Mustafa Yürekli

Mustafa Yürekli

Türkler ve Kürtler Hz.Yusuf'un kardeşlerine söylediği sözü söylemeli...

Türkler ve Kürtler Hz.Yusuf'un kardeşlerine söylediği sözü söylemeli...

Mustafa Yürekli, Türkler ile Kürtlerin Evs ve Hazreç kabileleri haline getirilmek istendi, diyor. Tek kurtuluşun da İslam kardeşliği olduğunu vurguluyor. Hz.Yusuf'un kardeşlerine söylediği "Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok." sözünü birbirlerimize söylemeye çağırıyor.

Milletimiz, Tanzimat'tan beri devletiyle oynanmasından bıktı. 20 yüzyılda devletimizle o kadar çok oynandı ki.. Cumhuriyet döneminde, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarıyla devletimiz üç kez değiştirildi.. Her anayasayla daha da kötüleştiğinden devleti iyileştirme bahanesiyle peş peşe cuntalar gözlerini kararttı. Darbelerle her devletle oynama, daha çok yıkım, daha çok bunalım ve daha çok bozgun getirdi.

Devletimiz, milli iradeyi gözetmeye başlayınca, ülkemiz kendine geldi. Toplumumuz, sağlığına kavuşmakta.. Devlet, anayasa değişiklikleriyle yenilenmekte.. Milletimiz devletin hakikat medeniyetinde yenilenmesini ve devleti Akl-ı Selim ve Kalb-i Selim ile buluşturup iyileştirilmesini beklemektedir. Son olarak terörü bitirme ve yeni anayasa yapma hamlelerine hazırlanan Türkiye, adaletli, üreten, güçlü ve bağımsız ülke olma umudu ve heyecanı veriyor.

Devlet aklının, yabancılaşmış iktidarlar yüzünden bugüne kadar nasıl işlediğini biliyoruz. Göçlerle şehirleri kuşatan insanımızı devlet karşılamadı, varoşlara yerleşirken yardımcı olmadı, koca koca ilçeleri orman arazisi görmekte inat etti. İktidarları alt yapıları yapmaya seçimler zorladı.. Gelişmeleri yabancı gözlerle seyreden devlet, temel hak ve özgürlükleri insanımıza çok gördü; milletimiz, haklarını, yıllar süren mücadelelerle eksik olarak alabilmektedir.. Belediyeler, varoşlara alt yapıyı geç ve eksik götürmüştür.

Dünya güçleri, iki yüz yıldır yeryüzünü şiddetle yönetiyor. Modern dünyada şiddet ve terör uluslararası ilişkilerin araçlarından biri haline geldi; ticari, politik ve diplomatik bir araç. Millete yabancılaşmış iktidarlar tarafından, 1950 sonrasında, devlet takma Batılı akılla yönetilirken, göç ve terörü adeta eşleştirdi; yabancılaşma, hengame ve şiddet darbelerin dinamiği oldu. 1960 darbesiyle başlatılan terör, her darbede biraz daha büyüyerek, 12 Mart'ta örgütlü hale geldi, 12 Eylül'de PKK'ya dönüştü, ülkede yer kazandı. Terör, yarım asırda onbinlerce insanımızın canına kıydı, ülkemizi güçsüz ve etkisiz bıraktı. Son yarım asırdır darbe ortamları hazırlamada kullanılan terörün ülkemize verdiği sosyal, ekonomik ve siyasi zarar, milletimiz tarafından çok iyi bilinmektedir. Devleti Akl-ı Selim'den uzaklaştıranlar, dünya güçlerinin dayatması olan Türkleri ve Kürtleri Evs ve Hazreç haline getirme politikası yürütmektedir.

İslâm dini gelmeden önceki cahiliye devrinde kabilecilik, kavmiyetçilik ve ırkçılık had safhadaydı. Kendilerini diğer ırk ve kabilelerden üstün gören topluluklar arasında bin yıl süren kan davaları bulunuyordu. Medine'de Evs ve Hazreç kabileleri bunun en açık örneğiydi. Hz. Peygamber'in hicreti esnasında, Medine'de Evs ve Hazrec adlı iki Arap kabilesiyle birlikte, Kaynuka, Nadîr ve Kurayzaoğulları adlı üç Yahudi kabilesi de vardı. Arap kabileleri buraya "Seylü'l Arim" denilen sel felâketinden sonra Yemen'den; Yahudiler ise, Romalıların Kudüs'ü işgal ve tahriplerinden sonra Kudüs'ten gelip yerleşmişlerdi. Başlangıçta, bir müddet Araplarla Yahudiler iyi geçinmişlerse de, Yahudilerin çıkarcı davranışları yüzünden zamanla araları açılmış, Arablar Yahudileri yenerek Medine'de hâkim duruma gelmişlerdi. Fakat çok geçmeden Yahudilerin entrikaları ile birbirlerine düştüler ve iki kardeş kabile uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bu savaşların en sonuncusu Buas Harbi'dir. Hicretten yaklaşık 5 yıl önce sona eren ve bazı fâsılalarla tam 120 yıl süren bu savaşta her iki taraf da büyük kayıp vererek zayıf düşmüşlerdir. Bu yüzden, Hicret esnasında Yahudiler, özellikle ekonomik yönden Medine'de hâkim durumda bulunuyorlardı.

