Songül Kundakçı Cansız

Songül Kundakçı Cansız

Roller Değişti, Hoş Geldin Adalet! Neye Niyet, Neye Kısmet!

Roller Değişti, Hoş Geldin Adalet! Neye Niyet, Neye Kısmet!

Bu bahar nelere niyet etmiştik, kısmetimize ne çıktı? Bir musibet kara bulut gibi çöktü üstümüze.

Çöksün, dağılır; her şerde bir hayır vardır elbette. Hayat her daim güllük gülistanlık değil ya. “Mevlâ görelim neyler/ Neylerse güzel eyler” deyip sabırla bekliyorum. Korona virüsü Türkiye’ye geldiğinden beri tedbiri elden bırakmadım, evden çıkmadım. Günü güne ekledim, haftaları haftalara, şimdi aylar sırada ama yetmedi, bitmedi adı batası virüs.

Devletimiz, var olsun, tedbirleri arttırarak devam ediyor. Adana büyükşehir olduğu için haliyle şehirden de çıkamıyoruz. Ne yaylalara geçit var, ne tarlaya ne bahçeye.

Nisan ayındayız, bu ayda Adana’da şölen vardır tabiatta. Çukurova, cennetten bir bahçedir. Portakal çiçekleri adeta İsa nefesi, eve kadar geliyor kışkırtan, baş döndüren güzellikte kokuları. Adana’da Portakal Çiçeği Festivali yapılamadı bu yıl virüs sebebiyle ama tabiatta festival var, süslenmiş taze gelin edalı, allı pullu doğa. Adeta ibadet halinde, coşkulu; Vareden’e şükrolsun! 

Sadece insan coşkusuz, umutsuz, şaşkın, endişeli. Caddeler, sokaklar kumrulara, kedilere, köpeklere, ördeklere emanet, insansız bomboş, ıssız. İlk defa bu kadar net duyuyor oğlum sesleri, şaşkın, soruyor: Bu kadar güzel mi öter kuşlar?

Virüs korkusuyla evden çıkamayan insanın yokluğunu fırsat gören tabiat, mübarek nisan ayının şifasıyla insanın kendine verdiği zararı tımar etmekle meşgul.

Roller değişti, hoş geldin adalet! Neye niyet, neye kısmet!

Peki, insan, kendi kendine verdiği zararı tamir edebilecek mi?

Etmeli, herkes kendi muhasebesini yapmalı; vicdanî, ahlâkî, ruhî…

Gerçi duyar gibiyim sesleri: Ama şöyle, ama böyle, o dedi, şu dedi, bu dedi… Suçlu arıyor herkes kendi dışında. İsa peygamberin dediği gibi korona musibetine “İlk taşı, günahsız olan atsın” desem; sağımda, solumda, önümde, arkamda, yakınımda, uzağımda ilk taşı atacak var mı diye düşündüm, hayal kurdum. Heyhat, eli taşa uzanan kimseyi hayal edemedim.

Uzağa gitmeye gerek yok, şöyle bir en yakın çevremize bakalım. İnsanlar taşları ellerinde bekliyorlar; birini yargılamak, suçlamak ve ilk taşı atmak için vahşi bir hırsla. Ve ne yazık ki bazen en yakınındaki kişi atıyor ilk taşı. Kendini sütten çıkmış ak kaşık zanneden biz insanoğlu, neden başkasının günahıyla bu kadar meşgulüz? Madem günah, hata, suç başkalarının öyleyse niye hepimiz aynı cezaya mahkûmuz?

Bahanelere sığınmadan, içgüdülerimizin savunmasına kapılmadan içine dönmeli insan, ruhunda, beyninde, gönlünde bahar temizliği yapmalı. Korona virüsü bir iç muhasebesi yapmamızı sağlayabilir mi?

Bilirim ki biri ağlamayınca, biri gülmez. Öyle de oldu. Dünyada insanın nasibine hastalık ve ölüm düştü, tabiatınkine can. Almak istersen işte sana ibret, hikmet.

Biz kirlendik ve kirlettik; hem kendimizi hem başka canlıları yok ettik. Ne olacaktı, patates ekip altın mı biçecektik? Ektiğimizi biçtik.

Bu güzel bahar mevsiminde insanlar evlerinde mutsuz ve hüzünlü; topraksa mutlu, kirli ayaklar basamıyor üzerine. Çiçekler mutlu ve güvende, seviyor sevmiyor falına kurban edilmediği için. Hayvanlar rüzgâr gibi hür,  hava misk ü amber kokulu, ılık ılık bir esinti.  

Ah korona, kaç aydır tabiata moral, insana zararsın! Niye?

Ağla ey nisan bulutu, ağla bizim de halimize! Ağla ki yağmurunun bereketiyle bizim de talihimiz açılsın, dertlerimiz deva bulsun! 

Kulağımda rahmetli Müslüm Gürses’in sesi, şarkı söylüyor da ne söyleyiş, yaşıyor adeta. İnsan yaptığı işi aşkla yapınca böyle güzel oluyor işte:

“Tanrı istemezse, yaprak düşmezmiş

Tanrı istemezse, insan ölmezmiş”

Sırada şarkı sevdiğine hasret giden Tanju Okan şarkısı var. Tam da korona günlerine uygun:    

“Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli

Alıştım hasretine gel desen gelemem ki”

Ah bu türküler, şarkılar! Dilimizdeki tadı, içimizdeki derdi anlatır; yeri gelir sorularımıza cevap olur, virüse bile çözüm bulur.

İnsanda dert, virüste ders, şarkılarda hayat var.

Korona günlerinden nasibimize düşen dersi alabilecek miyiz diye düşünürken apartmanların damında insanları fark ettim. Balkona çıktığımda gördüğüm manzara şahaneydi. Adana’nın gökyüzü rengârenk kuyruklu uçurtmalarla dolu, ışıl ışıl parlıyor. Sokağa çıkma yasağına uyan Adanalılar, Uçurtma Şenliği Haftasını yerde değil evlerin çatısında kutlayarak virüse teslim olmadığını ispatlıyor; dileklerini, umutlarını salıyor gökyüzüne.

Adanalılar böyledir. Gece yıldızlara, gündüz güneşe kurşun atan Adanalı; kendine, toprağına, vatanına bir saldırı olursa dipdiri ayağa kalkar; bu saldırı ister virüs ordusundan ister düşman ordusundan gelsin. Bunu Çanakkale’de gösterdi, ispatı Adana Bayırı’dır.  Bunu 1.Cihan Harbi yıllarında gösterdi, ispatı 5 Ocak’tır, Şehit Duran’dır, Emine Kız’dır.

Şimdi de kurallara uyarak göster mücadeleni Adanalı. Bugün hayran kaldım, helal olsun size!

Sevdiklerinizi uzaktan sevin sevgili okurlar, ölüm sevdiklerinize sizden geçmesin. Sağlıcakla kalın.

Benim anlatacaklarım, yazacaklarım bunlar değildi, elime hâkim olamadım.

 

Not: Vefatının 100. yıldönümünde Ömer Seyfettin’i anlamak önemlidir. Naçizane fikrim Bahar ve Kelebekler’den başlayarak hikâyecimizin eserleri okunmalıdır.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Songül Kundakçı Cansız Arşivi