İstikrarın en kestirme yolu!
İstisnalar kâideleri bozmaz. Enflasyonun ortaya koyduğu durum her yerde aynı. Enflasyonun ne demek olduğunu az çok biliyoruz… Hele hele yüksek enflasyonun malı, mülkü, varı, yoğu, ateşin odunu yediği gibi yiyip bitirdiğini de. İhracatla büyümeye tamam, ama tüketimle büyümenin bir ölçüsü olduğunu yine söylemeden geçemeyeceğim.
Hani finans olmadan, kredi olmadan, daha doğrusu borçlanma olmadan ekonomimiz bir şey üretemiyor diyorlar ya, işte yüksek enflasyon olgusunda buraya dikkat çekmek istiyorum. Zira burası gerçekten işin püf noktası… Tüketerek büyümek için borçlanıyoruz, borcu ödemek için tüketerek büyümeye çalışıyoruz. Sizce hangisi daha mantıklı? Bence hiçbiri!
İş dünyamız zâten “Bu faiz oranlarıyla, bu enflasyonla bırakın yeni yatırım yapmayı, mevcudu bile sürdürmek zor” gibi çeşitli mahallerde yapılan açıklamalarla ne mahiyette olduğunu gösteriyor. Faiz ve enflasyondan şikâyet ediyorlar. Elbette faiz ve enflasyon ikiz kardeş. Birlikte yiyor, birlikte içiyorlar. Dolayısıyla ekonominin normale dönmesi için bu ikiz kardeşin aynı anda ıslah edilmesigerekiyor.
Islah edilmezse ne olur, anlatayım… Yüksek enflasyon ve faiz ortamında kuru tutamayacağınız gibi üretim ve istihdam politikalarını belirlemek güçleşiyor. Üretimde, üreticinin finansman yükü hafifletilsin deniyor ama sürekli borçlanan üretici kesiminin enflasyona ne kadar katkı verdiği hesaba katılmıyor.
Neticede; 2022 Ekim enflasyonu itibariyle üretici fiyatları (ÜFE) yüzde 160 dayanmışsa bunun sebebi sadece enerji, ham madde tedariki olarak gösterilemez, diyorum.
Yapılması gereken şu: Dünya ile ilişkilerimizi düzeltmemiz, ithalat giderlerini ihracat gelirlerinin altına çekmemiz, kredi büyümesini makul seviyelere indirmemiz, cari açık ve bütçe dengesini normalde tutmamız, üretimi tüketimin üzerine çıkarmamız, turizm gelirlerimizi potansiyelimize yakın tutmamız, tamamen borçlanma değil, borçlanılsa da borçlanmayı ödenebilir düzeyde bulundurmamız şart.
Uluslararası kriterlere göre düşük seviyedeki borçlanmalar ve zirve büyümelerimiz bu kadar yüksek enflasyon yapıyorsa, demek ki bir Avrupa hatta Yunanistan gibi borçlanmada yüzde 100’leri geçsek kim bilir neler olacak?
Ekonomiyi “enflasyon gazı”yla boğmamak için aman büyümelere dikkat! Her şeyin olması gereken bir ölçüsü var… Ekonomide hiç kimsenin rahmetli Naim Süleymanoğlu gibi başının üzerine 350 -400 kiloyu kaldıracak kadar güçlü olduğunu zannetmiyorum, demek istiyorum.
Enflasyonun ne belâ olduğunu bilmeyenimiz yok gibi. Fakat bilmekten ziyade ekonomiyi pratikle hiç kimsenin şikâyet edemeyeceği şekilde yönetmek önemli. Binâenaleyh elzem olan ekonomiyi gerçekçilik, hak, hukuk manevi değerler potasında eriterek yürütebilmek.
Manevi değerlerimize, örf ve adetlerimize bağlı kalmadan ekonomiyi güçlendirmek kolay olmasa gerek. Ekonomide güçlü olmanın yolu; aynı doğrultuda, aynı fikir ve inançtaki birlik ve beraberlikten geçiyor.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın 2018 yılındaki bir konuşması gerçekten bu minvalde oldukça mânidar. Başkan Erbaş diyor ki: “İslâm fıkhının en önemli özelliklerinden biri, sabitelerin (dini esaslar ve naslar) korunması ile birlikte yenilenme imkânının olmasıdır. Fıkıh usulümüzdeki örf, maslahat, sedd-i zeria, zaruret ve ihtiyaç gibi kavramlar da bu yenilenmenin araçlarındandır. Bizler, İslâm’ın ve İslâm Peygamberi’nin hakikatini anlatma konusunda hep birlikte güçlerimizi artırmak, saflarımızı birleştirmek, aynı zamanda gençlerimizi kuşatan tehlikelerden korumak ve onların sorunları üzerinde yoğunlaşıp İslâmi çözümler bulmakla mükellefiz…”
Son bir, bir buçuk aydır ekonomi ilminden ve yüksek enflasyon belâsından bahsediyoruz. Dedik ya, “Enflasyonun yüksek olduğu yerde, deniz gibi tatlı bir bölge yok! Ekonomi, siyaset, hukuk hatta hayata dair her tat enflasyona bağlı…”
Tecrübeler gösteriyor ki, yüksek enflasyon sorununu çözemediğimiz sürece başımızı sıkıntıdan, sorundan, belâdan asla kurtaramayız. Yüksek enflasyon gerek ilmi ve dini, gerekse dinî değerlere göre mutlaka halledilmesi gereken ciddi bir mesele!
