ÖMRÜMÜZÜN SIK DOKUNMUŞ KARANLIĞINA BİR NAZİRE...
Mecidiyeköy?de, nefes darlığı çeken bir hasta gibi, açık pencerelerinden bütün rüzgarı içine çeken, dış görünümü pek de prestijli durmayan, ancak, içi sıcacık, insana yuva hissi veren o eski binadayım işte.
Bana, penceresinden bir avuç İstanbul gösteren her bina, benim için kutsal mekan.
Ofisimde, ikindi güneşiyle yüzündeki tozu ayyuka çıkan o geniş camların ardında, kısa aralıklarla yan yana dizilen otuz civarında bilgisayarlı masalardan birindeyim. Güneyim, Büyükdere Caddesi... Ali Sami Yen stadı solumda, sağımdaysa, soğuk tabiatını yüksek duvarlarıyla biraz daha derinden hissettiren Şişli Mezarlığı...
Mezarlığın, meydana nefes aldıran ağaçlarından, bazen bir araç kornasıyla, bazen de acı bir fren sesiyle, çoğu serçe, bir tomar kuş uçuşur. "Kuş işte..." deyip, küçümsemeyin: Dünyada bunca ağaç varken, rızkını mezarda arayan zavallılar olarak görmeyin o sevimli varlıkları.. Ben onları, ruhlarımızın muhabbetine vefayla icabet eden sadık birer dost olarak görürüm: Yıllarca gitmeyen çoktur, dedesinin, babasının, ailesinin mezarına. Ölüler, bu kuşlarla haber yollarlar ailelerine, sevdiklerine... Yalnızlıklarına yoldaş bilirler.
Belki de bu kuşlardan biridir, her gün konarlar pencereme.
Onlarla selam yollarım ben, uzaklarda uyuyan sevgili babama, dedeme, sevdiklerime...
Çekmecemdeki buğday taneleriyle sürekli yemlerim ben bu kuşları, sevgiyle... Canı bir avuca sığabilen, kanadı benekli bu kuşların bir çoğunun özel ismi vardır bende. Hepsini aynı isimle severim, o denli benziyor ki hepsi birbirine.
Ömrümün, sık dokunmuş şu karanlığını aşarım ben,
bu kuşların kanadıyla.
Ahmet Yürekli
16.12.2012.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.