Sezai Karakoç Ve Dergiler: 19. Monna Rosa’nın çerçevesi
Sezai Karakoç Ve Dergiler: 19. Monna Rosa’nın çerçevesi
Sezai Karakoç “Monna Rosa” şiiriyle, şiir geleneğimizde önemli yeri olan, fakat cumhuriyetten sonra girilen yeni yolda unutulan, küçümsenen ve şiir dünyasından çıkarılan “gül” ve benzeri birçok mazmunu o dünyaya yeniden sokmuştur. Gerçekten de hem söyleyiş, hem de içerik bakımından yepyeni bir ses olan ve edebiyatımızda tam anlamıyla bir çığır açan “Monna Rosa”lar, o zamanlar, -bugün de etkileyiciliğinden hiçbir şey kaybetmeyen özelliğiyle- her bakımdan büyük bir ilgi uyandırmıştır. Karakoç bu şiirleri, özellikle hece ölçüsüyle yazmıştır. Mazmunlar gibi hecenin de yeniden diriltilmesiydi belki amacı. Ne var ki bu gerçekleşmiyor. “Ancak hecenin ömrünü uzatmak imkânsızmış. Her şeyin bir ömrü var bu dünyada. Arûz, Mehmet Akif ve Yahya Kemal’le ömrünü tamamladı. Diriltme çabaları netice vermedi. Hece şiiri de, halk şiirini bir tarafa bırakırsak, Necip Fazıl’la sona ermiş sayılır. Bizim neslimizin şiiri, serbest şiir dönemi oldu. Şiire heceyle başlamama, dört Monna Rosa’nın üçünü heceyle yazmama rağmen, ben de dünya şiirinin akışından kendimi hariç tutamayarak serbest şiire geçmiş oldum. Üçüncü Monna Rosa’da bu geçiş belirgin bir şekilde farkedilebilir. Monna Rosa, bir nevi, hecenin sona erişi ve serbeste geçiş diye özetlenebilecek bir dönemin şiiridir.” (Diriliş, Dönem: 7, Sayı: 49, 23 Haziran 1989)
O zamanlar ve daha sonraki yıllar, Monna Rosa’yı kitap halinde yayınlama imkânı olmadığını belirten Karakoç, artık şiirimizde hecenin bırakılarak serbest şiirin hakim olmasıyla bu şiirlerin de bir bakıma dergi sayfalarında kaldığını söylüyor. Tabii üzerinden yıllar geçip normal okuyucuların şiirlere ulaşamaması, Monna Rosa’nın adeta efsaneleşmesine yol açıyor. 1959’da ilk şiir kitabı Körfez’i yayınladığında, daha çok Monna Rosa’dan sonra yazdığı yeni şiirlerini koyar kitaba. Dolayısıyla ilk şiirleriyle birlikte Monna Rosa’lar uzun zaman kitapların dışında kalır. Ne yazık ki yayınlanmadığı uzun süre içinde, çeşitli şekillerde korsan baskılar ve çoğaltmalar biçiminde, yanlışlarla dolu ve sağlıksız olarak okuyucuya ulaşmıştır. Monna Rosa ilk defa 1998 yılında kitaplaştı. ŞİİRLER IX MONNA ROSA -ilk şiirler- adıyla çıkan kitapta şu şiirler yer alıyordu: 1951’de Hisar dergisinde yayınlanan Rüzgâr; 1952’de Mülkiye dergisinde yayınlanan Yağmur Duası; 1952’de Hisar, 1953’te Mülkiye dergileri ve 1956’da günlük Büyük Doğu gazetesinde yayınlanan Monna Rosa I; 1953’te Mülkiye dergisinde yayınlanan Monna Rosa II, III ile Ve Monna Rosa; 1954’te Hisar dergisinde yayınlanan İşaret. Ayrıca yazıldıkları tarihte yarım kalmış Kader Yolu ve Kayboluş şiirleri de tamamlanarak kitapta yerini almıştır.
Bu kadar güzel, şiirden anlayanı da anlamayanı da içine çeken bir şiir etrafında birtakım senaryolar, mitler üretilmesi sanırım kaçınılmaz bir şey. Nitekim Monna Rosa da bu sondan kurtulamadı. “Monna Rosa’nın, her şiir gibi, bir doğuşu vardır. Ama şiire bakıp birtakım senaryolar uydurulduğu söyleniyor ki, bunların çoğu asıl ve esastan mahrumdur şüphesiz. Şiire bakıp tümünü hayatın bir fotoğrafı gibi düşünmek, şiiri hiç anlamamak demektir. O kadar ki, hayattan şu veya bu şekilde yansıyan renkler, çizgiler dahi, şiire realiteyle ilgilerini keserek, tamamen değişerek girerler. Dante’nin İlâhi Komedya’sında geçen Beatrice’in var olup olmadığı tartışılmış ve birtakım yakıştırmalardan öte kimlik bağlantısı kurulamamıştır. Bu tür şiirlerin ve eserlerin dış dünyada görünüşte bir ilham kaynağı olsa veya olduğu farz edilse bile şiirdekinin, hayattakine nasıl bir sırla bağlı olduğunu hiçbir psikoloji bilgini kıyamete kadar söylemeye muktedir olamayacaktır. Goethe, otobiyografik olduğu söylenen ilk eserinin kahramanı Werther’i intihar ettirir sonunda. Bu roman, bir intihar salgınına sebep olduğu için, bir süre eserin sonu değişik yayınlanmıştır. Goethe’ye Werther’i niçin öldürdüğü sorulduğunda: “Werther öldü, ben kurtuldum” demiş ve böylece eserin, otobiyografik ilintisini bir parça ifşa etmiştir. Bana gelince, ben, ne bir Doğu Werther’iydim, ne de düşünülebilecek senaryoların kahramanı. O günkü psikolojimle, Monna Rosa’da çizilen portre ile ilişkisi farzedilen “seçilmiş” biri, yüce bir âlem, ideal âlem çerçevesinde düşünülebilen, en temiz duyguların yöneleceği, bir “kardeş” olabilirdi. Ancak bunu da, realitede gerçeklemek mümkün olmadığına göre, şiir doğuyor ve hayatla olan çelişmesinin bütün azap ve ıstıraplarını beraberinde getiriyordu.” (Diriliş, Dönem: 7, Sayı: 49, 23 Haziran 1989).
Sezai Karakoç yukardaki sözleri 1989 yılında yazdı. Sanırım bir düşünür ve şair, kendi şiiri hakkında ancak bu kadar açık ve bu kadar anlamlı konuşabilir. Onun şiirinin ve düşüncelerinin genel yapısına baktığımızda da, bu şiirin rasgele bir duygu patlamasının sonucu olmadığını görürüz. 19 yaşında bir genç, bu şiiriyle daha sonrasının Sezai Karakoç’unu daha o zaman ve tamamen içinde taşıyordu. Buna rağmen hâlâ şiirin bazı kaba çağrışımlarla ilgisini soranlara ne demeli acaba? Sezai Karakoç’un Monna Rosa’sını metafizik bir çerçeve dışında görmemek gerek…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.