İrfan Küçükköy

İrfan Küçükköy

Mücadele Birliği Hareketinde Kurumlaşma Mihmandarı: Mehmet Çetin

Kitap: Mücadele Birliği Hareketi’nde İlkler
Hazırlayan: İrfan Küçükköy

Çok uzun olduğu için zor okunduğunu biliyorum. Konu bütünlüğünü bozmamak için genişçe sunuyorum.

Mehmet Çetin
Mücadele Birliği Hareketinde Kurumlaşma Mihmandarı

Mehmet Çetin, 1940 yılında Afyonkarahisar’da marangoz bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Babası Uzun Usta lakaplı Mustafa amcadır. Uzun Usta, sanatında mahir olduğu için, Karaman mahallesindeki evlerinin altındaki atölyesi daima faal idi. Pek çok kalfa yetiştirip usta yapmıştır. Bunlardan biri de aslında Mehmet Çetin’dir. Bu atölyede babasına yardım ederken marangozluk sanatının inceliklerine vakıf olmuştur. O tarihlerde yakından tanıdığım küçük kardeşi Ali (rahmetli olmuş), baba mesleğini sürdürmüştür. Evlerinde misafir kaldığım zamanlarda, babasıyla, gece yarılarına kadar sohbet ederdik.
Aykut Edibali bir makalesinde, “Mehmet Ağabey benim çocukluk arkadaşım. İlkokula beraber başladık, beraber bitirdik. İlkokulumuz Afyon’un Dumlupınar İlkokulu. Sınıf Öğretmenimiz önce İsmet Hanım, sonra Selahattin Bey” diyor. Sonra lise ikide yeniden sınıf arkadaşı olduklarını yazıyor. Anlaşılıyor ki Mehmet Çetin, Aykut Edibali’yle Lise ikide tekrar sınıf arkadaşı olurlar. Yavuz Aslanargun ve Mehmet Özutku ile de bu esnada sınıf arkadaşıdırlar. Aykut Edibali, aktivite duygularının o zamanlarda oluşmaya başladığını bir makalesinde ifade eder. Aynı hocalardan etkilenirler. Yavuz Aslan Argun’un da bulunduğu sohbet esnasında, öğretmenlerini anarlarken, tarih ve din dersi hocaları Abdullah beyi hayırla yâd etmişlerdi, fikirlerinin hatta aktivite duygularının oluşmasında etkili olduğundan bahsetmişlerdi.

Öğrenciler ile özel ilgilenmekte, etrafında toplanan öğrencileri milliyetçi mukaddesatçı telkin altına almakta olan Haluk Nurbaki’nin babası okulun Fransızca öğretmeni Edip beyden, başka hocalarından da bahsettiler. Liseyi, 1959’da bitirirler. Mehmet Çetin okulun en başarılı öğrencilerinden biridir. Birçok fakülteye girebilecekken İlahiyat Fakültesi’ni tercih eder. 1963’te fakülteyi başarıyla bitirir. Burdur İmam Hatip Okuluna öğretmen olarak tayin olur. Liseden sınıf arkadaşları Çetin Efe’nin kız kardeşi Mesude hanımla evlenir. Halime ve Mustafa dünyaya gelirler. Bütün bu zaman diliminde liseden sınıf arkadaşları, Aykut Edibali ve Yavuz Arslanargun ile nadiren görüşürler.

Mücadele Hareketine Katılışı
1964 yaz tatilinde, Afyonda ben İrfan Küçükköy vaizlik, Mevlit Baltacı ve Mustafa Alptekin imamlık görevleri aldık. Bu esnada İhsan Ramiz Bayram aracılığıyla, Aykut Edibali ve Yavuz Aslanargun ile tanıştık. Konya’dan samimi arkadaşlarımızı çağırdık. Bunlar Mevlit İslamoğlu, Kemal Yaman, Mehmet Aydın ve Hasan Elmas’tır. Biz, Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi Konyalı yedi arkadaş ve Afyonlu iki Hukuk Fakültesi öğrencisi Aykut Edibali ve Yavuz Arslanargun birlikte mücadele etme kararı aldık. Başka bir ifadeyle bu konudaki teklifi kabul ettik. (Daha önce onların, İstanbul’da benzeri bir tecrübeleri olmuş.

Aykut Edibali ve Yavuz Arslanargun, 1966 yılı yaz tatilinde, yolda, Mehmet Çetin ile karşılaşırlar. Davayı ona da anlatırlar. O da harekete dâhil olur. Bu esnada Burdur’da öğretmendir. Ben de kendisini bu esnada tanıdım. Sakin görünüşlü, ağırbaşlı, az konuşan, konuştuğu zaman görüşünü önemsiz gibi söyleyen ve fakat söyledikleri isabetli, derin düşünce mahsulü olduğu anlaşılan bir kişiliğe sahipti.

