İrfan Küçükköy

İrfan Küçükköy

Mücadele Birliği Hareketi’nde Diyarbakır ve Çevresinde İlkler

Mücadele Birliği Hareketi’nde Diyarbakır ve Çevresinde İlkler

Mücadele Birliği Hareketi’nde

Diyarbakır Ve Çevresinde İlkler

Diyarbakır'daki Mücadele Birliği çalışmaları hakkında, askerlik öncesinde bilgi sahibi değildim. Askerlik sonrası Mücadele Birliği Anadolu sorumluluğunu üzerime alınca, Diyarbakır çalışmaları hakkında bilgi almaya başladım. İlk aldığım bilgi, 1971 muhtırası döneminde Diyarbakırlı Mücadelecilerin Kültür Derneği binasının askerler tarafından basılma konusudur. Ömer Vehbi Hatipoğlu ismini de o tarihte işittim. Bu olayı Mehmet Çetin Abiden dinledim. Çok daha Sonra Ömer Hatipoğlu telmihleri ile de öğrendim.

Dernek binasının askerlerce basılma olayı şöyle oluyor. Diyarbakır’da güçlü bir topluluk oluşuyor. Her yerde olduğu gibi, Diyarbakır’da da Kültür Derneğini kuruyorlar. Genç arkadaşlarımız bir dernek binası kiralıyorlar. Bina merkezi bir yerde ama. Odasının son duvarı, gelişi güzel görünüyor. Boya ile o molozları görünmez kılmaları zor. Üstelik daha önceki kiracılar tarafından iyice kirletilmiş. Öyle kirli kullanamazlar. O duvarı güzelleştirecek kadar ellerinde paraları da yok. Bir bir akıl düşünüyorlar. Kirli bu arka duvarı bir perde ile kapatıyorlar.böylece tertemiz odada kültür çalışması yapıyorlar. Ancak bu perdeden işkillenenler çıkıyor. Askeriyeye bir ihbar ulaşıyor. 12 Mart 1971 sonrası, Sıkıyönetim dönemi. Diyarbakır Kültür Derneğinde perde arkasındaki odalarda gizli çalışma yapılıyor, hatta silah eğitimi yapılıyor.

Askeri birliği bir telaş alıyor. Derhal Kültür Birliği binasını basma kararı alıyorlar. Bir tim silahlı asker, silahlı baskın vaziyeti alıyorlar. Silahların namlularını genç, hatta bir kısmı lise öğrencisi arkadaşlarımıza yönelterek, Dernek binasından içeri giriyorlar. Silahların hepsi perdeli duvara çevrilir. Bir asker cesaretle ilerler ve perdeyi açar. Karşılarına kapkara bir duvar çıkar. Konu basına Diyarbakır Kültür Birliği Askeri birlik tarafından basıldı tarzında intikal eder. Hatta Başta Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun adı olmak üzere arkadaşlarımızın adı, üstelik siyasi Kürtçüler olarak geçer. Olaydan belki yirmi sene sonra gördüğüm bir basında bir yazıda, arkadaşımızın adı silahlı siyasi Kürtçüler olarak yorumlarda yer almış, gördüm.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU

Ben Mücadele Birliği Teşkilatlanma işlerinde görev aldıktan sonra, Ömer Vehbi Hatipoğlu arkadaşımızı İstanbul’a çağırdık. Birkaç ayda bir İstanbul’a gelip Diyarbakır ve çevresi çalışmaları hakkında, görevli olarak bana çalışmalarını anlatırdı. Diyarbakir çok aktif olduğumuz illerden biri idi. Ömer Vehbi arkadaşımız bazen yanında yardımcısı arkadaşımızı da getirirdi. Tabi iki çalışmaları hakkında bilgileri genişçe dinler ve varsa problemleri çözerdik. Mücadele Birliği faaliyetlerinden ikimiz de uzak kaldıktan senelerce sonra, arkadaşımız bana şunu anlattı. “Teşkilat çalışmalarımızı, ağabeylerimize sunmak ve direktifler almak üzere Diyarbakır’dan trene biniyoruz. Yanımıza yolda yiyeceklerimizi alıyoruz. Paramız yok ki restorantta karın doyuralim. İki gün yol alıyoruz. Yorgun argın İstanbul’a ulaşıyoruz. Mecmua binasının odalarında vakit geçiriyoruz. Gelirken Liderimiz Aykut abiyi göreceğiz, konuşacağız, diye çok heyecanlanıyoruz. Sonra İrfan abi bizi bir odaya alıyor. Birkaç saat bizimle görüşme yapıyor. Bize şöyle olsun, böyle yapın diyor. Aykut abimizi göremeden dönüyoruz. Gene trenle ve aldığımız peynir ekmek kumanya iki gün dönüş yolu.” Evet, aynen böyle oluyordu.Ömer Hatipoğlu bunları bana anlattığı zaman sadece hak verdim. Elimden gelen bir şey yoktu. Zaten geçmişte kalmıştı. Keşke düzeni farklı kurmuş olsaydık diye düşündüm.

