bu da “Bahriyeye aittir, çürüktür, maliyeye taalluku yoktur!..” denilerek satılmıştır. Belki de hiç görülmemiştir!..
4- Sırbistan’da ilk fethettiğimiz “Niş Kalesi”ne dair kayıtlar…
5- Gazi Mihal evladının “Pilevne Vakfı”na âit bir kayıt…
6- 1134 senesine ait ve Hatçe Sultan’ın mührü ile defterdarlığa irsal edilen fevkalâde mühim bir mutbak defteri… Bunlar, o devirde Türk yemeklerinin envaını, hububat ve eşya fiyatlarının tarifesini gösterir. Türk sanayi ve harsı itibarı ile, pek mühim olan bir mutbak defterinin, komisyonca demek ki hiç kıymeti yokmuş!.. Kim bilir, böyle ne kadar “mutbak defterleri” uçtu gitti.
7- 1148 senesine ait, defterdar vesair mühim maliye memurlarının mühürleri ile vergi nişanlarını hâvi bir levha… Mühürcülük san’atı ve maliyecilik nokta-i nazarından buna kıymet biçilir mi?!.. Tarih kitaplarımıza bu vesikaların bir tanesi geçmemiştir!.. Diğer vesikalar arasında meşhur Türk edibi Şeyh Galib’in evlatlarına verilen bir ferman ve tersane masarifine dair bir icmal vesaire vardır.
Bunlar, celladın elinden tesadüfen kurtarılan belgeler… Ya peki, kurtarılamayarak öğütülüp kağıt hamuru yapılan tonlarca belgenin içinde, hangi değerlerimiz, hangi paha biçilemez hazinelerimiz yok olup gitmiştir?!.. Maalesef, bunları öğrenme imkanımız yoktur!.. Ağla… dövün… yan… üzüntünden kahrol vatan evladı!..
Bu, okkası üç kuruşa satılan arşiv vesikalarımızım ehemmiyetini göstermesi açısından, II. Abdülhamit Han’ın, dertleştiği, içini döktüğü; ama İngilizler adına çalıştığı anlaşılan tek yabancı olan, Macar Türkoloğ’u Arminius Vambery’nin “Geletizemle” mecmuasında 1903’te yazdığı Türkçe mütalaasına bir göz atalım:
“Biz Macarlar, kendi tarihlerimizi ve münasebatı coğrafîyemizi izah için, Türk vesikalarından nevi nevi faide görüyoruz!.. Türklere şükranımızın sebeplerinden birisi, Türklerin Macaristan’ı zaptı vaktinden kalma ‘vergi vesairi hâsılatı miriye defterleri’dir... Bu resmi vesikalar, Macaristan’ın iki yüz seneden daha evvelki hallerini, nüfusunu, ziraatını, ticaret ve sınaatini bildiren takrirat ve tafsilatı havi olup geçmiş zamanımızın aynasıdır.
Bu Türk vesikalarının emsali dünyada kolay kolay bulunamaz!.. Zira o vakitler, Türk memurları her şehrin, her köyün, her mahallenin evlerini, nüfusunu, hububatı cins ve miktarını bile kemali dikkatle yazmışlar ve fevkalade kıymetli istatistikler bırakmışlardır!..” diyor.
ÖRT Kİ, ÖLEM!..
Tam bir “Ört ki, ölem!..” durumu… Bir milletin arşivlerini satmak, “geçmişini satmak, hafızasını satmak” değil midir?!.. Bu, aynı zamanda “vatanı satmak” değil midir?!.. Bir karış toprağı için, gözünü kırpmadan can veren ecdada, şehitlere ihanet değil midir?!.. Çocuklarımızın hafızasını yok etmek, istikballerini satmak değil midir?!.. Bu nasıl bir aymazlık, bu nasıl bir vatan hainliğidir?!.. Bu milletin evlatları; geçmişi, geleceği, hali, size haklarını helal eder mi?!.. Mahşerde sizlerin yakasına yapışmaz mı?!.. Ben, asla affetmiyorum bu ihaneti; eminim ki, ne geçmiş ne gelecek ve ne de bugünkü nesil, bunları asla affetmeyecektir!..
Sen tut memlekette ne kadar Bizans, Hıristiyan, Rum, Ermeni… eseri varsa, toprak altından çıkar, milyon dolarlar harcayıp onar, restore et; onlara ait eserleri saklamak için elinden gelen gayreti sarf et; öbür taraftan, kendi tarihini, kendi hafızanı yok et!.. Eh, pes doğrusu!.. Düşmanlarımız ne kadar gülüyordur bu duruma kim bilir?!.. AMA BİLİNSİN Kİ, DÜŞMANLARIMIZI GÜLDÜRENLER DE BİZİM EN BÜYÜK DÜŞMANIMIZDIR!..
Selami Kaytancı
27.12.2017, Adana
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.