Burdur Çalışmaları
1966 yılı yaz tatilinde, Mehmet Çetin Mücadele Hareketine dahil oldu. O sene ders mevsiminde Burdur’a, yeni bir heyecanla gitti. Bir sene sonra’da ayrıldı. Bu kısa süre içinde hareketi Burdur’da başlattı, seçkin öğrencileri çalışmalara bağladı ve Afyon’a tayinini aldırdı.

1967 ders yılı başında, Mehmet Çetin’in isteği üzerine, birlikte Afyon’dan Burdur’a geçtik. Niyetimiz harekete dâhil olan öğrencilere bir çalışma düzeni vermekti. Bir öğrenci evinde, yirmi beş kadar öğrenci toplanmıştı. Öğrencilerin heyecanları yüzlerinden okunuyordu. Gözlerinde umut ışıkları parlıyordu. İmam Hatip Okulu, beşinci, altıncı, yedinci sınıf öğrencileriydiler.

O günlerdeki heyecanlarımız içinde, her biri dava sorumluluğu yüklenecek büyük şahsiyetlerdi. Aradan kırk yedi sene geçtikten sonra şunu ifade edeyim. Görüşlerimizde yanılmamışız. Bunların içinde, büyük sorumluluklar yüklenen dava arkadaşlarımız oldu. Ali AY, Sabri Turhan, Reşat Petekkaya, Harun Ünal, Mehmet Salih Erdoğan hatırladığım dava adamı gençlerdir. Toplantıda bulunanlardan Ömer Koç isimli bir arkadaşımızla, belki bu toplantıdan otuzsene sonra karşılaştım. Heyecanla o günlerden bahsetti.
Gece boyu sohbetler ettik, başka bir ifade ile davamızı anlattık. Sonra onları beşerli, altışarlı kültür gurupları haline getirdik ve başlarına onlara göre yaşı büyükçe olan Harun Ünal’ı başkan tayin ettik.
Mehmet Çetin ağabey’in öğrencisi Ali Ay, onun, Burdur Ulu Cami’deki vaazlarını, talebelerinin ve Burdur halkının ilgiyle takip ettiklerini telefonla görüşmemde anlattı.

Afyon Çalışmaları
Mehmet Çetin, Afyon lisesinde faal bir kadro buldu. Tabii ki gene lise öğrencileri. Aykut Edibali’nin kardeşleri Ferit ve Sait, çalışmalarımıza katılan imam Talat Hoca’nın oğlu Mustafa Koçak, İhsan Ramiz Bayram’ın kayını Niyazi Akçan ve onların ilgi kurduğu onlarca öğrenci. Ben bu esnada Afyon’da vaizdim ve en büyük mabedi olan İmaret Camisi’nde Cuma vaazları yapıyordum. Vaazlarıma öğrencileri yönlendirdi. Bunun üzerine büyük camiden vazgeçerek lise yakınında küçük bir camide vazetmeye başladım. Gençlere uygun konular seçtim. Vaazdan sonra, Ordu Evi’nin karşısında bir çay bahçesi vardı, öğrencilerle orada toplanıp, sohbet ediyorduk. Bunların içinden mühendisler, doktorlar, hakimler, avukatlar, profesörler, milletvekilleri çıktılar. Hemen hepsi Mücadele Birliği çalışmalarında aktif oldular. Yetişmelerinde kısmen payım olduğu için her zaman iftiharla anarım.

Afyon’a intikali ile Mehmet Çetin, buradaki çalışmaların başına geçti. Bu esnada Afyonda ilk kadromuzdan olan Ali Yıldırım öğretmenlik naklini Afyon’a aldırdı. Daha sonra milletvekili olan Mehmet Özutku harekete dahil oldular. Sorumluluk yüklenen üçlü, Afyonda başarılı faaliyetler yürüttüler.