Böylece Diyarbakır çalışmaları hakkında birinci elden , o vilayetin teşkilat başkanından bilgi almış oluyorduk. Diyarbakır umutveren dirilikte idi. Ömer Vehbi Hatipoğlu vukuflu bir sorumlu idi. Önceden adını bildiğim bir babanın oğlu idi. Babası İzmir Müftüsü idi. Ben Afyonda vaizken 1970 öncesi, Afyon Müftüsü Mısır Ezher tahsilli Celal Yıldırım idi ve Ömer Vehbi’nin babası Haydar Hatipoğlu Müftü Celal Yıldırım’ın arkadaşı idi. Ben Afyon Merkez vaizi olduğum için ondan işitirdim.

Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun daha sonraki hayatını hep basından izledim. Birkaç defa da, vicahen ve telefonla görüştüğüm oldu. Ömer Vehbi Hatipoğlu, 1980 sonrası Mücadele Birliği Çalışmalarından uzak kaldıktan sonra, kendisini Refah Partisi içinde ve Prof. Dr. Necmettin Erbakan çevresinde görmeye başladık. Daha sonra, iki dönem Refah Partisinden Diyarbakır Milletvekili oldu. 28 şubat 1997 Postmodern Darbe esnasında Diyarbakır milletvekili idi. Basında Siyasi Kürtçü olduğuna dair yayınlar gördüm. Bana asla inandırıcı gelmedi. Bizim çevremizden de böyle ithamlar işittim Asla inanmadım. Milletvekilliği sonrası, çeşitli yerlerde konferanslar vermeye başladı. Konya’ya konferans için gelince (2011) benimle de görüşmek istemiş. Görüştüm. Bana bir kitabını hediye etti. Kitap doktora seviyesinde bir inceleme idi. Türkiye’de Kürtçe konusunun çözümüne ait idi. Sadece doktora ayarında olması yetmezdi, asıl çözüm önerilerine kulak vermek kanaati ben de uyandı. Çok sonra kendisine eserini beğendiğimi hatta doktora ayarında gördüğümü ifade ettim.

Teşkilat döneminde (1980 öncesi) bir seferinde Ömer Hatipoğlu Edip Yüksel isimli bir İmam Hatip öğrencisi ile gelmişti. Edip Yüksel Cıva gibi bir delikanlı idi.

Edip Yüksel, Sadreddin Yüksel isimli meşhur bir doğulu Şafi hocanın oğlu idi. Bunu çok daha sonra Şer’iyye Sicilleri Arşivi uzmanlığı’nda görev yaparken öğreneceğim. Burası aynı zamanda İstanbul Müftülüğü Fetva Kurulu merkezi idi. Şafilere has bir fetva gerekirse fetva isteyenleri arkadaşlarımız bu arkadaşımızın babası Sadrettin Yüksel hocaya gönderirlerdi. Edip Yüksel’in abisi Refah Partisi Gençlik kolları başkanı idi ve Solcular tarafından pusu kurularak öldürülmüştü. Daha sonra Edip Yüksel’in sesini Basında ABD’den duymaya başladım. Amerika’da bir Hindli Matematikçi akademisyen Reşit Halife Kur’an-ı Kerim’de ki “Ondokuz Mücizesi”nden bahsetmeye başladı. Kuran’da ondokuz rakamı zikrediliyordu. Kur’an surelerinin ayetlerinin ondokuzun katları olduğu mücizesini anlatıyordu. İslam Âleminde hatta bütün dünyada ses getirdi. İstanbul Müftülüğü Fetva kurulu olarak bizim de dikkatimizi çekti. Verdikleri örnekler, doğruydu ama bu konuda hiçbir Hadis yoktu. Sonra Türkiye’de bazıları bunu 19 Mayıs 1919’da üç ondokuz var. Türk İstiklal Savaşının başlaması da 19 mucizesine uygun iddiasına kadar götürdüler. Fetva kurulu üyesi olarak biz buna inanmadık. İncelediğimizde, bir ekle, iki çıkar gibi ifadelelerle zorlama olduğunu gördük. Fetva kuruluna sorulan sorulara bu hesabı şüpheli bulduğumuzu ifade ettik. Doksanlı yıllarda bu mucize’yi ilk açıklayan Matematikçi Reşit Halife öldürüldü. ABD istihbaratı tarafından öldürülmüş olabileceği açıklandı. Bu mümkündür, ABD İstihbarat Teşkilatları’nın böyle çok kıtalde imzaları vardır. Sonra bu görüşe, Ondokuz Mucizesi’ne Edip Yüksel sahip çıktı. Türkçe bir Kur’an Meali de yaptı. Zannedersem ABD’de yaşamaya devam ediyor. Basında yer yer hâlâ adı geçiyor, tv.lerde proğramlar yapıyor, görüyorum. Televizyonlar da izliyorum. Bunu şunun için anlattım. İlim ve kültür dünyasında adı geçen pek çok kişi Mücadele Birliği ile başlangıçta irtibatlı ve iltisaklıdır. Onların sonraki görüşleri Mücadele Birliğini bağlamaz. Edip Yüksel de öyledir.

