İslam Milletinin Çığlığı, Çanakkale!...
İslam Milletinin Cihana Atmış Olduğu Keskin Bir Çığlık: İstiklal Marşı ve Çanakkale Şehitlerinde Belirtilen Kardeşlik Ruhu!..
Tarih hep gerçek kahramanları kaydetmiştir. O?nlar çoğu zaman, maddi yahut manevi varlığını kaybedip meçhul istikametlere çılgınca akan bozulmuş cemiyetlerin önüne, cesaretle çıkarak, yalnız başına da olsa (dur!) diyebilen, gidilecek yolu, yaşanacak hayatı gösterebilen insanlardır. Onların kendi dertleri, ferdi ve şahsi duyguları yoktur. Hak bildikleri yolun, fazilet, feragat ve fedakârlık yolunun, yalnız yolcularıdırlar. Kafalarında ulvi düşünceler, kalplerinde sonsuz çileler taşır, olanca varlıklarıyla, büyük davaların dev sancılarını çekerler?
Başkası adına fedakârlığı, destani çapta sonsuzlaştıran İslam dininin yüce Peygamberi buyuruyorlar:
?Müslümanların bütünü bir kişi gibidir. Azasından biri rahatsız olduğu vakit, diğer azaları da rahatsız olur.?
?Müslümanların dertleriyle dertlenmeyenler bizden değildir.?
Bir kişinin herkes, herkesin de bir kişi için olduğu hakikati, ancak İslamiyet?te gerçek manasına kavuştuğuna göre, Müslüman, en ileri cemiyet ve cemiyetçilik telakkisinin bütün ruh ve şuuruna biricik kaynaktır, ölçüdür? Bu hale en güzel örnek, asr-ı saadet ve onu takip eden râşit halifeler devridir?
Fakat sonradan türlü sebeplerle, tek zerresi ve noktası değişmez ve feda edilemez olan İslam?dan uzaklaşmalarla durum değişti. Diğer Müslüman milletler gibi, Müslüman-Türk?te İslam?dan uzaklaştıkça düştü, geriledi ve geriledikçe İslam?dan uzaklaştı?
Bu durum vahametini artıra artıra ilerledi ve öyle bir hale geldi ki, artık bütün yaralar kangrenleşti, dertler devasız, şaşkın ve imkânsızlık batağına sürüklendi cemiyet. Kendi asliyet ve safiyetine yabancılaştırılan Müslüman-Türk, büyük bir gaflet eseri olarak, kurtuluşu, malik olduğu ruh köküne cephe almakta buluyordu?
İşte, bu karışık ve şaşkınlık devri için de, milletimizin gören gözü, düşünen kafası, Hâk aşığı, dertleri teşhis eden, kurtuluş çarelerini büyük bir kolaylık içinde bildiren, İslami şuuru olanca gerçeğiyle gönüllerde uyandıran, büyük insan, milli şairimiz Mehmet Akif?tir?
Akif, Müslüman milletlerin her derdini derdi bilen, ancak onun gülmesiyle gülen, ancak onun gülmesiyle gülen, fakat sayısız derdinden gülmeye vakit bulamayan Mehmet Akif, buna rağmen:
?Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,
İslâmı uyandırmak için haykıracaktım.
Gür hisli, gür imanlı beyinler, coşar ancak,
Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım??
Diyebilecek kadar şahsiyetini İslami tevazu içinde; çok görülen feryatlar, inleyişler, ağlayışlar, coşkunluklar, milletimizle ilgili hadiselerden dolayısıyladır. Vatanın her köşesi düşman istilasına uğramıştır; o vakit yüreği burkulur, ağlar:
??Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım!
Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki?
Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan yatıyor şimdi ?
Nasıl yerlere geçmez insan??
Bazen, Rabbine sitemli niyazda bulunur; hazanında gördüğü cennet gibi yurdumuzun dertlerini terennüm etmekten baykuşa döndüğünü, gül devrini görseydi, bülbül olup, dertsiz, matem siz öteceğini söyler:
?Viranelerin yasçısı baykuşlara döndüm,
Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu!
Gül devrimi bilseydim onun, bülbül olurdum;
Ya Rab, beni evvel getireydin ne olurdu?...?
Fakat buna rağmen yine O, matem siyahı içinde, iğne ucu kadar görünmeyen istiklal mücadelesinin beyazlığını seziyor ve şöyle haykırıyordu:
?Ey benim her taşı bir mâbed-i îman yurdum,
Seni er geç bana bir gün verecek ma?bûd?um.?
Çanakkale savaşı günlerinde, Akif Almanya?da iken, yakın dostu Ömer Lutfi Bey?e daima sorar:
_?Ömer Bey, bu Çanakkale ne olacak?
_ Allah bilir amma vaziyet tehlikelidir. Askerlik noktasından düşünülünce ümit yok. Ancak fen kaidelerinin haricinde, fevkalbeşer bir şey olmalı ki, Türk askeri dayanabilsin.?
Ömer Lütfi Bey böyle dedikçe, O;
_?Eyvah, son istinatgâhımızda yıkılırsa ne olur.?
diyerek, çocuklar gibi ağlıyordu(1):
?Yerinde kaldı mı ya kıblem, hârim-i îmanım?
Hudâ rızası için söyle, pek perîşânım!
Uzakta olmama rağmen civâr-ı zârından,
Civarım inliyor âvâz-ı ihtizârından!
Yine Almanya da iken, Çanakkale için ağlamadığı gün olmadığını Ömer Lütfi Bey?in hatıratlarından öğreniyoruz.