Mücadele Birliği Amblemi
Konya’da kalıp teşkilat çalışmalarına katılıyor, Cuma günü Afyon’a geçerek Cuma ve Pazar vaazları yapıyordum. Bu esnada tabii ki Aykut Edibalilere uğruyordum. Bir uğradığımda evde Aykut Edibali, Yavuz Arslanargun ve Mehmet Çetin vardı. Çok heyecanlı idiler. Çalışmalarımızı resmileştirmekten bahsettiler. Teşkilatın adının “Mücadele Birliği” olacağını söylediler. Bu ismi hiç yadırgamadım. Zaten Aykut Edibali tarafından hazırlanan “Kültür Çalışması” notlarımızda, oluşturmakta olduğumuz hareketin gayesi, “milliyetçi ve mukaddesatçı bir kadro hazırlamak üzere mücadele birliği oluşturmak” diye geçiyordu. Ön ifadeler motomot aynı olmasa bile sonu mücadele birliği şeklindeydi. Bu esnada teşkilatın amblemini “kitap”, “yıldız” ve o günkü ifadeleriyle “sıkılı sağ yumruk” olduğunu söylediler. Gün gibi hatırlıyorum. Yavuz Arslanargun, heyecanla ayağa kalkarak sağ yumruğunu havaya kaldırdı. Daha sonra bu işaretin aramızda bir sembol olacağı aklıma gelmedi ama ben de çok heyecanlandım. Sonra benim ters dönmemi istediler. Ayağa kalktım. Ters döndüm. “Dön” dediler, döndüm, 40x40 ebadında kartonlar üzerinde, birbirine çok benzeyen üç resim vardı. “Hangisini tercih edersin” dediler. Ben birini seçtim ve gerekçemi söyledim. Bunun bileği diğerlerinden daha kalıncaydı. Daha güçlü ifade vardı. Onlar da bunun üzerinde duruyorlarmış.

Amblem Aykut Edibali ve Yavuz Arslanargun tarafından belirlenmiş ve Mehmet Çetin tarafından resimlendirilmiştir. Yumruk Yavuz Arslanargun’un, çizen Mehmet Çetin. Şöyleki yavuz Arslanargun yumruğunu sıkarak Mehmet Çetin’in karşısında duruyor, o da bu yumruğu resimleştiriyor. Amblemin Mehmet Çetin tarafından çizildiğini biliyordum ama yumruk sıkma olayı hatırımdan çıkmıştı. Telefonla istişare ederken Yavuz Arslanargun hatırlattı, ben de tekrar hatırlamış oldum.
Sadece amblemin hazırlanmasında değil, Mücadele Birliği tüzüğünün Aykut Edibali tarafından hazırlanmasında da Yavuz Arslanargun’la birlikte katkıları oldu. Emniyet Müdürlüğüne sunulan tüzük onun tarafından daktilo edildi.
1967 Eylül sonunda dernek resmen kuruldu. Mücadele Birliği’nin resmi on kurucu üyesinden biri de Mehmet Çetindir.

Mücadele Birliği Afyon Sancağı
Tüzüğümüze göre Mücadele Birliği’nin şubelerinin adı sancak olacaktı. Mücadele Birliği’nin ilk sancağı İstanbul’da kuruldu. Başkanlığını Yılmaz Karaoğlu yapıyordu. İkinci Sancak Afyonda açıldı. Yıl 1969. Başkanı Mehmet Çetin oldu. Böylece Afyon çalışmaları bir merkeze kavuştu. Dernek binası esnafla, öğrencilerle dolup taşıyordu. Daha sonra sancak başkanlığını Ali Yıldırım yapacak ve hizmeti teşkilat dağılma sürecine girene kadar(1980) sürecektir.

Fotoğraf Sergisine Katkıları
Necmettin erişen, birkaç fotoğraf bulmuş. Bu fotoğraflar, komünistlerin yaptıkları zulümleri gösteriyordu. Bunları levha haline getirelim, ibret olsun diye konferans salonlarının girişlerine yerleştirelim diye düşünmüş. Bana anlattı. Fotoğraf toplamaya başladık. Gazeteleri gözden geçirdik. Kısa zamanda mezalimi gösteren fotoğraflar yüzlere ulaştı. Bunun üzerine düzenleme ile “KOMÜNİST MEZALİMİ ANLATAN FOTOĞRAF SERGİSİ” açmaya karar verdik. Konya’da ilk teşhiri, bir sessiz yürüyüş sonunda yaptık. O zamanki Belediye binası bodrumundaki salonda sergiledik. Binlerce kişi tarafından sergi gezildi. Büyük heyecan meydana getirdi. Mehmet Çetin, aynı serginin Afyon’da da açılmasını istedi.