Diyarbakır’a ben ilk defa 1978 yılında gittim. Komünist Kürtçüler tarafından öldürülen Musa Akın arkadaşımızın ailesine baş sağlığı dilemek üzere,1978 yılında Diyarbakır’a gittim.

“Şehit Musa Akın’ı Konya’da eğitim Enstitüsü öğrencisi iken tanımıştım. Okulunun son yıllarıydı. Birkaç dersi kalmıştı. Musa, babayiğit, bir delikanlıydı. Sanırım sınavlarını verinceye kadar oluşan boşluğu, ilkokul öğretmeni olarak değerlendirmek istemiş olmalı ki; memleketi Diyarbakır’a dönüyor, orada evleniyor.

1978 yılı özellikle Güneydoğu’da Barzanici, siyasi Kürtçülüğün en yoğun olduğu, her gün birkaç şahsın katledildiği dönemler. Komünist PKK hareketinin, cinayetlerine başlangıç yaptığı dönemler. Bir gün Musa Akın kardeşimiz görev yaptığı okulun girişinde çapraz ateşe tutuluyor ve şehit ediliyor.

Bir hafta sonra köyünde adına Mevlid-i Şerif okunacağı haberini aldık. Ben hem Mevlid'e katılmak, hem de Teşkilat adına başsağlığı dilemek üzere Mehmet Petekkaya arkadaşımızla Ergani’ye, Ziyaret köyüne gittim.

Ergani’ye ulaşmak için uçakla Elazığ'a geçtik. Elazığ plakalı otomobilleri, o tarihte Barzanici, Siyasi, Kürtçüler, Diyarbakır-Elazığ sınırından ileriye sokmuyorlarmış. Geri çeviriyorlarmış. Şüphelendiklerini öldürüyorlarmış. Bu tarihten çok sonra Süleyman Demirel Güney Doğu dâhil Türkiye’nin her yerine ulaşılıyor, diyecek, Çiller bunu başarmakla övünecektir. (!....)

Ergani ve Diyarbakır yolculuğumuzu, Diyarbakır'dan gelen Diyarbakır plakalı bir otomobil ile yapmamız gerekti. Araba Diyarbakır'dan getirildi. Ergani Ziyaret köyüne ulaştığımızda Mevlid bitmişti. Baş sağlığı diledik. Şehit Musa Akın ve ailesi çok seviliyor olmalılardı ki; başsağlığı için gelenler hâlâ devam ediyordu. Menzil Köyünden gelenler de ağırlıktaydı. Onlarla da sohbet ettik. Ergani'de görüştüğümüz herkes, vatansever, ayrılıkçı komünist çetelere karşı devletimizin yanında, Türkiye taraftarı idiler.

