İnsan, kalben ve bedenen nasıl rahat olur!
İnsan, fıtraten dindardır. Tarih boyunca insanlar şöyle veya böyle, bir dine bağlanmışlardır. Hatta hiçbir dine bağlı olmadıklarını söyleyenler bile, en azından ‘dinsizlik dini’nin esaslarına inanmaktadırlar. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ve Hz. Peygamber’e gelen din arasında özde bir fark yoktur. ’Allah katında din İslam’dır.’*ayeti, Hz. Muhammed’e (s.a.) gönderilen dini ifade ile beraber, bütün semavi dinleri de içine almaktadır.
İnsan, yemeye-içmeye mahkûm olduğu gibi, bir dine inanmaya da mahkûmdur. Din, sadece kul ile Allah arasında bir inanç bağından ibaret değildir. Dinin temelinde inanç bulunmakla beraber, dinin birçok meselesi doğrudan toplumla ilgilidir. Din, güzeli, iyiyi, doğruyu emreder; çirkini, kötüyü, yanlışı yasaklar. Dinin emriyle ilgili olarak, mesela şu ayete baklalım:
‘Allah'a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.’**
Burada emredilen, Allah’a ibadet ve değişik insan gruplarına iyiliktir. Toplum, insanların karşılıklı iyilikleriyle dengede durur.
Dinimiz, insanların toplum içinde birbirlerine zarar vermeden yaşamalarını emreder. Efendimizin de birçoklarımıza göre ayrıntı sayılabilecek birçok konuda bizleri uyarmıştır:
Ebû Muse’l-Eş’arî (r.a.) den nakledildiğine göre Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurdular: ‘Sizden biriniz bir mescide veya bir çarşıya ya da bir meclise elinde oklarla uğradığında, onların ucunu tutsun.’ Ebu Musâ dedi ki: ‘Allah’a yemin olsun ki, bu okların birbirimizin üzerine doğrultmadan bu dünyadan ayrılmadık.’ (1)
Hz. Peygamberin yaşadığı dönemde insanlar savunma amacı veya özel sebeple çoğu kez silahları yanlarında, hatta kılıç, ok ve hançerinin uçları açık bir şekilde sokakta, çarşıda yürürken veya mescitte namaz kılarken ve dahi cami’de otururken yakındaki kişilere dokunarak zarar verebilme ihtimaline karşı bu uyarıyı yapmıştır.
Allah Rasulü (r.a.), ön tedbir olarak, bu endişeden hareketle O, ‘kılıcın, kınından çıkarılmış olduğu halde alınıp verilmesini yasaklamıştı.’ (2)
O’nun, ‘ana-baba bir kardeşi bile olsa, bir din kardeşine demirle işaret eden kimseye meleklerin lanet edeceğini’(3) bildirmesi de aynı duyarlılığın sonucuydu. Bu konunun önemini netleştirmek için ve ‘hiç kimse kardeşine silahla işaret etmesin. Çünkü o bilmez ki, belki şeytan elini çekiverir de (kardeşini istemeden vurabilir) ve böylece bir Cehennem çukuruna yuvarlanmış olur,’(4) buyrulmaktadır. Bizdeki ‘şeytan doldurur’ sözünün kaynağı olan bu hadisle aynı bölümde yer alan, ‘bize silah çeken bizden değildir’ (5)hadisi bu konuda son noktayı koymakta ve hiçbir mü’minin, bu sıfatıyla din kardeşine silah çekemeyeceğini ifade etmektedir.
Sevgili Peygamberimiz bu mesajlarıyla 14 asır öncesinden sanki bizleri görüyormuşçasına uyarmıştır.
Yani, kaza kurşunuyla yakınlarını öldüren, sevincini ifade etmek için, en mutlu günlerini kutlamak için silahtan başka bir şey aklına gelmeyen insanların doğurdukları tehlike ve olumsuz sonuçlar bu uyarıların önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Hatta şaka veya korkutma kastıyla birbirine silah doğrultarak verilen kaza kurşunları ve çoğu zaman faili bile bulunamayan ‘maganda kurşunu’ deyip geçtiğimiz kendilerinin bile hangi cana kıydıklarını bilmeyen sorumsuzlar, yarın ilahî adaletten yakalarını asla kurtaramayacaktır.