Fotoğrafları Afyon’a aktardık.
Panolara yerleştirilen fotoğrafların alt yazıları, bilgi ve heyecan yüklüydü ama yazılımına dikkat etmemiştik. Mehmet Çetin, fotoğrafların tamamının panolarını değiştirdi. Alt yazıların hepsini, güzel kalem, fırça tutuşuyla yeniden yazdı. Fotoğrafların her biri sanat eseri haline dönüştü. Bazı alt yazıları genişletti. Bir yaz tatilini ona harcadı. Afyon’a her hafta, va’za gittikçe benimle de istişare ederdi. Mehmet Özutku o günlerdeki çalışmaları anlatırken ekip olarak onların atölyelerinde her gece sabahlara kadar çalıştıklarını, Mehmet Çetin’in marangozluk ustalığının, sergiyi sanat haline dönüştüğünü ifade etti. Komünist Mezalimi Fotoğraf Sergisine Necmettin Erişen başta olmak üzere, ben ve birkaç Konyalı arkadaş ruh verdik ama sergiyi Mehmet Çetin, sanat haline getirip gün yüzüne, el yüzüne çıkardı. Sunucu genç arkadaşlarımız can verdiler.

Komünist mezalimi anlatan fotoğraf sergisini yeni haliyle Afyon’da da sergiledik. Sergiyi görmek için, gelmeyen Afyonlu kalmadı. Genç bir öğrenci ziyaretçiyi alıyor, bilgi suna suna bir saatlik propagandaya muhatap ediyordu. Yoldan geçen girse davaya inanmış olarak ayrılıyordu. Sergiyi gezen bir binbaşı yanıma geldi. “Sergiyi Askeri İstihbarat mı düzenledi?” diye sordu. Ben ona serüvenini anlattım. Fotoğrafları Necmettin Erişen ile bizzat benim dahil olduğum bir grup Konyalı arkadaşın topladığını, ilk sergilemeyi Konya’da yaptığımızı, alt yazıları Konya’da, bizim hazırladığımızı, yazıların hepsinin tabiri caizse hattatının, bir öğretmen olduğunu, hiçbir istihbarat kuruluşu ile ilgisinin olmadığını anlattım. “Böyle dev bir çalışmayı, şu çocukların yaptığına inanmıyorum” diyerek lise öğrencisi bir sunucumuzu gösterdi. Gerçeğe inandıramadım.

(Sergi muhtelif illerde sergilendi. Kayseri ve Isparta’da sergilenmesinin başında sorumlu olarak ben bulundum. Her akşam arkadaşlarla değerlendirme yapıyorduk. Heyecan verici tespitler vardı. Maalesef yazmamıştık. Kayseri de sorumluluğu Mehmet Tutar, Ali Ay gibi İmam Hatip Okulu öğrencileri üstlenmişti. Ben ve İstanbul’dan giden Üniversite öğrencileri, öğrenci evlerinde kalıyor, sabah ve öğleyin peynir, zeytin yiyor, akşamları yaptıkları tek çeşit yemekle idare ediyorduk.)


Akait Kitabı’na Katkısı
Aykut Edibali tarafından hazırlanan ve Necmettin Erişen adına neşredilen “Gerçek Emperyalizm” teşkilat adına ilk kitabımız oldu. Hacmi küçük, muhtevası büyük bu eser, siyaset manifestosu gibiydi. Üzerinde hassasiyet gösterdiğimiz konulardan biri de akait safiyetiydi. Hareketin başladığı ilk günden itibaren akait konusu üzerinde duruyorduk. Biz Konyalıların davete “evet” dememiz de bu konuda etkili olmuştur. Belki medrese hocası Seyyit Ahsen hocayı da bu konu etkilemiştir. Bu konunun bir temel kaynağa dayanması gerekiyordu. Bunun için Osmanlı döneminde medreselerde ders kitabı olarak okutulan, Maturidi Akaidi’nin manifestosu sayılan Ömer Nesefi’nin kitabının tercümesine karar verildi.
Tercüme, Mehmet Çetin’in dil yönünden desteği ile Seyyit Ahsen hoca tarafından, Şerh bölümü, Seyyit Ahsen Hoca’nın Arapça kaynaklardan nakliyle, Aykut Edibali tarafından yapıldı. Şerh bölümünde de Mehmet Çetin’in katkıları olmuştur. Bir şaheser olan “GİRİŞ” bölümünde kendi ifadesiyle Yavuz Aslan Argun’un da katkıları olmuştur. Yani bu değerli eser, adı geçen şahıslar tarafından gerçekleştirilen kollektif bir çalışmanın ürünüdür.