O gün Malatyalı Mehmet Can arkadaşımız da gelmişti. Malatyalı diye belirtiyorum. Bir de Aydın sorumlusu Şimdi Prof. Mehmet Can arkadaşımız var. Malatyalı Mehmet Can arkadaşımız, bana ısrarla, bir kuruluş oluşturmamızı, öldürülen veya vefat eden arkadaşlarımızın çoluk çocuklarını ve eşlerini, gerekirse ailelerini himaye altına almamızı teklif ediyordu. O dönem maalesef, İstanbul Teşkilat merkezimizde, ihtilaflar ve dağınıklıklar dönemiydi. Ben sorumluluktan uzak kalmıştım. Vaatte bulunup Şehid'in ailesini, eşini sonunda hüsrana uğratmak istemiyordum. Bir türlü teklifine evet diyemiyordum. Mehmet Can arkadaşımız ısrarını artırdı ama ben müzahir olamadım. Olamazdım. Mehmet Can arkadaşımız, konuyu İstanbul'a taşımış, teklifine yardımcı olamadığım için üzüntüsünü dile getirmiş, şikâyette bulunulan sorumlu arkadaşımız, söz vermiş, teminat vermiş ama maalesef daha sonra hiç bir destek verilemediğini öğrendim. Verildiyse de benim haberim olmadı.

İlerleyen yıllarda, belki otuz sene sonra, şehit Musa Akın’ın, eşinin ve kızının değişik sıkıntılara düçar olduğunu anlatan Mücadeleci bir arkadaş bana telefon etti ve benden destek olmamı istedi. Şehidin eşinin ricasını ulaştırdı. Benim teşkilat ile ve teşkilatçılıkla ilişiğim kesileli otuz yılı geçmişti. Ne yapacağımı bilemedim. Konuyu hem devam edenlerin Konya sorumlusu arkadaşımıza, hem de Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı yetkililerine ilettim. Sağ olsunlar Anadolu Vakfındaki arkadaşlarımız konuyu sahiplendiler. Canla başla gayret gösterdiler. Şehidimizin ailesinin ihtiyacı olan parayı tedarik etmişler. Vakıf Başkanı Hayrullah Başer arkadaşımız, başka bir arkadaşımızla Diyarbakır Ergani’ye gidip, toplanan yardımı bizzat eliyle şehidin eşine teslim etmiş. Sıkıntılarını her zaman kendilerine ulaştırabilecekleri konusunda güvence vermiş. Şehidin eşinden bana bir teşekkür telefonu geldi. Çok memnun oldum. Ben de bu hizmetinden dolayı Anadolu Vakfı mensuplarına teşekkür ettim. Dualarımı arz ettim. Tekraren Allah razı olsun.

Musa Akın dâhil, bütün şehitlerimize, vefat eden arkadaşlarımıza Allahtan rahmet diliyorum. Ayrılan, devam eden bütün arkadaşlarımızdan Allah razı olsun. Amellerimiz makbul, hizmetlerimiz daim, günahlarımız mağfur, Âhiret yurdumuz Cennet olsun.”

Yanlış anlaşılma endişesi ile nakletme de tereddüt ettim ama yazmasam haksızlık olur, diye düşündüm Arz ediyorum.

Diyarbakırçevresinden olup da İstanbulda, Ankara’da, Konya’da Türkiye’nin başka illerinde Teşkilata dahil olanlar da vardır. Bunlardan biri de Altan Tan’dır. Altan Tan arkadaşımız iki dönem HDP listesinden milletvekili seçilmiştir.Lütfen hemen sakıncalı hale getirmeyin. Onun görüşlerini uzaktan izliyorum.Kürtçe dilinin eğitimle geliştirilmesinden yanadır. Ayrlıkçı siyasi Kürtçülükle ilgisi yoktur olamaz da. İslamda ırkçılık yoktur. Kürtçe dilinin geliştirilmesi için çalışmak ile Kürt ırkını ayrılığa vesile kılmak aynı değildir.Bu bölgede Türkleşen Kürtler de, Kürtleşen Türkler de vardır. Özel incelemedim ama okuduğum bazı incelemelerde ben bunu görüyorum. Benim babam, eski Salur köylü Türk, annemin soyu Sünni Türkmendir.) Böyle olmam bakış açımı değiştirmez. Saf ırk teorisi yanlıştır. Ana dili konusu gerçektir. Ana diller ayrılıkçılığa vesile kılınmadan gelişmeleri sağlanmalıdır.

1980 öncesi, Diyarbakır ve çevresindeki Diyarbakır Kültür Derneği etrafında halelenen yüzlerce Mücadeleci gençlerimiz bulundukları yerlerde millete rehberlik ediyorlar. Çünkü onların hamurları sağlam bir maya ile yoğrulmuştu. Keşke elim erse, bilgim ulaşsa da onları cildlerle kitap haline getirebilsem, getirebilsek.

Allah hepsinden razı olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Küçükköy Arşivi