Ülkemiz dünyada en yüksek enflasyona sahip ülkelerin başında geliyor. Gıda fiyatlarında OECD ülkeleri arasında birinci sıradayız. Ekonomideki hastalığımız; birçok ham madde ve üretim gücüne sahip olduğumuz halde ithalata ve dolarizasyona dayalı iktisat modelini ısrarla uygulamaya çalışmamızdan kaynaklanıyor. Yani enflasyonu yerli ve milliüretimle değil mal ithalatıyla düşürme politikalarından bir türlü vazgeçemiyoruz.
Kıt kaynakları yiyip bitiriyoruz, üstüne üstlük bir de ithal ediyoruz... Hem de tüketimi borç alarak katlıyoruz… Tasarrufu aklımızın ucundan dâhi geçirmiyoruz. Sonuçta hep yüksek enflasyonla yaşamak zorunda kalıyoruz. Yakalandığımız ekonomik ve buna bağlı siyasi ve sosyal hastalıklar sebebiyle toplumsal birlikteliğimiz de sıkıntılar yaşıyor.
Geçmişteki birçok yazımda da ifade ettim…
Yüksek enflasyonun diğer kötü tarafı sarmal oluşturmak.Kısaca anlatayım… Para giderek değersizleştiğinden kimse tasarrufa yönelmez. Tüketim artar… Aşırı tüketim ise fiyatları yukarı çeker. Böylece yüksek enflasyondan dolayı kimse yerli parayı elinde tutmak istemez. Ay başındamaaşını alan adam gidip parasını dövize yatırarak en azından 1 aylık enflasyondan kendini korumaya çalışır.
Bir müddet sonra piyasa öyle bir duruma gelir ki artık günlük fiyat artışları nükseder. Hâne halkının alım gücü düşünce üretim geriler, işsizlik artar, vergi gelirleri azalır. Devlet; gelişmelere bir yere kadar müdâhale eder ama başaramaz... Para basmak zorunda kalır. Basılan para enflasyonu daha da büyütür. Öyle bir dönem gelir ki kısa vadelerde mal ve hizmet fiyatları katlanır… Aldığınız hiçbir malı ikinci defa aynı fiyattan yerine koyamazsınız.
Her zaman uyarıcı bir şekilde yazmaya çalışıyorum… Enflasyonun diğer kötü tarafı atalettir… Yani yüksek enflasyon, sürekli geleceğe yönelik belirsizlikleri pompalar; öngörüleri azaltır… yatırım imkânlarını zayıflatır. Beraberinde kesifleşen beklenti enflasyonu da, fiyat düzeylerini etkilemeye başladığında güven ve istikrarda çözülmeler baş gösterir. Böylece beklenti enflasyonuyla kronik enflasyon devrine girilmiş olur.
Yüksek enflasyon ataleti; adaleti ve toplumda gelir dağılımını bozar. Zirâ enflasyon zamanla kesimler arası rantaktarım mekanizmasına dönüşür. Buna üstü kapalı enflasyon vergisi de denebilir. Her enflasyon yükseldiğinde satın alma gücü o oranda düşer. İhtikâr, karaborsacılık yüksek enflasyonun ticari kolu olurken zengin daha zengin, fakir daha fakir hâle gelir.
Yüksek enflasyon. sosyal dengenin bozulmasıyla da yakından alâkalıdır. Öncelikle siyasi istikrar ortadan kalkar. Ülke siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarda kısır döngüye girer... Rüşvet, iltimas, adam kayırma, koltuk kapma, sahtekârlık, fuhuş, kumar, alkol ve madde bağımlılığı gibi kötü alışkanlıklar, yaralama, cinayet, kaçakçılık ve terör gibi asayiş olayları toplumun geneline yayılır. Halkta giderek dini zâfiyet yaygınlaşır. Dolayısıyla yüksek enflasyon o bölge ve ülkeye kara bir leke olarak yapışır.
Acı reçeteler içilse de istikrarın en kestirme yolu, popülistyaklaşımlardan uzaklaşmak, yüksek enflasyonu ülkeden kovmak ve denize dökmektir.
bursatv.com.tr/yazının devamı..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.