Bu kitap, beşli, altılı kişilerden oluşan “Kültür Çalışmaları”mızın ana kitaplarındandır. Onlarca baskısı yapıldı. Yeni baskılarının yapılması gerekir. Bazı arkadaşlarımızın akait konusunda bazı akımlara kapılıp bu ölçüyü önemsemediklerini gördüm. Onlara bu temel eserimizi tekrar okumalarını, çok ciddi, ilmi gerekçeleri olmadan bu sınırı aşmamalarını tavsiye ettim. Bunda ısrar ediyorum.

İstanbul’a İntikal
Ben Afyon Merkez vaizliğinden yedek subay askerlik için ayrıldım. Bu esnada sol örgütler, İstanbul’da Üniversitelerde faaliyetleri hızlandırdılar. Fakülteleri işgal etmeye başladılar. Ardından da sağcı öğrencileri okullarına sokmama kararı aldılar. Nitekim Yıldız Teknik Akademisi’nde solcular, bizim arkadaşları okullarından çıkardılar. Problem büyüktü. Konuyu çözmek üzere, bu akademide öğrenci beş arkadaşımızla birlikte Yavuz Aslanargun solcu öğrencilerle görüşmeye gider. Tatlı sert görüşürler, kısmen yumuşama olur. Ne var ki o gece akademi yurdu basılır ve bir öğrenci öldürülür. Bu olaydan bir gün önce anlaşmaya gelen beş öğrenci ile Yavuz Aslanargun tutuklanırlar.

Yalnız kalan hareketin lideri Aykut Edibali, Mehmet Çetin’in öğretmenlikten ayrılarak İstanbul’a gelmesini teklif eder. O da tereddüt etmeden kabul eder. Teşkilat çalışmalarının genel sorumluluğunu üstlenir. Artık teşkilatın Mehmet Ağabeyi’dir. Her konu ona ulaşmakta, o da bazen Aykut Edibali ile istişare ile, bazen kendi şahsi görüşleriyle teşkilat çalışmalarına rehberlik etmektedir.

Otağ Yayınevini Kurma
İstanbul’da ilk yaptığı iş, OTAĞ YAYINEVİ’ni kurmak olur. Yayınevinin sermayesinin başlangıcı, onun yedi senelik Emekli Sandığı kesintilerinden geri alınan parası olur. Şöyle ki öğretmenlikten istifa ile ayrılınca, dilekçeyle müracaat edip, emeklilik için kesilen paralarını geri ister. O tarihlerde kanunlar, yönetmelikler buna müsaitti. Bu bir daha memuriyete dönmemek üzere gemileri yakmak demektir. İade aldığı emekli kesintileri, yayınevinin kurulmasında kullanılır. Ne yüksek bir fedakârlık. Aykut Edibali tarafından hazırlanan kitapların neşri ile başlayan yayınevi, ben askerden döndüğüm zaman oldukça gelişmişti. Hatta üniversiteli arkadaşlarımızın meccanen çalıştığı dizgi aletlerine bile kavuşmuştu.
Bu bina İstanbul Çalışmalarının da merkeziydi. Yayınevi’nin daha geniş bir yere nakli gerekiyordu. Önce bodrum üstü iki katlı bir bina bulundu. Bunun bodrum katı dizgi atölyesi yapıldı. Sorumluluğunu Sabahattin isimli bir arkadaşımız yapıyordu. Zemin katı, caddeye bakıyordu, kitabevi haline getirildi. Sorumluluğu Abdüllatif Metin yüklendi. Üst kat, toplantı ve çalışma kısmı oldu. Ona göre dizayn edildi. Bundan sonra Mehmet Çetin Ağabey, ağırlıklı olarak bu binanın ikinci katında kalmaya başladı.

Teşkilat Çalışmalarında İstişarelerim
Askerlikten 1972 Mart ayında terhis oldum. Liderimiz Aykut Edibali’nin isteği, benim İstanbul’da kalmam yönündeydi. İstanbul’da vaiz olmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’na müracaat ettim. İstanbul’a tayinimin olamayacağı anlaşılınca Mehmet Çetin Ağabey, yarı şaka “Senin tayinin Yeniden Milli Mücadele mecmuasına oldu” dedi ve ben de bir şey demeden kabul ettim. Evimi İstanbul’a taşıdım. Artık Mehmet Çetin Ağabey’in yardımcısı halindeydim. Her an birlikte bulunuyor, her konuda benimle istişarede bulunmadan karar vermiyordu.

