İrfan Küçükköy

İrfan Küçükköy

Osman Yüksel Serdengeçti İle

Osman Yüksel Serdengeçti İle

osman-yuksel-serdengecti-001.jpg

Bir Hatıra

Osman Yüksel Serdengeçti İle

(Karanlığa Kükreyen Aslan)

Osman Yüksel Serdengeçti, 1917’de Antalya’nın Akseki ilçesinde dünyaya geldi. Dayısı ilçelerinde müftü idi. İlkokulu ve ortaokulu ilçesinde, liseyi Konya’da okudu. Biraz ara verdikten sonra 1940’da Ankara Dil tarih Coğrafya Fakültesi’ne girdi. 1944’de mezuniyetine bir ay kala Hüseyin Nihal Atsız’ın mahkemesine katılanların gösterilerine iştirakten Alpaslan Türkeş ve başka milliyetçilerle birlikte hapsedildi (3 Mayıs 1944 olayları). Berat etmesine rağmen okuldan kaydı silindi. O tarihlerde hak aramak hak getire. Okuldan atılması üzerine “Serdengeçti” dergisini çıkarmaya başladı. Dergide okuldan atılmasını protesto etmek üzere, solculara destek veren Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben “Yüksek Makamın Alçak Vekiline” başlığı ile bir dilekçe yazdı. Tekrar hapsedildi. Böylece Osman Yüksel’in yayıncılık hayatı ve hapis hayatı başladı. Her sayıdan sonra hapse girmemişse mutlaka soruşturma geçirdi. Otuz senede otuz üç sayı çıkan derginin her sayısı deprem oluşturdu. Bu kadar az sayıda çıkan hiçbir dergi bu kadar etkili olmamıştır.

Osman Yüksel’in her kitabı da olay olmuştur. “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler” isimli kitabı yazdıktan sonra hapishaneyi boyladı. Kitap toplatıldı. Uzun mahkemelerden sonra beraat etti. Ben bu kitabı lise yıllarımda okumuştum. Çok heyecanlanmıştım. O günkü Ankara’yı “Mabetsiz Şehir” diye anlatmıştı. CHP döneminde yeni mahalleler kuruluyor ve fakat cami yapılmıyordu. Şimdi bu ifadenin bir anlamı kalmamıştır. “Ayasofya Davası” isimli kitabından ve aynı isimli şiirlerinden dolayı da hapishaneyi boylamıştı. Soruşturmaya tabi tutulan kitaplarından biri de “Bu Millet Neden Ağlar?” isimli eseridir.

Ben Osman Yüksel Serdengeçti’yi ilk defa 1958 yılında imam-hatip okulu orta sınıfta iken tanıdım. Ders bitimi okuldan ayrıldık. Yanımda sınıf arkadaşım Hasan Elmas ile yolda gidiyoruz. Başımızda beyaz şeritli imam-hatip okulu şapkası var. Kırk yaşlarında bir adam yanımıza geldi. “Beni tanıdınız mı?”dedi. Biz de “tanıyamadık” dedik. “Ben Osman Yüksel Serdengeçti’yim. Bu ismi tanıdınız mı, duydunuz mu?” dedi. Biz de “duymadık” dedik. “Ben dergi çıkarıyorum. Adı ‘Serdengeçti’. Arkadaşlarınıza haber verin. Yarın okulunuza da uğrayacağım. Yeni sayısı çıktı da. Dağıtımını yapıyorum”. O tarihlerde dağıtım şirketleri ne gezer. Dergi çıktıktan sonra, çıkaranlar omuzlayacaklar, il il dolaşıp dergiyi pazarlayacaklar. Dergi bu. Üzerinde tarih var. Bir hafta geçmeden eskir. Bu, bizden önceki neslin kültürel faaliyetlerde ne kadar zor şartlarda olduğunu da, azimlerini de, gayretlerini de gösterir.

1961 seçimlerinde hapse düşmüştü. Okuldan kaçarak ziyaret etmiş ve bir de idare tarafından soruşturma geçirmiştik. Bir arkadaşım millî meseleler karşısındaki yüksek heyecanımı Osman Yüksel Serdengeçti’ye benzetmişti. Doğrusu bundan bir gurur duymuştum.

