Songül Kundakçı Cansız

Songül Kundakçı Cansız

İnsanı Yaşatmak ya da İnsan Olmak

İnsanı Yaşatmak ya da İnsan Olmak

“Kızlarım küçük, sahip çıkarsınız değil mi?”

“Ey oğul! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Bu veciz söz; Osman Gazi’nin ruh mimarı Şeyh Edebalı’nın Osman Gazi’ye nasihatidir. Din, ırk, renk, soy söylemez bu cümlede Şeyh Edebalı; “insan” der.

Tasavvufta insan “zübde-i âlem”dir, “kâinatın özü, göz bebeği”. Divan edebiyatının son büyük şairi kabul edilen Şeyh Galip ne güzel söylemiş:

 “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”

O halde kâinatın göz bebeği insan, kendine saygıyla yaklaşmalı, iyi bakmalıdır.

İnsanı yaşatmak fikri, cihan hâkimiyeti ülküsü taşıyan Türk devlet geleneğinin de değişmez ilkesidir. Şeyh Edebalı’nın sözünde öğüt çok açık. Devlet millet içindir.

Korona günlerinde devlet vatandaşına sahip çıkmaya çalışıyor. Her şey insanı yaşatmak için. Çünkü millet güçlü, iyi, sağ selamet olursa devlet var olur.

Korona virüsüne karşı bütün dünyada verilen bir savaş var. Görünmeyen düşmana karşı sağlık çalışanları ön safta savaşıyor. Bizim yüce kitabımıza göre, kim bir insanı diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur. Düşünsenize, terazinin bir kefesinde bir insan, öbür kefesinde bütün insanlar ve terazi dengede hâlâ. İnsana verilen değer müthiş, müthiş…   Bir mesleğe bundan daha büyük bir iltifat olabilir mi?

İnsanı yaşatmak için çabalıyor hekimler. Canla başla, kahramanca ve bazen de ölümüne...

Bugün okuduğum bir haber, haber değil sanki kor: Annesini, babasını, kardeşini koronadan kaybeden Dr. Yavuz Kalaycı’nın koronadan ölmeden önceki son sözleri: “Kızlarım küçük, sahip çıkarsınız değil mi?”

Bu cümleyle içim yandı, boğazım düğümlendi.

Film olsaydı gözyaşlarıyla seyrederdik bu sahneyi; savaşın ortasında bir kahramanın felaketle sonuçlanan trajedisi. Film değil ama bu, gerçek. O, artık Yaratan’ın merhametine, iki küçük kız bu millete, devlete emanet. 

Devletin aldığı tedbirlere uymayanlar hâlâ “Peki, Zeki Müren de bizi görecek mi” kafasında. Evde sıkılanlar, bana bir şey olmaz diyenler, bu yaz denize giremezsem endişesi yaşayanlar; haberiniz var mı iki doktor kardeşin ölümünden? Az kaldı, böyle devam ederseniz  “Zeki Müren de sizi görecek.”

Kendilerini koruyamayıp hastalandılar diye sağlıkçılara öfkelenen ey devlet yetkilisi, bu haber seni de yaktı mı?

Demek evlerine gidemeyen sağlıkçıları misafir ettin, yemek verdin. Hem de bedava.

Demek onlar bunların değerini bilmeyip bir de hasta oldu. Bak, yetmedi bir de öldü.

Can pazarında canlara biçtiğin fiyat, yemek, yatak parası mı oldu? Olmadı, yakışmadı bu sözler. Sağlıkçılar gücendi, çok kırıldı. İnsan olan insanlar, ayıpladı.

Önce azar, sonra özür geldi. Boğaz dokuz boğumdur, bilmez misin? Bilmezsen kömür karası olur yüzün. Yanlış sözün yükü büyüktür. Allah’ın gücüne gider, tövbe gerekir.

Devlet, millet ve millete hizmet edenin yanında olmak zorundadır sayın vali. Olmadı, yakışmadı bu sözler.

***

Hikâye bu ya… Vakti zamanında çok iyi adam yaşarmış. O kadar düzgün bir hayat sürermiş ki kendinden emin olduğu için her zaman “Allah’ım, bana adaletinle davran.” diye dua edermiş. Ama bu adam sinekleri öldürürken alışılmışın çok uzağında bir tavır sergilermiş. Nasıl mı? Sinekleri yakalar, kanatlarını yolar ve karnına iğne batırarak öldürürmüş.

Eee, etme bulma dünyası bu. Bu dünya fani bir dünya,  kimsenin ettiği yanına kalmamış. Bir gün bu adamın karnına demir bir kazık saplanmış. Acıyla kıvranarak ölürken Allah’ım, ben sana ne yaptım da bana böyle acı bir ölümü reva gördün, diye sitem etmiş. O zaman öldürdüğü sinekler gözünün önüne getirilmiş.

Bu kısa hikâyeyi dinlediğimde dehşete düşmüştüm. Vay ki vay vay halimize. Öyle ki sineğin bile hakkını koruyan yüce bir adalet… Lakin “bile” den bile sakınmak gerek, böyle söylemiş bir veba salgınında vefat eden büyük şairimiz Fuzuli:  

“Karıncayı bile incitmem deme!            

Bile’den incinir karınca;

Söz söylemek irfan ister,

Anlamak insan.”

Velhasıl, insan olmak zor zanaat.

Melek değiliz hiç birimiz. Nefsimizin kurduğu tuzaklara bilerek veya bilmeyerek düştüğümüz, ruhumuzu utandırdığımız olmuştur. Ama kula tövbe yakışır. “Yalvar kul Allah’a yalvar” diyen Yunus Emre’ye kulak verip yalvaralım; Yaratan’ın adaletinden merhametine sığınalım.

Adaletle davranırsa Rahman ve Rahim olan, hafazanallah, başımıza ne gelir kim bilir?

Allah’a emanet olun sevgili okurlar!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Songül Kundakçı Cansız Arşivi