Anadolu’daki illerdeki çalışmaları kontrol altına alma ihtiyacı doğdu. Önce Ordu iline gittim. Tespitlerimizden sonra, Mahmut Özbay’ı sorumlu yaptık. Ardından, Giresun, Trabzon, Erzurum, Gümüşhane, Tokat, Sivas, Kayseri illerine gittim. Geniş bir tespit yaptım. Sonuçları Mehmet Çetin Ağabey ile değerlendirdik. Türkiye’nin bir çok iline gidip, problemlerini mahallinde tespit imkanım oldu. İllerdeki sorumluların ayda bir defa İstanbul’a gelerek rapor vermelerini teklif ettim. Teklifim kabul gördü. Böylece illerle periyodik irtibat kurulmuş oldu. Bu uygulama çok önemli sonuç verdi. Benim teşkilatı yakından tanımamı sağladı. İllerdeki sorumlularla abi-kardeş bağımız güçlendi.

Artık il il, ilçe ilçe Anadolu İstanbul’a akıyordu. Her gün sorumlular geliyor, ben onları dinliyor, tespitlerimi yapıyor, Mehmet Çetin ağabey ile değerlendirip, istişare edip, sorumlulara heyecan tazeleyip gönderiyorduk. İhtiyaç oldukça ben illere giderek ilgiyi sürdürüyorduk. Mücadele Birliği çığ gibi büyüyordu. Periyodik olarak haftalık seminerler sürüyordu. Mahallerinde organizeyle konferanslar, anma günleri yapılıyor, ilmek ilmek Türkiye dokunuyordu. Mücadele Hareketi dev adımlarla ilerliyordu.
Ziya Belviranlı ile bazı arkadaşların ihtilafından ilk geldiğim günlerde haberdar olmuştum. Giderek huzursuzluk boyutuna ulaşmış. Aslında ben askerlikten dönmeden de mecmua yazı kadrosundan ayrılanlar olmuş. Necmettin Türinay, Selim Arkoç bunlar arasındadır. Bu ilk ayrılışlar+ın sebebini de, serüvenini de hâlâ bilmiyorum. Geleneğimizde, bu tip konuları araştırmak güvensizlik konusu sayılırdı. Mecmuanın sahipliğinin devri söz konusu oldu. Otağ binasında, Aykut Edibali ile Mehmet Çetin bu konuyu görüşmüşler. Derginin sahipliğini benim üstlenmemi istediler. Ziya Belviranlı ile Noter’e giderek, işlemleri yaptırdık.

Gazete Hazırlığı
Haftalık “Yeniden Milli Mücadele” mecmuası kaç yüzüncü sayıya ulaşmıştı. Bir mecmua için olmayacak şeyler oluyordu. Bittiği için aynı hafta ikinci baskısı yapılan sayılar oluyordu. Aylık “PINAR” dergisi Türkiye’nin edebiyat ve sanat rehberi olmuştu. Önemli bir ihtiyacı gideriyordu. Üç ayda bir yayınlanan “GERÇEK” dergisi, benzeri çalışmalara model oluyordu. Gündelik gazeteye ihtiyaç hâsıl olmuştu. Özel radyo ve televizyonlar zaten yoktu.

Gazete çalışmalarını organize etmek üzere Yıldırım Kemal Akıncı görevlendirildi. Liderimiz Aykut Edibali mecmuasındaki makalesinde gazetemizin çıkarılacağını ilan etti. İllerden gelen sorumlulara para ihtiyacımızı ulaştırdım. Gazete çıkarma heyecanı bütün teşkilatı sardı. İlk hazırlıklar, onun sağlığında yapıldı, ne var ki ömrü gazetelerimizin çıkmasına yetişmedi. Gazetemiz Bayrak, vefatından bir sene sonra çıkmaya başlayacaktır.

Mirza Hayıt’ın Kitabı
Dr. Mirza Hayıt tarafından hazırlanıp, çeşitli Avrupa dillerinde neşredilen “Rusya İle Çin Arasında Türkistan” isimli eserin Türkçe yayınını Otağ Yayınevi üstlendi. Almanca çevirisinden Rusça da bilen, Yugoslav menşeli bir Türk profesöre çevirisi yaptırıldı. Bu hoca çeşitli dillerdeki çevirileri ile kıyaslayarak tercümeyi uzun bir sürede tamamladı. Bu ham eseri, Mehmet Çetin neşre hazırladı. El yazılı eseri daktilo etti. Cümle düşüklüklerini, tercüme eden profesörle, hatta bizzat yazarı ile istişare ederek düzeltmeler yaptı. Alanında otorite bir kişinin eserinin, Türkçe tercümesinin de mükemmel olması gerekiyordu. Katkılarıyla bunu sağladı. Ayrıca aylarca çalışarak, özel isimler indeksini çıkardı.