Evs ve Hazrec kabileleri, aralarındaki bu düşmanlığın ancak Rasûlullah (s.a.v.)'in hakemliği, İslâm'ın getirdiği adâlet, sevgi ve kaynaşma ile ortadan kalkabileceğini anlayarak Müslümanlığa sımsıkı bağlandılar. Gerçekten Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Medine'ye gelmesiyle, bu iki kardeş kabile arasında asırlarca sürmüş olan kin ve düşmanlıktan eser kalmamıştır. Bu iki kabileyi kardeş yaptı ve kan davalarını kaldırdı. "Hepiniz, toptan sımsıkı Allah'ın ipine (İslâm Dini'ne ve Kur'ân-ı Kerîm'e) sarılın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinizin düşmanları idiniz de O, kalblerinizi birleştirmişti. İşte O'nun bu nimeti sâyesinde kardeş olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarında iken sizi oradan da O kurtarmıştı." (Âl-i İmrân Sûresi, 103) ayeti, bu olayı anlatmaktadır. İslâm dini, kendinden önce ne kadar batıl davranış ve adetler varsa, hepsini kökünden söküp attı. Kur'ân-ı Kerîm "Bütün mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat Sûresi, Ayet: 10.) fermanıyla bu gerçeği bütün cihana ilan etti. Bediüzzaman "Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı iman ve Kur'ân'dır." (Münâzarât s. 99) tespitini yapar bu yüzden.

Millete yabancılaşan devlet, az kalsın terörü yüzyıllar sürecek bir kardeş savaşı haline getirecekti. Ankara ve İmralı, şerrin içinde hayır aramamalıdır. İyilikte kötülük ne gezer, kötülük kesin kötülüktür, içinde hayır barındırmaz. Allah'ın hayır olarak beyan ettiği her şey hayrın ta kendisi, şer olarak beyan ettiği her şey de şerrin ta kendisidir. Çünkü Kur'an-ı Kerim, apaçık bir şekilde "Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, si­zin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." ayet-i kerimesiyle nelerden hoşlanıp hoşlanmadığımıza dikkat etmeye davet etmektedir. Ayet-i kerimede, bazılarının sandığı gibi 'hayır görülende şer, şer görülende hayır olabileceği' değil, 'hoşumuza gitmeyen bir şeyde hayır', 'sevdiğimiz bir şeyde ise şer olabileceği'ne işaret vardır. Kürtler ve devlet, kötülükten hoşlanma, iyilikten hoşlanmama hastalığından ancak Kalb-i Selim'le kurtulabilir.. Dolayısıyla her iki taraf da birbirini şer üzere görerek, eleştiremez, hakka ve hayra davet edemezler. Hoşlarına giden kötülükten vaz geçip, hoşlarına gitmeyen iyiliğe sarılmaları gerekmektedir. Ankara'nın ve İmralı'nın Akl-ı Selim ile bakarak görmesi gereken gerçek, tek kurtuluşun, mülkün temeline yeniden adaleti koymak için bozgundan hakikat medeniyetine geçmek ve İslam kardeşliğini yeniden tesis etmek.. Devlet ile milleti kaynaştıracak Akl-ı Selim, Kürtleri ve Türkleri Kalb-i Selim'le buluşturacak, kendi medeniyetimizin barışına kavuşturacaktır.

İyilikte kötülük ne gezer, kötülük kesin kötülüktür, içinde hayır barındırmaz. Allah'ın hayır olarak beyan ettiği her şey hayrın ta kendisi, şer olarak beyan ettiği her şey de şerrin ta kendisidir. Çünkü Kur'an-ı Kerim, apaçık bir şekilde "Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, si­zin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." ayet-i kerimesiyle iyilikten hoşlanmaya davet etmektedir.

Ayet-i kerimede, bazılarının sandığı gibi 'hayır görülende şer, şer görülende hayır olabileceği' değil, 'hoşumuza gitmeyen bir şeyde hayır', 'sevdiğimiz bir şeyde ise şer olabileceği'ne işaret vardır. Devlet ve Kürtler kötülükten hoşlanma, iyilikten hoşlanmama hastalığından ancak Kalb-i Selim'le kurtulabilir. Dolayısıyla taraflar birbirini şer üzere görerek, eleştiremez, hakka ve hayra davet edemezler. Millet olarak hepimiz hoşumuza giden heva ve heveslerimizden, kötülükten vaz geçip, hoşumuza gitmeyen iyiliğe, Allah'ın ipine sarılmamız gerekmektedir.. Bunu ancak hakikat medeniyetinin adalet, merhamet ve şefkat ikliminde yakalanabilecek kardeşlik ruhuyla yapabiliriz..

Hz.Peygamber (s.a.v.) kötülük görüp Hicret ettiği Mekke'yi fethetti. Kabe'de ilk hutbesini okurken, Mekkelilerin şüphelerini de gidermek adına, şöyle buyurdu: "Benim halimle sizin haliniz, Hz.Yusuf'un kardeşlerine dediğinin tıpkısı olacaktır. Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de diyorum: "Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok."

Milletimiz, Kalb-i Selim'le Yusuf (a.s.)'ın duasını birbirine yapar..

Burada önemli olan, Ankara ile İmralı'nın ve Güneydoğu halkının da birbirine "Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de diyorum: "Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok." diyebilmesi.. Bu noktaya da ancak İslam kardeşliğiyle gelinebilir.


Mustafa Yürekli, Haber 7
mustafayurekli@gmail.com

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Yürekli Arşivi