Evet, dünyada iç çatışma, terör ve savaşın yoğun olduğu yerler hep Müslüman ülkeler, Müslüman halk kadın, çocuk, yaşlı, denmeden öldürülmeleri, hatta toplu katliamlara maruz kalmalarının vebalini hangi kral, hangi başbakan, hangi başkan’ her ne dersen de sorumlu Allah’a bu katliamların hesabını verebilecektir!.. Ve dahi biz Müslümanlar milyonlarca din kardeşlerimize yapılan bu haksızlıkların, tecavüzlerin, katliamların, vahşetin hesabını nasıl verebileceğiz..yoksa suçu yine Siyonistlere mi atacağımızı sanıyoruz’
Bırakın bir evi, bir mahalleyi, bir köyü, bir kasabayı, bir ilçeyi, bir şehri, bir ülkeyi, bir kıtayı, hatta bir kaç kıtada Müslümanların evlerini, barklarını, ırz ve namuslarını yakıp yıkan, milli servetlerini yağmalayan Siyonizm'in emir erlerinden başkası değildir. Ve batılı kapitalistler: demokratik toplum, özgür yaşam, insan hakları gibi Fravunî oyunları ile bütün insanlığı ve bizleri bu masallarıyla uyutarak, insanlık tarihinin en büyük katliamını gerçekleştiriyorlar’
Bu masalcılar iyi bilsin ki; şu âyet iyilerle kötüleri bir tutmanın ilâhî adalete uymayacağını ortaya koymaktadır:
‘Allah'a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.’ ***
Her şeyden önce bizim dinimiz, bırakın vurup kırmayı, öldürmeyi; yol üzerinde insanlara zarar verecek şeylerin kaldırılmasını bile imandan bir şube sayar.(6) Allah Rasulü’nün, başkalarına zarar vermeyi imanla ilişkilendirerek şöyle buyur muştur:
‘Müslüman, başkalarının elinden ve dilinden salim olduğu; mü’min ise, insanların, canları ve malları konusunda kendisinden emin olduğu kimsedir.’ (7) Onun için, mü’min, başkalarına zarar vermek bir yana, zarar verme potansiyeli taşıyan her hareketten de titizlikle kaçmak zorundadır. Toplum içinde yaşayan insanlar, kendilerinden önce başkalarını hesap etme alışkanlığını kazanırlarsa daha rahat bir hayat sürmenin yolunu da bulmuş olurlar.
‘Çünkü önce başkalarıyla ilgili hesabı yapıp onlara bir zararının dokunamayacağını anladıklarında, kendi alanlarının sınırlarını daha kolay belirleyecek ve işlemlerini gönül huzuru içinde yapacaklardır. Her şeyin merkezine kendi çıkarlarını koyan insanlar etraflarına fazla bakmadıkları için, bu çıkarları elde ederken kimlere zarar verdiklerini ancak şikâyetler çoğalınca anlarlar. Bu aşamadan itibaren çalışmalar ve düşmanlıklar başlayacağı için çoğu zaman iş işten geçmiş olur. İşte İslam Dini, her şeyin merkezine kendisini koyan bencil insan yerine, başkalarını da hesaba katarak, onlarla barış ve huzur içinde yaşayacak insan modelini hedeflemiş, Allah Rasulü de söz ve tatbikatlarıyla bunun nasıl yapılacağını göstermiştir.’(8)
Hadisi Şerif’i rivayet eden Ebu Muse’l-Eş’ari’ye ait acı bir itirafı dile getirmektedir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hicretin 42. yılında ortaya çıkan siyasi ve sosyal çalkantılara, Cemel ve Sıffîn gibi iç savaşlara yakinen şahit olmuş ve bunların Müslüman üzerinde ki tahribatı görmüştür. Müslümanların birbirlerine zarar vermemesi için oklarını, kılıçlarını korumaya almaları konusunda Hz. Peygamber’in hassasiyetini yansıtan bu hadisi naklederken, daha 30 yıl geçmeden, okları kılıçları birbirine karşı kullanır hale gelen Peygamber ümmetinin düştüğü durumu hayıflanarak anlatır.