Ayağının Kırılması
Bir akşam evlerimize birlikte dönüyorduk. Ayağının üzerine basamıyordu. Ayağının burkulduğunu söyledi. “Akşama kadar sızladı” dedi. Otobüste, ayakkabısını ve çorabını çıkarıp gösterdi. Ayağının parmaklar tarafında bayağı şişlik vardı. “Tashihi yapılacak kitaplar var. Onları yanıma aldım. Yarın evde çalışacağım” dedi. Ertesi gün onu, Yavuz Arslanargun doktora götürmüş. Ayağında kırık varmış. Alçıya almışlar. Haber aldık. Evinde ziyaret ettik, geçmiş olsun dedik. Doğrusu çok sağlıklı görmüştük. Ancak bir daha Otağ binasına gelemedi.

Vefat Olayı: 27 Şubat 1975
Bana en zor bu başlığın altının doldurulması geldi. Nerden nasıl başlayacağımı bir türlü bilemedim.
Ölüm tehlikesi söz konusu bile edilemezdi. Nihayet ayağında bir çatlak vardı ve o da iyileşmek üzereydi. O gün alçıyı aldırıp Otağ’a gelecekti. Onun yerine bize ölüm haberi ulaştı. Vefat tarihi, 27 Şubat 1975. Bu konuyu, vefatı esnasında yanında olan Yavuz Aslanargun’a, telefon edip, özellikle sordum. Anlattıklarını aynen arz etmek istiyorum.

“Sabahın erken saatindeydi. Yılmaz Karaoğlu arkadaşımızla, alçıyı aldırmak için hastaneye götürmek üzere, Mehmet Ağabey’in evlerine geldik.(Evi, Üsküdar, Sultantepe mahallesi,Yeşilbayır sokağında, aynı adlı apartmanın ikinci katındaydı). Hazırlanmış, bekliyormuş. Yılmaz bir koluna, ben bir koluna girip, aşağıya indirdik. Arabanın ön koltuğunu iyice geriye yatırdım. Mehmet Çetin, arabanın içine girerken aniden rahatsızlandı. Telaşa kapıldık. Süratle yerleşmesini sağladık. Arabayı Yılmaz Karaoğlu kullanıyordu. Süratle Nümune Hastanesine ulaştırdık. Bu esnada kalp krizi geçiriyormuş, doktorlar kalp mesajı yapmaya başladılar. Beş dakikalık gayretten, masajdan sonra acı haberi ulaştırdılar. Beynimizden vurulmuşa döndük. Acı haberi, Aykut Edibali’ye ulaştırdık. Tabii ki o da çok üzüldü. Sonra mecmuaya haber ulaştı.”

Tabii ki ilk duyanlardan biri de bendim. Uzun süre habere inanamadım.
Defin işlemi için prosedür tamamlandı. Memleketi Afyon’a götürüldü. Orda defnedildi. Arkadaşların bir kısmı bir otobüsle Afyon’a hareket ettiler. Gidenler içinde, Aykut Edibali ve Yavuz Aslanargun tabii olarak vardı. Ben de vardım. Bir ay boyunca Mecmua, arkadaşlarımızın ve sevenlerinin akınına uğradı. O günün üzüntü dolu heyecanını gün gibi hatırlıyorum, hatırladıkça üzülüyorum. Allah gani gani rahmet buyursun.

Ölüm sebebi olarak şöyle bir yorum duydum. Ayağındaki çatlak esnasında kopan küçücük kemik parçası damara girip, kanla birlikte seyire başlarmış, uzun süre sonra partikür kalp damarlarına ulaşmış. vefatına sebep olmuş.. Tabii ki olabilir. Ayrıca oldukça kiloluydu. 135 kilo olduğunu söylemişti. Ondan da kalp sektesi geçirmiş olabilir. Gayet sağlıklıydı. Önemli bir şikayeti yoktu.
Bizi sevenler mecmuaya koştular. O günlerdeki sağcı gazetelerin sahipleri, akademisyenler, esnaflar, Ahmet Davudoğlu’nun babası Mehmet Davudoğlu abi, Darulaceze müdürü Hilmi bey vs. gelerek taziyelerini bildirdiler. Macaristan’ın Milliyetçi Liderlerinden Prof. İmre Thod, Mehmet Çetin’i çok seviyordu. Zaman zaman Otağ binasına gelirdi. Mehmet Çetin Abi’nin, “Rusya ile Çin Arasında TÜRKİSTAN” isimli kitabı yayına hazırlamakta olduğunu biliyordu. Bütün hayatını komünizm ile mücadeleye hasreden bu zat her menfî olaydan işkilleniyordu. “Mehmet Çetin’ nin vefatında gizli bir suikast var mı, olabilir mi? Araştırdınız mı?” diye sorular tevcih etti. Şöyle anlattı: “Rusya istihbaratında bir takım cinayet metotları var. Bunlardan biri de kimyasal metotlardır. Mesela arabasının kapağına bir sıvı sürerler veya camına sürerler, O eliyle siliverir. Bu esnada kimyasal madde kalbine tesir eder. Kişi enfarktüs geçirir.” dedi. Ben de bunun asla mümkün olmayacağını, vefatı esnasında yanında en yakın arkadaşlarının olduğunu anlattım. Bu olaya milyonda bir bile ihtimal vermiyordum, hiç bir zaman vermem de. Daha sonra arkadaşlarımızdan böyle şeyler işittim de onun için not ettim.