1968 yılında, gençliğimizin baharında Mücadele Birliği çalışmalarını yürüttüğümüz heyecan yıllarımızda Necmettin Erişen arkadaşımla Osman Yüksel Serdengeçti’yi ziyaret etmek üzere TBMM’ye gittik. Necmettin Erişen ile yakından tanışıyorlarmış. Bütçe görüşmeleri sebebiyle meclis erken toplanmış. Mola aralığını beklemeye başladık. Ayrıca sekreterya görevlileri ile haber ulaştırdık. Beklesinler, demiş.

Meclisin kafeterya bölümüne geçtik. O tarihlerde bu bölüme “Meclis Kantini” derlerdi. Milletvekilleri ile ziyaretçileri burada buluşurlardı. Beklerken eskiden tanıdığımız birkaç milletvekili ve senatörle görüştük. Görüştüklerimizden biri de, MNP ve devamı partilerin kurucularından olan Süleyman Arif Emre idi.

Süleyman Arif Emre’nin yanından ayrıldık. Konya senatörü Muzaffer Demirtaş ile karşılaştık. Selamlaştık, kucaklaştık. Hoş beş esnasında Osman abi geldi. Bizi kucakladı. “Şimdi” dedi. “Oturum başlıyor, benim katılmam gerekir. Diyanet bütçesi görüşülüyor. CHP milletvekilleri ha bire aleyhte önerge veriyorlar. Söz istiyorlar. Bazıları Diyanet bütçesine daha doğrusu Diyanetin varlığına karşı çıkıyorlar. Benim bu oturumda bulunmam lazım” dedi. Bizi sıkı sıkıya tembih etti. “Aman ayrılmayın. Akşam yedide biter. Beraber bizim eve gideriz” dedi. Biz meclisin muhtelif yerlerinde saat doldurduk.

Saat yirmi, yirmi otuz civarında yanımıza geldi. Hava iyice kararmıştı. Eylül sonu idi ve günler hayli kısalmıştı. Birlikte yürüyerek evine gittik. İki katlı bir ev idi. “Lojman mı?” diye sordum. “Yok, canım, kiralık” diye karşılık verdi. Hanımı memleketine gitmiş. Evde yalnızdı. Bize kahvaltı hazırlamak istedi. Biz tok olduğumuzu söyledik. Meclis lokantasında yemek yemiştik. Yemeklerin ne kadar ucuz olduğunu görüp hayret etmiştik. Bize Akseki ilçesindeki kendi bağının üzümlerinden yapılan pekmez şerbeti ikram etti. O tarihlerde kola yaygın değildi. Evlerde misafirlere soğukluk olarak limonata ikram edilirdi. Sohbet gece saat üçe kadar sürdü. Sohbet adamı ile konuşmanın zevki bir başka oluyor.

O gece Osman Yüksel abi bize yeni parti teşebbüsünü şöyle anlattı: “Bizim muhalif grubun hiç biri başkan olmak istemiyor. Ama her birinin bir ayrı başkan adayı var”. Böyle dedikten sonra konuyu anlayıp anlamadığımızı kontrol için bizi gözüyle süzdü. Tebessüm ederek anladığımızı gösterdik. Şöyle devam etti: “Benim başkan adayım Osman Turan abi. Ondan” dedi. “Parti tüzüğü hazırlamasını istedik. O da maşallah, Evliya Çelebi. Fransa’dan döneli bir hafta oldu. ABD’ye gitti. Şimdi ABD’de. Bir üniversitede konferans verecekmiş. Ben dedim ki kendisine ‘ Ya hu, ABD’den iktidar partisinin tüzüğünü getir. Partimize tüzük yapalım. Sizi parti tüzüğü hazırlama zahmetinden kurtaralım”.

İhtilal rüzgârı eserken ilk seçimlerde hapse girmişti. Biz Konya İmam-Hatip Okulu’nda öğrenciyiz. Bir gün ziyaretine gittik. Ertesi günü disipline çağrıldık. Uyarı cezaları aldık. Bu gece bu olayı da kendisine anlattım. “Serdengeçti tufanı başka sellere de yol açmış” dedi. Belki ilerde o gece dinlediğimiz espirilerden bir demet sunarım.

Bir gün bir kitabevinden çıkarken gördüm. Parkinson hastalığına yakalanmış, eli titriyordu. “Geçmiş olsun” dedim. O her şeyden bir nükte çıkarıyordu. “Başbuğ Türkeş ‘Titre ve kendine dön’ dedi. Titremeye başladım. Ne zaman kendimize döneceğim, bilmiyorum” dedi.

İsmi geçenlerden Allah razı olsun Allah rahmet eylesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Küçükköy Arşivi