Hicretin 74.yılında vefat eden Hz. Ömer’in oğlu Abdullah b. Ömer de, kendisine, ihramlıyken sivrisineğin öldürülmesinin hükmünü soran Iraklı bir adama, ‘şuna bakın, nebi(s.a.)’in torununu öldüren adamlar bana sivrisineğin öldürülmesini soruyor.’ Diyerek, o acı günleri aynı hayıflanma duygusuyla yâd etmiştir. (9)
Ve bir de şu ayete bakalım:
‘Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez.’ (10)
Kur’an, Müslümanlara, insanlara, topluma zarar vereceğinden korkulan terörist eylemlerde bulunma potansiyeline sahip odakların bu eylemlerini önlemeye yönelik bir korkutma ve caydırma girişimiyle ilgili ayete şöyle bildirilir:
‘Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.’ (11)
Keza, ahirete iman, toplumu meydana getiren fertleri kötülükten alı kor, iyiliklere ise sevk ve teşvik eder. Kadere inancımız, insanı gam ve kederden emniyete kavuşturur, gururdan kurtarır, zirvelere yükseldiklerinde başları dönmez, bunu Allah’ın lutfu olarak görürler, ene’leriyle sahip çıkmazlar. Hz. Süleyman gibi: ‘bu Rabbimin fazlındandır’derler. Hz. Peygamber, bu duruma işaret olarak şöyle der:
‘Mü’minin hali ne güzeldir! Eğer bir nimete mazhar olursa şükreder, sevap kazanır. Bir musibete uğrasa sabreder, yine sevap kazanır.’ (12)
İnsan, gerçek manada hür olabilmesi ‘O’na kul olmaktan’ geçer. ‘Yalnızca sana ibadet eder ve sadece Sen’den yardım dileriz.’diyebilmekten büyük hürriyet tasavvur olunmaz.’ (13)
Bir insanın hür olabilmesi, kalben ve bedenen rahat olabilmesi kendi elindedir’
Özetle bir de şu Kudsî Hadis’e bakalım:
‘Aziz ve Celîl olan Allah buyuruyor: ‘Ey Âdem oğlu, sana verdiğim şeye râzı olursan, kalben ve bedenen râhatlık içinde olursun, ayrıca övülürsün. Şâyet sana verdiğim kısmete râzı olmazsan, senin başına dünyâyı musallat ederim; o kadar ki, yabânî hayvanların çöllerde dolaşması gibi oradan oraya koşar durursun; İzzetim ve Celâlime yemîn olsun ki, dünyadan ancak senin için takdir ettiğim kadarını elde edebilirsin, hem de zemmedilmiş, aşağılanmış olursun.’ (14)
Mehmet Yürekli, 14.10.12, Adana.
Kanakça:
- *Al-i İmran, 19
- **Nisa, 36
- ***Maide, 33
- Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/400
- Ebu Davud, ‘Cihad’, 67
- Müslim, ‘Birr’, 125
- Buhari, ‘Fiten’, 7
- Buhari, ‘Fiten’, 7
- Müslim, ‘İman’, 12
- Tirmizi, ‘İman’, 12
- Ünal, İ. Hakkı, 40 Hadis Yorumu, DİP Yayınları, 2011
- Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/152; Buhari, ‘Edep’, 18
- Maide, 51
- Enfâl, 60
- Müslim, ‘Zühd’, 64
- E.Hamdi Yazır, V, 3111
- İbn Arabî, Mişkâtü’l-Envâr, 48
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.