Eşi Ve Çocukları
Vefat ettiği zaman kızı Halime on yaşında, oğlu Mustafa sekiz yaşındaydı. Öksüz kaldılar. İlk zamanlarda teşkilat olarak iyi sahiplendiğimizi söyleyebilirim. Otağ Yayınevi’nin sahipliği Mehmet Çetin’in üzerineydi. Önemli bir problem olmadan sahipliği başkası üzerine devredildi. Evinin kirasını ödüyor, diğer arkadaşlarımızın aldığı kadar aylığı (kıt kanaat geçinme) ona da veriyorduk. Yavuz Aslanargun, Mehmet Çetin’in yadigârlarıyla hem ilgileniyor, hem de aylık parasını ulaştırıyordu. Sonra benim oturduğum sitenin başka bloğuna taşındılar. Aylıklarını, kiralarını eşimle gönderdim. Ben teşkilat çalışmalarındaki sorumluluğumdan ameliyatım dolayısıyla ayrı kaldıktan sonra (1978 ekim ayı), aylık para ulaşımında bazı aksamalar olmuş. Eşim aracılığı ile haberdar oldum. Konuyu sorumluluğu üstlenen Mustafa Sağ’a ulaştırdım. 1979 ağustosunda ben ayrıldıktan sonra, dağılma sürecindeki curcunada, daha çok sıkıntı yaşadıklarını öğrendim. Sonra nasıl çözümlediler bilmiyorum. Konuyu telefonla Mustafa Çetin’e sordum. Çok sıkıntı geçirdiklerini, teşkilat sorumlularıyla görüşmelerinde ilgi görmediklerini anlattı. “Bunları ben yazabilir miyim” dedim. O da “isterseniz yazın, biz bunca sıkıntıyı yaşadıktan sonra yazsanız da değişmez” dedi. Hatta, “İrfan Abi, hayat sıkıntıdan ibaret değil mi” diyerek kaderine rıza ifadeleri kullandı. Teşkilat çalışmalarından kopan arkadaşımızın Pınar Dergisi etrafında oluşturduğu grup tarafından sahiplenildiği haberlerini aldım. Onlara teşekkür ederim. Mustafa elektrik mühendisi oldu. Mustafa çetin, Uluslararası büyük bir holdingde müdürlük görevleri yaptı. Telefonla görüşmemde emekli olduğunu söyledi. “Şimdi ufak tefek proje işleri yapıyorum” dedi.
Kızı Halime Fransızca öğretmeni oldu. Mustafa ablasının evlendikten sonra görev almadığını, çocuklarını büyüttüğünü anlattı. Anneleri Halime hanımı birkaç defa Mekke’de, Umre’de gördüm.

Ardından
Bizim kültür grubumuz içinde Mehmet Çetin Ağabey kadar çok dua alan kimse olmamıştır. Vefatından bir müddet sonra Türkiye’de, arkadaşlarımızın bulunduğu her il ve ilçede, hatta bazı köylerde, Kıbrıs’ta, Türk işçilerinin bulunduğu Avrupa ülkelerinde mevlitler okutuldu, hatimler inildi, ona özel dualar yapıldı.
Arkadaşlarımız onu hiç unutmadılar. Aykut Edibali başmakalesinde onu anlattı. Mecmuada özel sayfalar açıldı. Hakkında yazılar, onlarca sayı sürdü. Her sene onun ölüm yıldönümü Mecmuanın en önemli konusu oldu. Teşkilattan ayrılan veya bağını sürdüren bütün arkadaşlarımız onu saygıyla, dualarla anarlar. Allah rahmet eylesin. Amelleri makbul, hiizmetleri mecûr, Ahiret yurdu Cennet olsun. Amin….


İrfan Küçükköy

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.