Birinci Cihan Harbiyle de, vatanın içinde bulunduğu tehlike devam ediyor; içte ve dışta hüküm süren iktisadi tehlikeler artıyordu. Fakat önceki facialarla bu durum arasında fark vardı. Bu fark, Akif?in ümidini artırıyor, heyecanını şahlandırıyordu. Çünkü ?arslan gibi ırkın torunu? işte Çanakkale?de, dünyanın en üstün donanmasına, en üstün vasıtalarla mücehhez ordularına yumrukla karşı koyuyor. Dört taraftan tepesine yağdırılan ateş, ?Pak alnının istihkâmına sığınmış kahraman Mehmet?in? iman dolu göğsünde sönüyordu.
Mehmet Akif?in en yakın arkadaşlarından Eşref Sencer Bey anlatıyor(2):
?Anadolu-Bağdat demiryolunun Hicaza ayrılmış son istasyonu olan El-Muazzam?a gelmiştik. Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa beni aramış. Çanakkale zaferini müjdelemişti. Akif?in hayatının en bahtiyar, en mesut ânı? Ay, bedir halindeydi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan kamerin bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, hiçbir başka ışığa ihtiyaç bırakmayan, bu Güneş?i unutturacak kadar parlak çöl gecesinde, sabahladı? İstasyon kulübesinin arkasındaki hurmalığın içine çekildi, sadece hıçkırıklarını duyuyorduk? İçli, derin hıçkırıklar? İşte, O, Çanakkale?ye layık destan, bu hıçkırıklar içinde meydana geldi? Sabahleyin, vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasip olan rahatı ile yüzüme derin derin baktı:
?_Artık ölebilirim Eşref? Gözüm açık gitmez, dedi.? (3)
?Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara?ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.?
?.
Allah?a kavuşmak diye vasıflandırdığı ölümü bile, ancak zaferi gördükten sonra isteyecek kadar, millet sevgisi ile doluydu.
Artık zafer kazanılmış, vatan düşman istilasından kurtarılmıştı. Akif?in sesi, bütün gönüllerin inandığı bir hakikat halinde, göklerimize yükseliyordu:
?Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.?
?
?Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk?a tapan, milletimin istiklal!?
Akif, siyasi sahada kazanılan büyük zaferlere; içtimai, iktisadi ve kültürel sahalarda devam edilmesini istemektedir. Cemiyetimizde bu zaferin sağlanabilmesi için, madde ve şekil inkılabı yerine, ruh ve ahlakımızda inkılap istiyordu.
?İnkılâb istiyorum, ben de fakat, Abduh gibi...
Yoksa, ellerde kör âlet efeler tertîbi,
Bâb-ı Âlî'leri basmak, adam asmakla değil.?
Evet, O, cemiyetimizin dertleri karşısında atılmış keskin bir çığlık?
Dertlerimizin çok ve çeşitli olmasına rağmen, O, hepsinin reçetesini iki mısra ile yazıyor:
?Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm'ı.?
Bütün ömrü cemiyet dertlerini ve çarelerini düşünmekle geçen Akif; tevazu suna rağmen, yeter derecesinde haykırdı, vazifesini yaptı. Son ve en büyük dava kutbu, milli şairimiz, dert ortağımız Mehmet Akif?i, İslam milletinin her ferdi hürmetle anmak borcundadır.
Daha sonraki yıllarda Mehmet Akif?in öğrencisi olan Mahir Hocanın Haydarpaşa Lisesi?ndeki öğretmenliği yıllarındaki hatıratından devam edelim?
?
?Ki, malum, zor yıllar o yıllar? Devr-i İsmet ve Bayar!...
?Evet! İşte o yıllarda Hoca, İstiklal Marşı?nı tahtaya yazar, uzun uzun anlatırmış. Mahir Hoca o yılları anlatırken şunu söylerdi bize: Ben İstiklal Marşı?nı anlatırken, o devrin, dine diyanete, millete milliyete, ahlaka adaba aykırı düşen durumlarını ve dolayısıyla çocuklara verilmesi gereken din diyanet, millet milliyet terbiyesini İstiklal Marşı içinde işleyerek verirdim. O devrin müfredatı bu değerleri vermeye müsait değildi!
Yani, demek ki, Mahir Hoca için İstiklal marşı, bir manada, bütün kültürümüzün ortaya dökülmesine fırsat veren değişmez metindi. Onun için her yerde, her şeye İstiklal Marşıyla başlar, onun kardeşi olan da Çanakkale şehitleri? Her ikisini de pek güzel okur ve çok güzel açıklardı. Dolayısıyla Hoca İstiklal Marşıyla Çanakkale?yi ömrünün sonuna kadar her yerde, her vesileyle okumuş, açıklamış, anlatmıştır. Bu iki şiir, hürriyetin, istiklalin kıymetini verdiği kadar, bütün dini ve milli duyguların anlatılmasına vesile olan manzumelerdir.
Allah demenin bile yasak olduğu o devirde, Mahir Hoca, bu manzumelerin içerisinde, usulüne ve kitabına uygun şekilde Allah demiş ve dedirtmiştir.?(4)
Yani, İstiklal Marşı, Çanakkale şehitleri ve Safahat kitabındaki şiirleri; bu gün için de toplumu irşat etmesi, ufuk vermesi, İslam?ın ana damarından aldığı ruhu, coşkuyu topluma vermeye devam etmektedir?
Mehmet Akif?in bu şiirleri; İlhamını Hak?tan alan bir şairin, halka hak yolunda söz söylemesinin bir neticesidir.
Mehmet Yürekli, adanapost
15.03.13, Adana.
1- Mehmet Akif, Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları Eşref Edip, İst.1961.
2- A. Vehbi Vakkasoğlu, İslam Medeniyeti, Aralık.1967
3- Tarih Konuşuyor, sayı 36, Cemal Kutay.
4- Doç. Dr. Mustafa Uzun
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.